İÇ HABERLER
okuma süresi: 25 dak.

'Fizik'ten 'anahtarcılığa' sıra dışı bir yaşam...

'Fizik'ten 'anahtarcılığa' sıra dışı bir yaşam...

Lefke'de doğan ve Ankara'da üniversiteye okuyan ardından da Lefkoşa'ya yerleşen ve uzun yıllardır Ledra Palace ışıklarının bulunduğu bölgedeki dükkânında anahtarcılık işiyle uğraşan Salih Öztoprak'la gençlik yıllarını, kitaplarla olan serüvenini, dansı ve ilişkileri konuştuk…

Yayın Tarihi: 05/04/15 09:05
okuma süresi: 25 dak.
'Fizik'ten 'anahtarcılığa' sıra dışı bir yaşam...
A- A A+

Fizik mezunu, araştırmacı yazar, dans eğitmeni ve Lefkoşa esnafı…

Lefke'de doğan ve Ankara'da üniversiteye okuyan ardından da Lefkoşa'ya yerleşen ve uzun yıllardır Ledra Palace ışıklarının bulunduğu bölgedeki dükkânında anahtarcılık işiyle uğraşan Salih Öztoprak'la gençlik yıllarını, kitaplarla olan serüvenini, dansı ve ilişkileri konuştuk…

  • "Militarizme karşıyım, buna rağmen o günlerde geçirdiğim askerliğin kişiliğimde bana olumlu etkileri oldu"
  • "Âşık olduğum kıza 'Atom Mühendisi olmayı düşünüyorum' dediğimi hatırlıyorum"
  • "Yardımcısı olduğum komutan Çatoz'da savaşı kaybetmiş, yenilmiş, esir düşmeye ramak kalmış ve neticede kaçmak zorunda kalmış bir komutandı"
  • "Nazım Beratlı bana bir yazısında; 'Herkes haddini bilsin. Lambadacılar işini yapsın, biz de işimizi yapalım' demişti…"
  • "Canan Hanım, 'Bıktım artık, aynı konularda insanlarla tartışmandan' diyordu…"
  • "Neşe Yaşın konuşmacı olduğum bir panelde 'Garibimize gidiyor. Biz bir sürü panel yaptık birçok insan gelmedi. Söz konusu cinsellik olunca salon bu kadar dolmuş' demişti…"
  • "Cinsel gereksinmelerin tam anlamıyla karşılanması olanaksız"

Firuzan NALBANTOĞLU - Kıbrıs Postası

Çocukluğu ve ilk gençlik yılları Lefke'de geçen Öztoprak, "Benim hayatımda savaşın trajik etkilerini göreceğim pek fazla bir anım yok iyi ki" diyor. O yılların Lefke'sinden bahseden Öztoprak, "Oldukça geniş bir alan sahip büyükçe bir kasaba idi ve burada yalıtılmış olarak yaşıyorduk" şeklinde sözlerini sürdürüyor. 1963'ten, 69'a kadar Lefke dışına çıkmanın mümkün olmadığını söyleyen Öztoprak, bu durumun yaşamında olumsuz bir etkisi olmadığını çünkü Lefke'nin 'dağıyla taşıyla ovasıyla ormanıyla bahçeleriyle' bir çocuk için geniş bir alana sahip olduğunu vurguluyor.

"Doyasıya yaşayıp keşfedebildik dağını taşını böceğini"

Öztoprak Lefke için "Her zaman keşfedilmeye açık yerleri olan bir yerdi. Dolayısıyla hiç yalıtılmış hissi yaşamadık. Tam tersine sınırları bir şekilde korunmuş bir bölge olduğundan ve tamamen orda yaşayanlara ait bir bölge olduğundan, yabancıların hiç girip çıkmadığı bir bölge olduğundan doyasıya yaşayıp keşfedebildik dağını taşını böceğini" diyor. Bu yılların kişiliğinde etkisinin oldukça olumlu olduğunu söyleyen Öztoprak, "Belki bir ironi teşkil eder ama özgürce bir çocuk olarak yetişebildiğimiz ve enerjimizin yettiğince keşfedebileceğimiz yerlerin olduğu bir bölgeydi Lefke" diye vurguluyor. O yılların, ekonomik farklılıklarının şimdiki gibi olmadığını hatırlatan Öztoprak, "Herkes eşit maaş alırdı. Herkesin eşit geliri vardır. Dolayısıyla eziklik yaşamadan büyüdük" diyor. Öztoprak, "Çabalarımızla bir şeyleri değiştirebileceğimizi ilk önce ben orda gördüm" derken, nüfusun özellikle okul nüfusunun çok fazla olmamasının öğrencilerin kendini daha iyi gösterebilmesini sağladığını ve kalabalık bir başkent lisesinde ortalama bir öğrenciyken daha küçük ölçekli bir kasabada en iyi öğrenciler arasında olabilme imkânı sağladığını hatırlattı.

"Kasabamızda ilk kez kızlı erkekli doğum günü partileri yaptık…"

Öztoprak sözlerine şöyle devam ediyor; "Bu haliyle bizim gençliğimiz başladığı dönemlerde kız erkek doğum günü partisi yoktu ve biz kendi çabalarımızla ilk kez kasabamızda kızlı erkekli doğum günü partileri yaptık ve ilk dans deneyimimi ben orda yaşadım. Bir şeyleri değiştirebileceğinizi daha kolay görebiliyorsunuz küçük ölçekli bir yerleşim yerinde. Dolayısıyla Lefke'de yaşamak bir şanstı benim için."

"Kitapla üniversite yıllarında tanıştım"

"Üniversite yılları benim için dünyayla tanışma yılları oldu" diyen Öztoprak, 1970 yılında Ankara ODTÜ Fizik bölümüne başladı. O yılların Türkiye'sinden de bahseden Ötoprak, "O günlerde Türkiye politize olmuştu. Özellikle üniversiteler ve bu üniversitelerin arasında da ODTÜ politik atmosferin çok yoğun olduğu bir yerdi" diyor. Öztoprak bu ortamdan etkilendiğini anlatırken, "O günlerde TRT'nin Genel Müdürü İsmail Cem'di. Herhâlde bir CHP dönemiydi de. Televizyondan gerçekçi programlar izleyebiliyorduk" diyor. ODTÜ'den de bahseden Öztoprak, "Bizim üniversitede okumak öğrenmek, ders dışındaki toplumsal konularda insanın kendini yetiştirmesi vazgeçilmez bir özellikti. İyi de öyle oldu" diyor ve bir itirafta bulunuyor; "Ben açık söylemek gerekirse kitapla üniversite yıllarında tanıştım." Lise yıllarında kitap okumayla ilgili edebiyat hocalarından fazla bir şey kazanamadığını söyleyen Öztoprak, lisedeki edebiyat öğretmeniyle ilgili bir anısını da anlatıyor. Öztoprak, "Benim yönettiğim bir panelde, lisedeki edebiyat öğretmenim de salondaydı eğitim bakanlığının görevlisi olarak. Ve ona şunu söyledim; ismi de Gülgün Serdar'dı. Yazma alışkanlığımı, yazabilme yeteneğimi kendisine borçluyum. Bize verdiği ödevlerle beni ve diğer arkadaşlarımı da yazmaya teşvik ettiğini söyleyebilirim ama okuma konusunda ne yazık ki bize yeterince ışık tutamadı. Nedendir bilemiyorum. Belki o dönemki yazarların sol görüşlü olması onun için önerme açısından sıkıntılıydı" diyor. Öztoprak insanların fizik bölümü bitirmesine şaşırdığını söyleyerek sözlerine şöyle devam ediyor; "Bence şaşıracak bir şey yoktur. Çünkü insanın bütününde hem fizik var hem dans var hem kitap var. Ayırmak olanaksız."

"Daha sonra sıkıyönetim geldi ve her şeyi kapattı…"

Üniversite yıllarından bahsetmeye devam eden Öztoprak, " Son yılıma kadar Kıbrıslı örgütlenmesi yoktu. Diğerlerin de azıcık kıyısında duruyordum. Zaten üniversitemizdeki ağır politize durum, fakülteye girdiğim ilk yılda mevcuttu. Daha sonra sıkıyönetim geldi ve her şeyi kapattı" dedi. Mezun olacağı yılda Ankara Kıbrıslı Öğrenciler Derneği kurulduğunu anlatan Öztoprak, "O günlerde Mehmet Ali Talat idi başkanı. Bir sene falan toplantıya gitmiştim ancak mezuniyetim yaklaştığı için çok fazla bir çalışma içerisinde olmadım" dedi.

"Savaşın içine dönmüştüm"

"Kıbrıs'a döndüğümde önemli bir arayış içine girmemiştim" diyen Öztoprak, Kıbrıs'a dönmesiyle ilgili aklında yer eden en önemli şeyin savaş olduğunu söylüyor. "Savaşın içine dönmüştüm" diyen Öztoprak, "Ben mezuniyetimi beklerken savaş çıktı ve biz ancak uzaktan neredeyse dumanları izledik" diyor. Öztoprak sözlerine şöyle devam ediyor; "Kıbrıs'ta harekat dönemindeki olayları dönemin televizyonlarından izledik. İkinci harekattan da sonra, seferler başladı ve döndüm. Düzenli sefer yoktu savaş nedeniyle. Döndüğüm çevrenin bana verdiği etki, 'ülkene geleceksin, orda on parmağınla her şeye sarılacaksın ve ülken için bir şeyler yapacaksın' şeklindeydi. Dolayısıyla ben o amaçla geldiğimden ve kısa bir süre sonra da askere alındığımdan bir yerde toplumu daha yakından tanımak olanağını bulmaya çalıştım."

"Militarizme karşıyım, buna rağmen o günlerde geçirdiğim askerliğin kişiliğimde bana olumlu etkileri oldu"

Askerlik döneminden de bahseden Öztoprak, "Belki bir şanstı, sancak karargahında görev verildi bana" diyor. O günlerin sivil işler komutanının yardımcısı olarak askerlik yaptığını ve hep sivil görevlerde bulunduğunu söyleyen Öztoprak, bu yolla toplumu yeni baştan, o travmayı geçiren halkı yeni baştan öğrenmeye başladığını ifade etti. Döndüğünde bir bocalama süreci yaşamadığını söyleyen Öztoprak, "Var gücümle kendimi hazırlamaya başladım. Hatta ben askersizleştirmeye inanan bir insanım, ben militarizme karşıyım ama buna rağmen o günlerde geçirdiğim askerliğin kişiliğimde bana olumlu etkileri oldu" diyor. Öztoprak şöyle devam ediyor; "Farkettim ki, o güne kadar ben 'Büyüyünce ne olacaksın' sorusuna verdiğimiz yanıt karşımızdaki büyüklerimizi mutlu etmeye yönelik oldu hep. Hele 'dansçı olacağım' hiç dedirtmezler. Ben de hep o güne kadar karşımdakini etkileyecek meslekleri söylemeye çalışırdım."

"Aşık olduğum kıza 'Atom Mühendisi olmayı düşünüyorum' dediğimi hatırlıyorum"

Öztoprak bunun üzerine bir anısını paylaşıyor; "Mesela çok iyi hatırlıyorum, Lise 3. Sınıftım ve aşık olduğum bir kız vardı. Bana 'ne yapmayı düşünüyorsun okul bitince' diye sorduğunda 'Atom Mühendisi olmayı düşünüyorum' dediğimi hatırlıyorum. Güya onu etkileyecektim ama sanırım pek başarılı olamamışım çünkü işler iyi gitmemişti. Halbuki hiç de Atom mühendisi olmak istemediğimi anladım özellikle fizik bölümüne girince. Ben insanlardan kopuk bir mesleği yapamayacağımı ODTÜ'de öğrenmiştim."

"Yardımcısı olduğum komutan Çatoz'da savaşı kaybetmiş, yenilmiş, esir düşmeye ramak kalmış ve neticede kaçmak zorunda kalmış bir komutandı"

Askerlik döneminin kendisine bir çok şey kattığını anlatan Ötoprak, "Bir buçuk yıllık askerlik dönemimde kesinlikle memurluk yapmayacağımı öğrendim. Ben bana verilen bir görevi mantığıma eğer karşıysa yapmak istemediğimi, yaparsam mutsuz olacağımı öğrendim. Bunun yanında bu sürede insanları ikna etme yeteneğim olduğunu gördüm. Karşımdakine inandığım bir şeyi anlatabiliyorum, ikna edebiliyorum en zor koşullarda bile" diyor. Öztoprak, geçirdiği askerlik döneminin oldukça özel bir dönem olduğunu, savaş sonrası bir dönem olduğu için hem toplumun hem de komutanların travması söz konusu olduğunu hatırlatıyor. Bir anısını paylaşan Öztoprak, " Benim yardımcısı olduğum komutan Çatoz'da savaşı kaybetmiş, yenilmiş, esir düşmeye ramak kalmış ve neticede kaçmak zorunda kalmış bir komutandı. Hakikaten bir travma içindeydi ve onunla ben 1 yıl birlikteydim. Ve ben farkettim bu insanlarla bile çalışabiliyor ve kendimi sevdirebiliyorum. İyi ilişkiler kurabileceğimi gördüm. Bu bana büyük bir güven verdi" diyor.

"Küfür olarak algılayabilirdim…"

Günün sonunda 'Memurluk yapamam, öğretmenlik olabilir' noktasına geldiğini söyleyen Öztoprak, "Çünkü öğretmenlikte göreceli bir özgürlük olduğunu düşünüyorum. Öğretmenlik olursa olur demiştim. Olmazsa başka yapabileceğim şeyler olduğuna inanıyordum çünkü ben bu kadar zor insanlarla bile geçinebildiysem, bu kadar zor insanlara bile kendimi kanıtlayabildiysem, hayda hayda müşteriye kendimi kabul ettirebilirim dedim" diye düşündüğünü söylüyor. Bu kararla ilgili "Gerçekten de isabetli bir karardı" yorumunu yapan Öztoprak, "Ancak önceden aklıma dahi gelmezdi. Hatta küfür olarak algılayabilirdim. 'Kağıt sat, domates sat' deseydi birisi, üzülürdüm kırılırdım" diyor.

"…O gün bugündür arayan olmadı"

Neden öğretmenlik olmadı sorusuna "Öğretmenliği de göz ardı etmemin bir nedeni, o günlerdeki iki kişilik bir münhale 10 kişinin başvurduğunu görmüştüm ki bugünkü koşullarda daha da kötü. Kendi kendime dedim ki 'Ben başka işler de yapabileceğime inanıyorum. Niye bu insanların ekmeğini alayım?' Oraya başvuran arkadaşların birçoğunun savaş travması yaşadığını da biliyordum" diyor. Öztoprak şöyle devam ediyor; "Şöyle bir şey söylediğimi hatırlarım eğitim bakanlığı yetkililerine; 'Ben bir daha size başvurmayacağım öğretmenlik için. Telefon numaram sizde dursun, bana ihtiyacınız olursa siz beni ararsınız' O gün bugündür arayan olmadı. Allah razı olsun aramdılar. Biz de özgürce kendi hayatımızı kurabildik."

"Kitapları çok seviyordum…"

'Kıbrıs'ta Hasıraltı Belgeler' ve 'Cinsellikten Politikaya Doksan Kitaptan Süzdüklerim' kitaplarının yazarı olan Öztoprak, "Birçok yazarda olduğu gibi bende de yazmak, kitap sevgisiyle başladı" diyor. Yazmakla ilgili olarak Öztoprak, "Önce bir birikiminiz olması gerekir. Benim de öyle oldu. Kitapları çok seviyordum" diyor. Bu konuyla ilgili Öztoprak, bir de anısını anlattı;

"O günlerde bir gazetenin Genel Yayın Müdürü olan Hasan Erçakıca, bana 'Bu kadar kitap seven bir adamsın bize sen de haftada bir kitap sayfası hazırla' dedi. O dönemde haftada bir kitap yazısı yazabileceğime inanamıyordum. Benim yapılan teklifleri hemen ret edememe gibi bir özelliğim var. Benden bir şey istendiğinde 'hayır' demem çok zordur. Tabi bu bazen, hem karşımdakini hem beni zor durumda bırakıyor. Eğer dürüstçe 'Ben bu işi yapamayacağım' derseniz o da başının çaresine bakar. Halbuki benim dediğim durumda, ben yapamayacağıma inandım. Ben de çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Onu üzmemek kırmamak için tamam dedim. Ama daha sonra bir haftada kitabı tanıtabildiğimi gördüm ve daha sonra arkası geldi. Ben bir kitabı beğendiğim zaman onu yaymak, paylaşmak isterim."

"Bir gün Taner Erginel çağırdı beni… O günlerde Yüksek Mahkeme Yargıcıydı…"

Kitap serüveninin bir gazetede haftada bir kitap tanıtmakla başladığını söyleyen Öztoprak, giderek bir birikim oluştuğunu söyledi. Eski Yüksek Mahkeme yargıçlarından Taner Erginel'le ilgili bir anısını anlatan Öztoprak, "Bir gün Taner Erginel çağırdı beni. O günlerde Yüksek Mahkeme Yargıcıydı. Bana 'Bu yazıları kitaplaştırmalısın' dedi. Çünkü gazete günlük ömrü olan bir yapıttır. Ona da inanın aynı duygularla 'tamam Taner Bey' dedim ve çıktım çünkü benim kitap yazmak gibi bir niyetim yoktu" diyor. Öztoprak konuşmasının devamında şunları söylüyor; " Ama sırf onu kırmamak için 'tamam' dedim ve çıktım. Bir ay sonra beni tekrar çağırdı. Ancak bu arada birkaç defa da beni yokladı. Bir ay sonra beni tekrar çağırdı ve 'Salih Öztoprak, senin bu işi yapmaya niyetin yok' dedi. Ben de hiç gocunmadım bunu duymaktan. 'Sen bana bu yazıları getir, ben ikişer kopya çekeceğim. Birisini senin için birisini kendim için ciltleyeceğim' dedi. Ben de tamam dedim. Odasından çıktım ve düşündüm; 'Bir kişi de olsa ciddi bir talep var.' Ben Taner Bey'in bu baskısından sonra inandım ki yapacağım ve 'tamam' dedim."

"Nazım Beratlı bana bir yazısında; 'Herkes haddini bilsin. Lambadacılar işini yapsın, biz de işimizi yapalım' demişti…"

Doktor ve araştırmacı yazar Nazım Beratlı ile ilgili bir anısını da paylaşan Öztoprak, Beratlı'nın kendisine "Lambadacılar işini yapsın, biz de işimizi yapalım' dediğini aktarıyor. Öztoprak'ın anısı şöyle; "Öte yandan Nazım Beratlı'nın bir yazı dizisi vardı bir gazetede yine. Bana göre olayları yanlış biçimde veriyordu. Olması gerektiği biçimde vermiyordu. Bazı şeyleri gizlediğini düşünüyordum. Ki kendisi benim çocukluk arkadaşım ve sevdiğim bir insandır ama o yazısında beni politik görüş olarak rahatsız eden şeyler olduğunu düşünüyordum. Gazetede ona yanıt verdim ve o da bana şöyle bir yanıt verdi; 'Herkes haddini bilsin. Lambadacılar işini yapsın, biz de işimizi yapalım.' O dönemler den dans ediyordum çünkü ancak Lambada dansı yoktu o dönem. Nazım Bey'in gençliğinde oydu herhalde, bu yüzden aklında kalmış. Bunun üzerine ben de oturdum Nazım'a kızdığım yanları kitaplaştırdım, belgeleştirdim ve yazı dizisi yaptım. Sonuçta, önce gazete yazısı olarak çıkarmaya başladım. Nazım Beratlı'ya yanıtım 16 günlük bir yazı dizisiydi. İşte tüm bunlar beni kitap hazırlamaya itti. İyi de oldu"

"Canan Hanım, 'Bıktım artık, aynı konularda insanlarla tartışmandan' diyordu…"

Öztoprak eskiden karşılaştığı insanlara, yazdığı kitaplardaki düşüncelerini sözlü olarak anlatmaya çalıştığını söylüyor ve 'can sıkardım' itirafında bulunuyor. "Şimdi en azından kimsenin kafasını ütülemeden gündeme getirme olanağım var. O bakımdan bir rahatlama geldi bana ve eşime. Çünkü 'Bıktım artık, aynı konularda insanlarla tartışmandan.' Benimle misafirliğe gitmeyi artık bıraktı. Ben konuşmaya başlayınca kendini dışarı atar genellikle. 'Herkese aynı şeyleri söylüyorsun. Bari örnekleri değiştir'" dediğini aktarıyor.

"Neşe Yaşın konuşmacı olduğum bir panelde 'Garibimize gidiyor. Biz bir sürü panel yaptık birçok insan gelmedi. Söz konusu cinsellik olunca salon bu kadar dolmuş' demişti…"

Öztoprak kitaplarıyla ilgili konulardan bahsederken, "Farkettim ki benim ilgili alanım tabulardır. Konuşulamayan, tartışılamayan ve böyle olduğu için de gizlenen bir şeylerle ilgili olan kitaplar yazmak istedim" sözlerini kullanıyor. 'Cinsellikten Politikaya' kitabının da böyle bir kitap olduğunu söyleyen Öztoprak, "O günlerde de bir panel düzenlemiştik ve panelin ismi de 'Evlilikte sorunlar' idi. Her zaman gündemde olan bir konu. Ve bu panel çok yıllar önceydi. Salonda epeyce bir kalabalık vardı ve Neşe Yaşın şöyle demişti; 'Garibimize gidiyor. Biz bir sürü panel yaptık birçok insan gelmedi. Söz konusu cinsellik olunca salon bu kadar dolmuş'" diye aktarıyor.

"Cinsel gereksinmelerin tam anlamıyla karşılanması olanaksız"

Kitaplarında işlediği konulara değinen Öztoprak, "Cinsellik insan yaşamının, insan enerjisinin çok önemli bir kısmıdır. Bunu bir kere kabullenmesi lazım insanların" diyor. Öztoprak, cinsel gereksinmelerin diğer gereksinmelerden önemli bir farkı olduğunu söyleyerek bunu şöyle açıklıyor; "Diğer temel gereksinmeler karşılanmadığı anda enerjiye dönüşmesi olanaksızdır. Susamış ve su içmemişseniz bunun enerjiye dönüşmesi imkansızdır. Ama cinsellikte cinsel gereksinmeleri insanın karşılayamaması sonucu bu enerjiye dönüşebiliyor. Çünkü her şeyden önce şunu da söylemek gerekir ki gerçekten cinsel gereksinmelerin tam anlamıyla karşılanması olanaksız." Öztoprak bunu da şöyle açıklıyor; "Çünkü size ait olan bu gereksinmeler, bir başkasının eliyle çözülecek. Elin oğlu, sizin tırnağınızdan başınıza kadar çözemez. Bu kendi kendinize göre olmayacağına göre genelde, tam olarak karşılanması olanaksız. İyi ki öyledir de diyebiliriz çünkü az önce söylediğimiz o enerji işi asla olmazdı." Öztoprak, Nasıl ki 'Hapisler olmasa, bu kadar iyi yazarımız olmazdı', cinsel gereksinmeler de tam olarak karşılanmasaydı bir sürü aşk kitapları olmayacaktı belki. O güzelim şarkılar yazılamayacaktı. Dans edemeyecektik belki. İnsanlar belki de bu kadar güzel giyinmeyecekti. İşte insanların bu gereksinmeleri onları çeşitli çabalara yönlendiriyor. Ona göre aktiviteler yapıyorsunuz" diyor.

"Mutlaka karşılanamayacak şeylerin de olduğunu bilmekte yarar var"

"Çok mutlu bir ailenin, yolunda giden bir evliliğin çocukların torunların olduğu ortamda bile cinsel dürtülerinizi bir şekilde ailenizin dışında arıyor olduğunuzu görebilirsiniz" diyen Öztoprak, bunun bir mutsuzluğun, bir sorunun göstergesi olmadığını söylüyor. "Mutlaka karşılanmamış cinsel istekler vardır" diyen Öztoprak sözlerine şöyle devam ediyor; "Olanak yoktur bir başkasının, hele tek bir kişinin sizlerin veya bizlerin bütün gereksinmelerimizi karşılamasına. Ben zaten kitaplarımı yazarken, bunu vurgulamaya çalışıyorum ve sadece kendi beklentilerine göre değil, karşı tarafın da beklentilerini göz önünde bulundurarak ilişkiye bakmalarını… Mutlaka karşılanamayacak şeylerin de olduğunu bilmekte yarar var."

"İki cins de birbirine mahkûm gibidir"

Öztoprak 'Dansa nasıl başladınız?' sorusuna ise bir itirafla başlayarak cevaplıyor… "Canan Öztoprak benim programları dinlemez, okumaz o yüzden daha rahat konuşabilirim. Müzevirlik da yapmayacağınıza göre… Tabi bu işin espri yanı" diyor. "İnsanların neyi neden sevdiğini kendilerinin bile tam doğru yanıt vermesi bence olanaklı değildir" diyen Öztoprak, "Ben dansı seviyorum ama niçin dansı sevdiğimi tam olarak izah edemem" ifadelerini kullanıyor. Öztoprak iki cinsin gerçekten zevk duyarak paylaşabileceği çok az şey olduğunu söylerken, işin içerisine politik görüşler ve bilinç düzeyi girerse, daha bunun daha da zorlaştığını ifade ediyor. Öztoprak sözlerine şöyle devam ediyor; "Sizleri mutlu eden şeylerle karşı tarafın ilgisini çeken şeyler farklı olabilir ancak iki cins de birbirine mahkûm gibidir. Kadınlarla erkeklerin dünyasını duvarlarla ayıramayacağımıza göre, potansiyel bir dostluk kurulması gerekir. Dansta çoğu zaman dillendirildiği zaman ters tepen, çoğu zaman konuşa konuşa ortaya çıkan farklılıklar yoktur. Gördüm ki iki tarafı da aynı anda tatmin edecek, mutlu edecek nerdeyse bir şey yok. En azından çok arayış içinde olmanız lazım. Geriye sadece karşı tarafın zekası kalıyor ama o da mutlaka farklılıklar ortaya çıkarıyor. Dansta ama fazla konuşamadığınız için ve bir de beklentileriniz kamufle edebildiğiniz için bu yok. Bir insan diyelim ki Belli bir ilişkide açıkça beklentilerini ve tavrını koyar. Saklayamazsınız. Hâlbuki bence dansta her iki taraf da beklentilerini dizginleyebilir. Siz ban adansa gelirken benim illa ki bilmeme gerekmeyen ve çoğu zaman beni duygusal olarak etkileyecek duygularla gelebilirsiniz ama bilirsiniz ki onu kamufle edebilirsiniz. Ben sizi kırmadan incitmeden size dokunabiliyorum dans esnasında ve siz de bana bir şey vaat etmeden dans edebiliyorsunuz."

Öztoprak dans eğitmenliğiyle ilgili olaraksa ; "Ben dans eğitmeniyim. Ben öğretmen olarak yetiştim ama bir gün bile öğretmenlik yapamadım ama dans eğitmeni oldu. Dolayısıyla bir gruba ya da bir erkeğe bile öğretirken zevk alıyorum. Öğretme duygusu da güzel. Bir de bu sevdiğiniz şeyler size rahatlatma getirir. Tüm dertler bir anda silinir" diyor.

"Canan Öztoprak aslında ikinci yeğenimdi"

Bir dönem Eğitim Bakanlığı da yapmış olan Canan Öztoprak'la tanışmaları ve evlenmelerinden de bahseden Öztoprak, Canan Öztoprak'la aslında ikinci yeğen olduklarını ancak pek fazla görüşmediklerini anlatıyor. Öztoprak "Üstelik de aynı sokakta otururduk. Canan lise yıllarımda benden üç sınıf daha küçüktü. Sonra ben ODTÜ'de son sınıfa geldiğimde o da okula yeni başlamıştı ve bir yeğen bir akraba olarak onunla ilgilendim. Baktım gördüm ki çok iyi anlaşıyoruz ve giderek bu orda okulda yeni bir şeye dönüştü. Ondan sonra birlikteliğe dönüştü" diyor.

"Örgütten kopacak şekilde hareket etmek doğru değil"

Eski bir CTP'li de olan Öztoprak son CTP kurultayında yaptığı eleştirel konuşmadan bahsederken, "Bir kere hazırlanmış bir konuşma değildi ama bizler sol görüşlü insanların en büyük özelliği korkusuzca inandığımız şeyleri söylemektir. Hele sevgi ve dayanışma bağı içerisinde olduğumuz örgütlerde bunu yapabilmemiz lazım" diyor. Neredeyse bütün kurultaylarda konuştuğunu söyleyen Öztoprak, bazen 'Salih Öztoprak konuşmayacak mı bugün?' diye şakalar yapıldığını anlatıyor. "Zaman zaman arkadaşlara kızdığım, eleştirdiğim olur" diyen Öztoprak, " Bir şekilde örgüt içerisinde insanların rahat konuşması gerekir diye düşünüyorum" diyor. Son kurultayda yaptığı konuşmadan sonra partinin en üst düzey yetkililerinden birisinin kendisini arayarak 'Bu konuşmaların doğru muydu? Yapılmalı mıydı?' dediğini anlatan Öztoprak, "Başka nerde yapabilirim ki? Biz özgürce konuşabilmeliyiz. Gerek güneyle olan ilişkilerde gerek parti içi meselelerde, gerek parti içi toplantılarda gerekse kurultaylar da bile bu konuşmaların yapılması gerektiğini düşünüyorum" diyor. Öztoprak şöyle devam ediyor; "Bir şekilde beni de böyle kabul ettiler parti içinde de. Ciddi bir kırgınlık ciddi bir ayrılık yok çünkü ben örgütlü mücadeleye inanan bir insanım. Öfkelendiğimi hissederim zaman zaman. Çok ters düştüğümü hissettiğim olur partimle de ancak kendime şöyle söylerim; 'Ters düşsen de tek başına bir şey yapamazsın. Örgütlü mücadele ile çözülür sorunlar' Dolayısıyla örgütten kopacak şekilde hareket etmek doğru değil. Elbette eleştiriler yapılacak tüzük ve program çerçevesinde ancak birlikteliğin sürdürülmesi esastır. Sorunlar örgütler çözer kişiler değil."

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.