Bu çağ bu hastalığa yenik düştü!

Yayın Tarihi: 02/10/19 07:00
okuma süresi: 5 dak.
A- A A+

Günümüz insanı eskiye göre psikolojik travmaları daha çok yaşamaktadır. Algılarımızın güncelle daha açık olması konumu medya aracılığı ile bizlere sunulduğu günden bu yana, daha çok bilme, buna bağlı olarak daha çok anlama güdüsü ve gelişen bu güdü ile anlamanın ağırlığı, bir çok konuda huzursuzluk yaratmaktadır. Bu durum ise günümüz insanında "kaygı" yaratma sonucuna varmaktadır. Şimdilerde psikologlara daha rahat ulaşan toplum bireyleri, eskilerin tabularını geride bırakırken, sorun yoğunluğunu da aşıyorlar.

Stres ve buna bağlı depresyonun yarattığı sonuçlar sıklıkla yaşanırken, en yaygın yaşanmakta olan sıkıntı, bunaltı, endişe ve kaygı kelimeleri dilimizde anksiyete, karşılığında kullanılan kelimeler olarak karşımıza çıkar.

Bireyler bu durumu "kötü bir şey olacakmış hissi", "hoş olmayan bir endişe hali" ya da "nedensiz bir korku" şeklinde ifade ederler. Psikiyatrik açıdan anksiyete, somatik belirtilerin de eşlik ettiği, normal dışı, nedensiz bir tedirginlik ve korku hali diye tanımlanabilir.

Kişi huzursuzdur, kötü bir şey olacağından endişe etmektedir, ancak bu durumu açıklayacak nesnel bir tehlike ya da tehdit kaynağı gösterememektedir.

Süreğen bir huzursuzluk hali devam ederken, nedenlerini bilmeyen birey bu huzursuzluğu nedensizlikle beslemektedir. Gündelik hayatını etkileyen bu durum, motivasyonsuzluk sağladığından, doğrudan mutsuz olunmasına da neden olur.

Anksiyete, korkuya benzer bir duygu olmakla birlikte, anksiyeteyi ortaya çıkaran uyaran, korkudaki kadar net değildir. Korku, güvenliği tehdit eden ya da etmesi muhtemel bir tehlike karşısında yaşanan bir tepki olarak bilinirken, günlük yaşamda korku ile anksiyeteyi ayırmak kolay değildir.

Örneğin, kötü davranan bir yönetici karşısında yaşanan tedirginliğin korku mu, yoksa yöneticiye duyulan öfke duygusunu kontrol etme çabasının yarattığı anksiyete mi olduğunu belirlemek her zaman mümkün olmayabilir. Korkunun aşırı olmasına ise fobi denmektedir ki bu ifade sıklıkla kullanılan bir ifadedir. Hatta zaman zaman anlamı bilinmeden.

Anksiyete sık yaşanan bir duygudur ve her zaman bir hastalık belirtisi olarak düşünülmemelidir.

Okulun ilk gününde, özel biri ile yaşanan ilk randevuda ya da yeni ve değişik bir etkinliğin başlangıcında anksiyete duyulması normaldir.

Normal anksiyetenin ise organizmayı uyarıcı, koruyucu ve motive edici özellikleri vardır. Kişinin yaralanma, acı, cezalandırılma, ayrılık, düş kırıklığı gibi durumlara karşı kendisini hazırlaması anksiyetenin uyarıcı, tedbir alması ve eğer olumsuzluklar yaşanırsa daha kolay atlatması, koruyucu ve başarısız olma endişesi ile daha çok çalışmaya sevk etmesi ise motive edici özelliklerine verilebilecek örneklerdir.

Uyaranın şiddeti ile ortaya çıkan anksiyete uyumlu değilse, zamanla azalmak yerine değişmiyor ya da şiddetleniyorsa, klinik tabloya ağırlıklı olarak anksiyetenin fiziksel belirtileri hakim ise, anksiyeteye katlanılamıyor ve işlevsellik bozuluyorsa, kişi kendi, kendine tedavi çabasında ise anksiyete patolojik hale gelmiş demektir. Tedavi gerektirir.

Ülkemizde, deneyimli ve güvenilir psikologların varlığı ile toplumun tedaviyi, eskiye göre daha rahat kabul ettiği bir gerçektir. Kaldı ki bedenimizin en etkin dinamiği olan ruhumuz ve düşüncelerimiz elbette fiziğimiz kadar sağlıklı olmalıdır.

Bu anlamda medya da bu konuya olumlu etkiler yapmış, psikologların varlık nedenleri ve onlara ulaşmanın normalliğini bizlere sunmuştur. Toplumsal yapıda da önemli olan genel ruhsal durum, tıpkı genel fiziksel durumlarımız kadar sağlıklı olmalıdır.

Bu anlamda ülkemizde, gerek sorunlarda artış, gerekse tedavilerde gelişme yaşandığı söylenebilir.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Dr. Ferhat ATİK yazıları