Adaletin tecelli etmediği yerde, demokrasiden bahsedilemez...

Yayın Tarihi: 04/06/21 13:41
okuma süresi: 8 dak.

Türkiye'de 3 Kasım 1996 günü oldukça süratli seyreden Mercedes marka bir araç Bursa'nın ayranıyla meşhur ilçesi Susurluk yakınlarında bir benzinciden hatalı bir şekilde çıkan bir kamyona arkadan çarpar. Arabanın içindeki yolcuların kimlikleri ve arabadan çıkanlar basına yansıyınca Türkiye tarihinin en büyük skandalı patlak verir. Kaza siyaset-mafya ilişkisinin en çarpıcı şekilde su yüzüne çıkmasından başka bir şey değildir.

Ertesi gün Türkiye gazetelerinin manşetlerini kazada ölenlerin resimleri ve arabadan çıkan silahlar süsler.

Resimlerde bulunan kişilerden bir tanesi Abdullah Çatlı'dır. Yıllardır çeşitli olayların faili olarak aranan Çatlı, en sonunda içinde bir Polis Müdürü ve bir Milletvekilinin bulunduğu arabada ölü olarak bulunmuştur.

Kazayı takip eden günlerde olayın üzerine giden Türkiye basını-başka bir çok olayın yanı sıra- 6 Temmuz 1996 günü evinin önünde katledilen gazeteci Kutlu Adalı'nın da aynı karanlık güçlerin kurbanı olduğunu iddialarıyla çalkalanmaktadır. Çatlı isminin Adalı cinayetiyle ilişkilendirilmesi o günlerde başlar. Daha önceden cinayetle ilgili herhangi bir şekilde adı geçmemektedir.

Öte yandan dava Kıbrıs Türk polisi tarafından da araştırılmaktadır.

İşte o günlerde Kıbrıs'ta bulunan bir taksici, Türkiye'nin manşetlerinde yer alan olaydaki adamı tanıdığını, bir gece onu Ercan'dan alıp Girne'ye götürdüğünü hatırlar.

Bununla da kalmaz ve kendi araştırmasını yapar.

Türkiye basınının yazdığı şekliyle Abdullah Çatlı, yıllardır kullandığı sahte kimliğindeki isim olan Mehmet Özbay adıyla 26 Nisan 1996'da adaya giriş yapıp, 1 Mayıs 1996'da ayrılmıştır.

Taksici çalıştığı şirketin seyir defterine bakar ve gerçekten de 26 Nisan 1996 gecesi resimdeki eşkale uygun, 1.80 boylarında esmer tenli bir adamı Girne'ye götürdüğünü görür. Ayrıca o gece Ercan'dan Girne'ye tek bir sefer yapılmıştır.

Taksici bunun ardından elindeki bilgiyi basınla paylaşmaya karar verir ve konu haber olur.

Haliyle haber polisin dikkatini çeker ve 1996 yılının son günü ifadesi alınır ama o ifade gerektiği gibi değerlendirilmez.

1997 yılına gelindiğinde ise KKTC Meclisinin kurduğu Kutlu Adalı cinayetini araştırma komitesi çalışmalarını sürdürmektedir.

O kapsamda dönemin polisinin üst düzey yetkilileri bu komiteye ifade vermek için çağrılır.

Çağrılanlar arasında dönemin Adli Şube Amiri Mehmet Özdamar da vardır. Özdamar ayrıca Adalı'nın cinayet mahalline ilk giden  emniyet görevlilerindendir. 

Komite üyeleri Özdamar'a başka bir çok şeyin yanısıra taksicinin ifadelerini de sorarlar. Nihayetinde Türkiye basınında ortaya atılan failler, giriş çıkışlar ve onunla net şekilde çakışan bir tarih vardır: 26 Nisan 1996.

Komite üyeleri adaya defalarca giriş yapan ve Mehmet Özbay kimliğini kullanan farklı farklı isimler arasında, tam da denildiği tarihte, yani 26 Nisan 1996 günü adaya giriş yapan Mehmet Özbay'ın bir taksici tarafından teşhis edildiğini, bunun tesadüf olamayacak kadar önemli bir delil olduğu konusunda Özdamar'aa sorular yöneltirler.

Ama Özdamar söz konusu ifadenin kendisi için 'değerli' olmadığını, bunların iddia olduğunu söyler.

Ancak komite üyeleri ısrarla sorularına devam eder. Hatta taksicinin, o kadar Mehmet Özbay ismi içerisinde tam da onun adaya girdiği tarihle ilgili iddiada bulunmasının neden 'polisin kafasını kurcalamadığı' noktasında şüpheli olduğunu da söylerler.

Gerçekten de ortadaki bilgiler net şekilde Çatlı'nın adaya giriş çıkışını belgelemektedir.

Fakat bu kadar kesin bir emare polis tarafından değerli bulunmaz ve konunun takibi yapılmaz.

Aynı Mehmet Özdamar, aradan geçen 25 yıldan sonra tekrardan gündemin en üst noktasına yükselen Adalı cinayetiyle ilgili geçtiğimiz gün Yenidüzen Gazetesine bir mülakat verir.

Orada söyledikleri ise tam anlamıyla çarpıcıdır.

Şöyle ki, 2005 yılında AİHM'de alınan ve Türkiye'yi cinayetle ilgili mahkum eden kararın 117 maddesinde, cinayet mahalli ve evden parmak izi alınmadığını söylenmektedir.

Özdamarlı, Yenidüzen'e verdiği mülakatta aynen şu ifadeleri kullanmaktadır: "2-3 saat sonra Adalı’nın evine bakmak istedik. Kapı açıktı, seslendiğimizde evde kimse yoktu. Sadece orta masada 2-3 bardak vardı, boş şekilde duruyordu. Acaba tanıdık birileri geldi de mi diye düşündüm. Çalışma orasına girdik. O oda dağınıktı. Ama birileri tarafından karıştırıldığı için değil, orada çalışılmasından dolayı dağınıktı.”

Hem bu konu hem de St Barnabas olayıyla ilgili pek çok çarpıcı açıklama yapan dönemin polis memurlarından Altantema Irkad benim tanıdığım ve sevdiğim birisidir. Tema Abi, Özdamar için "beni yetiştiren polislerden birisidir, son derece iyi bir polistir, çok zeki, usta bir tahkikatçıdır" demektedir. Ben kendisini hiç tanımıyorum, bilmiyorum.

Ama Tema Abi öyle dediyse, nitelemesi benim için de geçerlidir. 

Fakat, belli ki Mehmet Özdamar olay mahallinde 'polislik yapmaktan' alıkonulmuştur.

Zira Yenidüzen Gazetesine söylediği bardak detayı ve "acaba tanıdık birileri mi geldi?" ifadesi aslında onun normal şekilde polislik yapmaya çalıştığı ancak yapamadığı, şimdi ise kanımca vicdan yaptığı noktadır.

Yine Özdamar'ın söylediklerinde dikkat çeken bir başka nokta da "Dikkatimi çeken, cesedin evden yaklaşık 50 metre uzakta olmasıydı. Tanıdık birileri mi çağırdı da Adalı oraya geldi, bilmiyorum" şeklindedir.

2005 yılında alınan AİHM kararının çeşitli maddelerinde, Kutlu Adalı'nın evinden tanıdık birilerine güvenerek çıktığı ve öldürüldüğü noktaya yürüdüğü yönünde çok güçlü şüpheler olduğu açık şekilde yazılmıştır.

Dolayısıyla, olay yerine ilk intikal edenlerden olan Mehmet Özdamar'nın ilk anda duyduğu şüphe gayet yerindedir. Kutlu Adalı evinden tanıdığı birilerinin vasıtasıyla, onlara güvenerek çıkartılmış, sonra da infaz edilmiştir.

Ancak devamındaki soruşturma tam bir 'ört-bas' hikayesidir.

Dönemin Başbakanının, bakanlarının "emir geldi durdurduk" dediği bir yerde, onların iradesine bağlı olmayan ve hala daha da bağlanamayan polisin yapabileceği ne olabilirdi ki?

Koskoca bir hiçten başka ne olabilirdi?

25 yıl önce onları "durduran", "engelleyen" "adil soruşturma yapmalarına izin vermeyen" güçler yine etkindir.

Onca yıldan sonra gelinen noktada cinayetin aydınlatılması için yeni ve çok önemli ifadeler vardır. Tek yapılması gereken şey, bu kez olayı olması gerektiği gibi ele alıp, suçluları adalete teslim etmektir.

Bedeli ne olursa olsun, ucu kime dokunursa dokunsun, bu cinayet aydınlanmadan, hiç kimse temize çıkmayacaktır ve adalet asla tecelli etmeyecektir.

Adaletin tecelli etmediği yerlerde ise demokrasiden söz etmek abesle iştigaldir...

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.