Orams Davası

Yayın Tarihi: 14/05/09 00:00
okuma süresi: 5 dak.
A- A A+

Kıbrıs davasını bizler kadar bilen bir Alman Anayasa uzmanından Orams davası ile ilgili bir yazı aldım. Görüşünü şöyle özetlemek mümkündür: Mahkeme AB-Kıbrıs konusunda Anayasal hukuka bakmadığı gibi uluslararası hukuku da göz ardı etmiştir. Bu konuların mahkemenin dikkatine sunulmadığı anlaşılmaktadır. Bu karar Kıbrıs'ta tarafların uzlaşması için yıllarca sarf edilmiş olan gayretleri boşa çıkartacak mahiyettedir. Çok yazık!

Uzlaşma! Adı konmamış bir hedef. Bizim uzlaşma dediğimizi Rum tarafı kabul etmiyor çünkü kendine göre 1964'de Güvenlik Konseyinde alınmış olan karar ile istedikleri hedefe varmışlardır. İstedikleri 1960 Antlaşmalarının "kısıtlamalarından" kurtulmak ve Kıbrıs'a sahip olmaktı. "Kıbrıs Halkı" olarak 1950 plebisitinden bu yana Kıbrıs adına söz söyleyen tek halk kendileriydi. 1960 Antlaşmaları bunu engelliyor ve Türkleri de kurucu ortak yaparak, onlara eşit haklar veriyordu. Enosis yasaklanıyordu. Rum liderliğine göre "ortaklık devletinin yıkılmasını önleyerek Kıbrıs'ın bağımsızlığını kalıcı kılmak için" tarafların kabul etmiş oldukları bu kısıtlamalar Kıbrıs Cumhuriyetinin "tam bağımsız bir devlet"olmasını engellemekteydi. 1963 saldırıları tam bağımsızlık içindi, yani "Kıbrıs Halkının kendi kaderini tayin etmesini sağlayarak Enosis'in yolunu açmak içindi". Dünyaya bunu söylüyorlardı ve Türklerin tam bağımsızlık istemeyen, bu nedenle isyan etmiş olan, taksimden yana bir azınlık, Türkiye'nin bir maşası olduğunu yayıyorlardı.

1974'de kadar bu temayı işleyerek Bağlantısızlardan ve Sovyetlerden her türlü yardımı ve desteği almış olan Rum liderliği, 1974'den sonra "Türkiye'nin işgaline ve işgalden kaynaklanan sorunlara" bağladı. "Meşru Hükümet" olarak "vatanım işgal altındadır; işgalin kalkması için mücadele etmekte olan Kıbrıs Halkına (tek halk!) yardım ediniz" diyerek yüzü kızarmayan bir propaganda mücadelesi başlattılar. Utanmadılar Binbaşı Nihat'ın evinde katlettikleri aileyi "Türkler öldürdü" yalanını da söyleyebildiler. Atlılar, Muratağa ve Sandallar'da çekilmiş olan toplu mezarlardan fışkıran vahşet fotoğraflarının bazılarını da kendi kayıplarıymış gibi propaganda yayınlarında kullandılar. Kalıcı bir anlaşmanın temelini teşkil edecektir diye varılan anlaşmalar gereğince uygulanan nüfus mübadelesi nedeni ile Güneye geçmiş olan Rumların "zorla Kuzeyden kovulduklarını" yayarak, bunların geri dönüş haklarında ısrar etmeye devam ediyorlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ve ABAD'a "meşru hükümet" olarak "Kıbrıs Halkı" veya "Kıbrıslılar" adına kendi hikâyelerini anlatıyorlar. Kişilere açtırdıkları davalara "ilgili taraf" olarak Yunanistan ile birlikte müdahil oluyorlar. Biz Türk tarafı olarak o kadar rahatız ki, tüm ikaz ve yalvarmalara rağmen, "Kıbrıs Hükümeti" ile Yunanistan'ın müdahil olduğu Orams davasında bile ne KKTC ne de TC müdahil olmayı düşünmemiştir. Neticede bir Yunanlının başkanlığında (bir de Rum yargıcın bulunduğu) bir kurulun almış olduğu kararla hayretler içinde kalıyoruz. Davaya "ilgili taraf" olarak katılmadığımız için mahkemenin kuruluşuna itiraz da edilemedi.

İngiliz avukatları suçlama hakkımız yoktur. Bunlara dava ile ilgili bilgiyi verenlere bakmak gerekmektedir. KKTC'nin varlığına ve kalıcılığına inanmayanlar her halde mahkemeye KKTC meclisinin çıkardığı yasaları, nüfus mübadelesini, iki kesimliği ve tüm bunların nedenlerini, Fikirler Dizisinde BM Genel Sekreterinin Hukuk müşavirince onaylanan "mülk meselesini global şekilde halletme" gereğini, bu konunun siyasi görüşmelerle halledilecek bir konu olduğunu, Rumların yargıyı siyasi silâh olarak kullanmakta olduklarını anlatmamışlardır. Bugün bile Hristofyas Sn. Talat'ın kendisine "Türk tarafının tapu vermesi yanlıştı" dediğini açıklıyor. Memleketin bağımsızlığına ve egemenliğine sahip çıkması gereken makamların kendi Meclislerinin, göçe zorlanmış olan halkına huzur ve güven vermek için aldığı yasal tedbirleri yanlış bulur ve kendi tapusuna sahip çıkmazsa Yunanlı Başkandan ne beklenebilirdi ki?

Rumların bu davayı örnek alarak KKTC'de yaşayan yabancılara veya KKTC halkına Rum mahkemelerinde açacakları davalar için tebligata başlarlarsa, buna tevessül edecek olanları mahkemeye vermek hakkımız doğar. KKTC'de tebligat yapmak hakkı yasalarımızla belirli memurlara verilmiştir. Bunların dışında Rum mahkemesinin evrakını kişilere tebliğ etmek sahtekârlıktır, kişiyi tacizdir. Gerekirse Meclis bu konuda daha kesin yasa da çıkartabilir. KKTC dingonun hanı değildir.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Rauf R. DENKTAŞ yazıları