EĞİTİM
okuma süresi: 11 dak.

Prof. Dr. Ulvi Keser: “Cenevre’de son tango muydu?”

Prof. Dr. Ulvi Keser: “Cenevre’de son tango muydu?”

GAÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ulvi Keser, “Cenevre’de son tango muydu?” başlıklı yazısıyla Cenevre'de gerçekleştirilen 5+1 toplantısını değerlendirdi.

Yayın Tarihi: 07/05/21 16:01
okuma süresi: 11 dak.
Prof. Dr. Ulvi Keser: “Cenevre’de son tango muydu?”
A- A A+

Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ulvi Keser, Cenevre görüşmelerinin ardından değerlendirmede bulundu.

Prof. Dr. Ulvi Keser'in önemli konulara değindiği değerlendirmesi şu şekilde:

“Afrodit’in Lanetliler Adası Kıbrıs’ta Rumların Kasım 1967’de Geçitkale-Boğaziçi saldırıları ve hemen ardından Türkiye’nin verdiği son notayla birlikte yeni bir yola evrilen Kıbrıs’ta müzakere süreci de 1968 yılıyla birlikte başlar ve gerek adada, gerekse ada dışında farklı merkezlerde büyükelçiler, devlet başkanları, heyetler ya da özel müzakereciler vasıtasıyla çoğunluğu mekik diplomasisi şeklinde olmak üzere devam eder ve Nisan 2021 tarihine kadar gelir.  Konunun daha rahat anlaşılabilmesi ve bakış açılarının masaya yatırılabilmesi bağlamında bazı noktaların açıklığa kavuşmasında fayda vardır; 

  • 1 Nisan 1955 tarihinden itibaren adayı kim kan gölüne çevirmiştir?
  • 1959 Londra ve Zürih Antlaşmalarını kim yok hükmünde kabul etmiştir?
  • 16 Ağustos 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kim atlama tahtası olarak değerlendirmiştir?
  • Aynı tarihte garantör devlet olarak 900 kişilik Yunan Alayı ELDIK’e paralel olarak adaya konuşlanan 650 kişilik Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı (KTKA)’nı kim yok saymıştır?
  • 21 Aralık 1963 tarihinde Akritas adı verilen derin devlet yapılanmasıyla Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kim ortadan kaldırmıştır?
  • Mart 1964 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nde alınan kararla adaya konuşlanan BM Barış Gücü (UNFICYP)’nü kim yok hükmünde değerlendirmiş ve saldırılarına devam etmiştir?
  • Adada garantör devlet Yunanistan, Türkiye ve İngiltere’nin bulundurduğu askeri güce ve BM Barış Gücü’ne rağmen 1967 Geçitkale-Boğaziçi saldırılarını kim gerçekleştirmiştir?

Yukarıda sıralanan soruların tamamına hep bir ağızdan ve tereddütsüz “Rumlar” diyorsanız bugün gelinen noktada çözümsüzlüğe saplandığı söylenen Kıbrıs müzakerelerinde neden bir sonuca gidilemediğinin de cevabı verilmiş olacaktır. Adada yaşayan Kıbrıslı Türklerin mevcudiyetini ve meşruiyetini hiçbir zaman kabul etmeyen, Kıbrıslı Türkleri kendi maiyetlerinde azınlık statüsünde gören ve göreceli bir asimilasyon politikasıyla eritmeye çalışan Rum tarafının masada Kıbrıslı Türkler lehine herhangi olumlu bir sonucu kabul etmesi de beklenemez. Bu durum dün böyleydi, bugün de böyle olmuştur. Beyrut’tan New York’a, Cenevre’den Londra’ya yıllardır devam eden çok uluslu film platosu görüntülü Kıbrıs müzakereleri “Batı’nın şımarık çocuğu” Yunanistan’ın da devreye girmesiyle herkesi bıktıran bir hal almış, bu ülkenin yıllardır tipik Yunan stratejisi haline gelen “kontrollü gerilim stratejisi” ekseninde sonuçsuz ve sayısız görüşmelere sahne olmuştur. Zaman zaman hızlanan, kamuoyunu heyecanlandıran uzun metrajlı film tadındaki görüşme sürecinde son 20 yıl içerisinde uzun bir dönem BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın adıyla anılan ve 115 sayfadan başlayıp son olarak 9.600 sayfaya kadar çıkan 5 Annan Planı ve ardından Annan Referandumu yaşanmıştır.

Süreç içerisinde Avrupa Birliği’nin de devreye girmesiyle durum daha da karmaşık bir hal almıştır. 1950 yılında BM Güvenlik Konseyi’ne adanın kendisine verilmesi için talepte bulunan Yunanistan’a BM’nin mealen verdiği “Bu bizi ilgilendiren bir sorun değildir. Türkiye ile Yunanistan masaya oturup anlaşmalıdır.” yaklaşımından AB’nin zoraki misafir olarak baş köşeye oturduğu bir bakış açısına geçilmesi de ilginç bir husus olarak kayda değerdir. O süreçte yapılan referandumda AB’nin KKTC’ye verdiği “Siz referandumda evet derseniz sizi AB’ye alacağız.” sözü de yerine getirilmemiş, tam aksine Tasos Papadopulos’un “Ben devlet aldım, toplum olarak geri veremem.” diyerek “Hayır” dediği oylamanın ardından GKRY birliğe kabul edilmiştir. Bu durum ortak para ve sınırsız Avrupa uygulaması dışında ekonomik, siyasi ve askeri entegrasyonunu sağlayamamış AB’nin ya da genel anlamda Batı’nın bakış açısını da ortaya koymuştur. Bu süreçte Yunanistan ve GKRY’nin zaten zorda olan AB’yi ekonomik olarak dibe çektiğini ise söylemeye gerek yoktur. Hemen ardından gelen süreçte yine İsviçre’de ve bu sefer federasyon temelinde müzakere sürecinin tamamen bittiği ve Rumların masayı terk ettiği Crans Montana’da yapılan görüşmeler de hüsranla sonuçlanmış, edilgen Türk tarafına rağmen Rumların uzlaşmaz tavrı masayı sonuçsuz bırakmıştır.

Nisan 2021 tarihine gelindiğinde görüntüde farklılıklar vardır ve her ne kadar gayri resmî görüşmeler” olarak nitelendirilse de Türkiye ile KKTC’nin son dönemde hiç olmadığı kadar eşgüdüm ve uyum içinde hareket ettiği, ne istediğini bilen bir yaklaşım sergilediği ve şüphesiz özellikle Doğu Akdeniz’de yaşanan uluslararası gelişmelere paralele olarak varlığını daha net ve daha aktif hissettirmek için adımlar atan ve çok net bir şekilde “iki devletli çözüm önerisiyle” masada olacağını belirten Türkiye’nin ağırlığını daha önceki dönemlerin aksine daha fazla ortaya koyduğu yeni bir süreç başlamış durumdadır. Bu üst moral dengesiyle Cenevre’ye giden Cumhurbaşkanı Ersin Tatar başkanlığındaki KKTC Heyeti toplantının amacını “tarafların bir çözüm için ortak zeminde buluşmasının mümkün olup olmadığını görmek” olarak açıklayanBM Genel Sekreteri Guterres’ten ilk etapta aşağıdaki taleplerde bulunmuştur;

     1- BM Genel Sekreteri Güvenlik Konseyi'nin iki tarafın eşit uluslararası statüsünün ve egemen eşitliğinin güvence altına alındığı bir kararı kabul etmesi için inisiyatif alacaktır. Böyle bir karar, mevcut iki devlet arasında iş birliğine dayalı bir ilişki kurulması için yeni bir temel oluşturacaktır. ​​​​​​

     2- Yukarıda belirtilen düzenlemeyle iki tarafın eşit uluslararası statüsü ve egemen eşitliği sağlandıktan sonra, BM Genel Sekreteri himayesinde karşılıklı olarak kabul edilebilir bir iş birliği anlaşması oluşturmak için sonuç odaklı ve belli bir zaman aralığına dayalı müzakerelere başlayacaklardır.

     3- Müzakereler, iki bağımsız devlet arasındaki gelecekteki ilişkilere, mülkiyet, güvenlik ve sınır düzenlemesinin yanı sıra AB ile ilişkilere odaklanacaktır.

     4- Müzakereler, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin yanı sıra uygun olduğu hallerde gözlemci olarak AB tarafından desteklenecektir.

     5- Herhangi bir anlaşma bağlamında iki devlet karşılıklı olarak birbirini tanıyacak, üç garantör devlet (Türkiye, İngiltere ve Yunanistan) bunu destekleyecektir.

    6- Bu müzakereler sonucunda varılacak herhangi bir anlaşma –tıpkı Annan Planı sürecinde olduğu gibi- iki devlette ayrı olarak eşzamanlı referandumlarda onaya sunulacaktır.

Ancak eski Portekiz Başbakanı olan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres deyim yerindeyse daha ilk maddede “topa girmek” istememiş ve ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’den oluşan uyuyan devleri uyandırma konusunda da fazla gönüllü/ısrarcı olmamış ve tarafların yeterli ortak zeminde buluşamadıklarını belirtmekle yetinmiştir. Bununla birlikte Türk tarafının tezlerinin artık masada olduğu, Rumlar ısrar ve inatla kabul etmese de eğer müzakereler devam edecek olursa Guterres’in ifadesiyle “dairenin kare yapılacağı” açıktır. Rum basını tarafından dönüşte topa tutulan Anastasiadis’in “5+1 hezimet” olarak algılanan yaklaşımı sonrasında artık adada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı da açıktır. Her ne kadar Rumlar Kıbrıslı Türklerin “eşit uluslararası statü” ve “egemen eşitlik” yaklaşımlarını kabul etmese de bunlar artık masadadır, kayıtlara geçmiştir ve uzun soluklu filmin diğer aktörleri başta İngiltere olmak üzere süreçte beklenmedik hamleler içine girebilir. Rum tarafını endişeye sevk eden de budur.

GKRY Dışişleri Bakanı Nikos Hristodulidis’in “Rum tarafı için hedefin, görüşmelerin Crans Montana'da kaldığı yerden yeniden başlaması için uygun koşulların yaratılması olduğunu ve çözüm zemininin değişmesinin söz konusu olmadığını”  belirttiği veRumların “Fırtınayı atlattık.” diyerek özetledikleri Cenevre Süreci esasında mal tazmin, garantiler, eşit egemen statü, mülkiyet, toprak, garantörlük gibi değerler üzerinden artık kronikleşen ulusal menfaatlerine aykırı gördükleri taleplerdir. Yıllardır Kıbrıs müzakerelerini “uluslararasılaştırarak” kazanabileceklerini değerlendiren Rumların yıllardır masada son toplantıda da olduğu üzere “Maraş’ı isterim. Karpaz’ı isterim. Güzelyurt’u da isterim.” gibi kabul etmeyen, uzlaşıdan uzak, iyi niyetten bihaber tavır sergilemesi umut bağladıkları uluslararası diplomasi çevrelerince de artık istenmeyecekleri ya da pek kabul görmeyecekleri bir hava yaratmaktadır.

Bu sürecin devamında şüphesiz AB’den kopmuş ve en azından ekonomik anlamda derin ve rahat bir nefes almış Londra’nın tavrı merak konusudur. Adanın %2.5’luk kısmına sahip olan İngiltere’nin bölgedeki enerji kaynaklarından Münhasır Ekonomik Bölge noktasına reel politiğe uygun adım atacağı ve şimdilik “Bekle ve gör.” politikası uygulayacağı görülmekle birlikte kafalarda “Acaba KKTC…?” sorusunun olduğu da net bir şekilde görülmektedir. Görünen o ki Türkiye’nin Akdeniz’de hiç olmadığı kadar proaktif bir tutum sergilemesi, Akdeniz’e en uzun kıyı veren ülke olarak buradaki mevcudiyetini ekonomik, siyasi ve şüphesiz askeri alanda göstermekten çekinmemesi ve Akdeniz’in öte yakasında KKTC ile son dönemde hiç olmadığı kadar uyumlu, kararlı ve istikrarlı bir yaklaşım sergilemesi köprülerin altından akan suların KKTC hanesine yazılacağının da açık bir göstergesidir.”

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.