Biz inanmazsak

Yayın Tarihi: 07/01/11 07:00
okuma süresi: 8 dak.
A- A A+

Bu davayı inananlar kazanacaktır.

Bugüne kadar bu dava inananlar tarafından egemen bir devlet safhasına çıkarılabilmiştir.

Dava, Anavatan Türkiye'nin güvenliği ile de ilgili bir davadır; bölgede Türk-Yunan dengesinin korunması ve Lozan Antlaşmasını deldirtmemek ile ilgili bir davadır.

Şimdi etrafımızdaki petrol ve gaz kaynakları ile, ekonomik bir yanı da gündeme gelmiştir.

Rum-Yunan ikilisi açısından Kıbrıs bir Yunan adasıdır; Lozan dengesi bahis konusu değildir; bizim "Rum" dediğimiz Kıbrıs Helenleri çoğunluktadır ve Kıbrıs Halkının yüzde seksenini onlar teşkil ettiklerine göre Kıbrıs'ın idaresinden kendileri sorumlu olmalıdır; Türk azınlığa (!), Türkiye'yi tatmin için veya Nato'nun bölünmesini, önlemek için verilmiş olan aşırı haklar nedeniyle 1960'da "Rumlara zor ile kabul ettirilen iç içe ortaklık" formülü yürümemiştir.

Bu needenle şimdi, AB üyesi olarak iç durumun demokratikleşmesini, garantillerin lağvını, yabancı askerlerin ve yerleşiklerin" adayı terk etmelerini istemektedirler.

Kiliseye, Milli Konseylerine ve Hristofyas'a göre iki kesimli federasyon uygulanabilir değildir.

Yunanistan ile işbirliği içinde yürüttükleri Kıbrıs davasında, Yunanistan ile aralarında bir de savunma paktı vadır.

Megali İdeanın bir ürünü olan Kıbrıs meselesi, Girit misali Yunanistan'a ilhak edilinceye kadar veya ikinci bir bağımsız Helen adası oluncaya kadar varılacak her uzlaşma Rum-Yunan ikilisi tarafından geçici bir anlaşma olarak değerlendirilecektir.

1960 Antlaşmalarını, garantilere rağmen, böyle değerlendirmişlerdi.

Şimdi de AB üyeliğini dolaylı Enosis olarak algılamışlardır.

AB üyeliği onlar için 1960 Garanti Anlaşmalarını delmiştir, bu nedenle Garantörlüğünü hiçbir zaman onere etmemiş olan Yunanistan, hiç çekinmeden "Garantiler çağ dışıdır; biz garantörlükten çeklilmeye hazırız" diyebilmiştir.

Şimdi, yukarıdaki tabloya bakarak kendi görüş ve inançlarımızın bir fotoğrafını çekelim:

Kıbrıs'ın Yunan adası olmadığını savunmaktayız.

Lozan antlaşmasında İngiltere'ye bırakılan bu adadan İngiltere çekilecek olursa adayı eski sahibine vermesi gerekirdi.

Ancak iki Nato devleti, Kıbrıs için savaşmasınlar diye 1960 Ortaklık devletinde uzlaşmaya varılmış ve üç devlet bu ortaklığın devamını (Enosis ile taksimi yasaklayarak) garantilemişlerdir.

Coğrafya, stratejik ve güvenlik açısından Türkiye'ye iadesi gereken bu adada Rumlar çoğunluktadır gerekçesi ile adayı tek halkın adası addederek, bu halkın (1950'lerden bu yana bu güne kadar) Rum çoğunluğun iradesi ile Yunanistan'a bağlanması oyununa 1960'da gelinmediği gibi, şimdi de gelinemez.

Kıbrıs'ta iki eşit egemen halk ve iki devlet vardır.

İnanıyor muyuz?

İnanıyorsak, bunlardan asla vazgeçmeyeceğimizi, nedenleri ile, dünyaya anlatıyor muyuz?

İki ayrı egemen ve eşit halk ile onların devletlerine dayanmayan, Türk garantisini içermeyen bir anlaşmanın başına, kısa sürede, 1960 Antlaşmasının başına gelenlerin geleceğine inanıyor muyuz?

Kalıcı bir anlaşmanın iki halk, iki devlet ve Türk grantisini içermesinin şart olduğu noktasında birleşiyor muyuz?

"1960 Antlaşması demokratik olmadığı için yürümedi; Türkler devleti terk ettiler; Türkiye taksim istediği için Kıbrıs Türklerini kullandı, Kıbrıs meselesi 1974'de başlayan bir işgal meselesidir" yalanlarını her gün ve her fırsatta Rumların yüzüne vurmaya, dünyayı bu konularda aydınlatmaya hazır mıyız?

Kıbrıs'ın tümünü AB üyesi yaptığını zanneden AB yetkillerine bu safsatayı kabul etmediğimizi, Türkiye AB üyesi oluncaay kadar Kıbrısın AB üyesi olmayacağını, Güneydeki Rum idaresini "Kıbrıs" addederek aldıkları kararların KKTC'ni ve onun halkını bağlamadığını gür bir sesle savunacak mıyız, yoksa Rum idaresinin geçersiz müracatı üzerine ve Kıbrıs Türklerini yok farzederek aldıkları bu karara boyun mu eğeceğiz?

O halde yeniden gelmekte olan Cenevre toplantısına dönelim. Genel Sekretere Kıbrıs'ta iki eşit ve egemen, kendi kaderlerini tayin hakkı olan iki halktan biri olduğumuzu hatırlatmamız kaçınılmaz hale gelmiştir.

Kurucu Devlet'ten muradımızın egemen iki kurucu devlet olduğunu şüphe bırakmayacak şekilde vurgulamalıyız.

Merkezi idareyi bu egemen iki halkın, kendi, seçimlerinde seçtikleri liderleri (Cumhurbaşkanları) temsil etmektedir; görüşmelerde bu gerçek vurgulanmıyorsa da, uzlaşma safhasında bu gerçeklerin göz ardı edilemeyeceği açıklanmalı ve kabul edilmelidir.

Sn. Downer'e "federasyonların oluşumu her ülkenin tarihi gelişimine göre şekillenir; Avustralya'da, Amerika'da, Almanya'da federal bünyelerin oluşumu monotip değildir ve olamaz; 1960 ortaklık devletinin fonksiyonel federatif oluşumu da geçmişimize ve üç Nato devletinin çıkarları göz önünde tutularak biçimlenmişti.

Rumların her öneryi ret etmeleri nedeniyle, yirminci yılda, durum iki eşit egemen ortağın kendi devlet yapılarına sahip çıkmaları ile sonuçlandı.

Sn. Downer, Kleridis'in hatıratını okumuşsa, 1963-64'den itibaren devletsiz bırakılmış olan Türk halkının oluşturduğu idarenin ayrı bir devlet vasfını tanıyabilen bir oluşumda olduğunu kabul etmekte fakat bizim idaremizi tanımaya devam ettiler" demektedir.

Bilinmesi gereken gerçek 28 yaşına gelmiş olan KKTC'ni siyasi açıdan tanımamak başkadır, görüşmelerde, böyle bir devleti yok farzetmek, ve bu faraziye üzerine uzlaşma formülleri üretmek başkadır.

Halkımız, son seçimlerde de devletine, egemenliğine Türk garantisine sahip çıkmıştır.

BM yetkilileri halkın bu hür iradesine saygı göstermek, bunu göz ardı etmemekle yükümlüdürler.

"Görüşmeler 1977-79 anlaşmaları çerçevesinde yürütülmektedir" mazereti geçerli değildir.

1977-79 Antlaşmaları yapıldığında bağlantısızlık esastı, tek yanlı AB üyeliği bahis konuusu değildi.

Garantilerin devam edeceği varsayımı görüşmelerin temelini teşkil ediyordu.

AB'ye müracaatı, yıllar sonra gündeme getirmeye çalıştıklarında bunu da müşterek hükümet oluştuktan sonra ele alınacaktır şeklinde kayda gveçirmiştik.

Mal-mülk meselesinin global şekilde halledileceği gündemdeydi.

Türk bölgesinde kaç Rum'un yerleşeceği Kurucu devletin yasaları ile tahdid edilecekti.

Federasyona-Hristofyas'ın dediği gibi- 1960 devletinin anayasası tadil edilerek gidilecektir safsatası gündemde değildi.

Rum-Yunan siyasetini 16 günlük bebeklerin, bir yaşından 13 yaşına kadar yavruların, doksanlık ihtiyarların toplu mezarlara gömülmelerinden ve dünyaya söylenen yalanlardan öğrenmiş insanlarız.

1960'ın garantilenmiş anlaşmalarını yırtıp atma teşebbüsüne devam eden Rum tarafı ile kalıcı bir anlaşma istiyoruz.

Kalıcı anlaşmanın temelini ayrı devletimiz ve egemenliğimiz ile iki halktan biri olduğumuz gerçeği oluşturmaktadır.

Cenevre, bunların gömüleceği mekân olmamalıdır.

Davamızın haklılığına inanalım.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Rauf R. DENKTAŞ yazıları