Budanmayan ağaç içten içe çürür
Duyguları ezberlemek ve devreye sokmak, kendimizi değişimden alıkoymak.
Tahmin edilebilir bir gelecekte yaşamak.
Kısacası "Takılıp Kalmak", yalnızca bir ruh hali değil, alışılagelmişe yönelik bir eğilimdir de…
Dünü değerlendirmek, düne takılıp kalmak mıdır?
Takılıp kalmışsak, demokrasinin yerleşmemişliğinden şikayet edebilir miyiz?
Buna hakkımız var mıdır?
Bir yandan demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile ülkemizde yerleşmediğinden şikayet ederken, Diğer yandan düne “Saplanıp Kalmak”!
Yapmamız gereken, belirsizliği kucaklayan bir düşünce yapısına sahip olmak değildir. Yapmamız gereken şey, "Budamak"tır...
Çünkü, sistemin ve toplumun belirli süreçlerden ve yöntemlerden kurtulmaya ihtiyacı vardır.
Kıbrıs’ın kuzeyinde yaratılan sistemin hiç de verimli olmayan, üretmeyen ve dolayısı ile topluma yeterince yararlı olamayan unsurları vardır.
Geçerliğini kaybetmiş olan uygulamaları vardır.
Bu unsurlar temizlenmezse, tıpkı verimsiz bir ağacın dalları gibi, Kıbrıs'ın kuzeyi de sağlıklı büyüyemez.
Budanmadığı için de, içten içe çürümeye başlar...
Bu, yani “Budama”, yalnızca bir gereklilik değil, zorunluluktur.
Fark yaratacak olan, siyasetin merkezinin sistemde budama yapma ve yerine "Yeni, Üretken ve Yaratıcı” olanı koyma cesaretine sahip olmasıdır.
Yani "Budama".
Budarsanız, ağaç daha güçlü büyür.
Budanmazsa, ağacın dalları gelişigüzel büyür. Demek ki, sağlıklı ağaç yetiştirmenin önemli bir yolu da;
Zamanı gelince ağaçları budamaktan geçer!
Devleti toplumsal ideallerle yönetecek ve yaptığını, kamu lehine olacak şekilde yapacaksın...
Bunun için, Devletin, çeşitli yollarla toplumdan kazandığını, topluma kaliteli hizmet olarak geri vermesi gerekir...
"Biz öyleyiz, biz şöyleyiz" demek yetmez! Bir partinin ve bir hükümetin itibarı, toplumun ona verdiği kanaat notudur. İtibar, rekabet avantajı demektir!
Ve bir partinin ya da hükümetin sahip olabileceği en değerli algıdır itibar.
Bu çoğu zaman ideoloji değil, vaatlerini ne kadar yerine getirdiğiyle de yakından ilgilidir.
Bunları daha önce de birçok defa yazmıştım...
Yazmıştım, çünkü siyasetteki yabancılaşmanın kimlik, düşünce ve duruş ile ilgisini kurmak gerekir.
Örneğin, "-mış gibi" bir tavır benimsemek!
Hegel’e göre "Özne", kendini gerçekleştirmeye çalışan yaratıcı insandır."Nesne" ise başkaları tarafından etkilenip yönlendirilendir.
Yani uyumsuzluk, ruhunda kendini bularak, tarz ve düşünme biçimi haline gelir.
Böylelikle başkaları tarafından etkilenip yönlendirilirsin...
Neticede Barış ideali ve hedefi ile Çözüm arıyor"muş" gibi yapabilirsiniz ama bu yolu yürümezsiniz.
Ortaya bir ikilik realitesi koyar ve Barış ruhunun bütünlüğünü kırarsınız.
Robinson'un bulunduğu gemi fırtına sebebiyle kayalara çarparak parçalanınca, yine en önemli soruyu Engels sormuştu.
Engels: "Neden aynı adada sadece iki kişilerken, Robinson Crusoe, Cuma’nın efendisi olabiliyor? Burada "efendiyi" belirleyen nedir?" diye kritik yapmıştı...
Oysa ki, tam da burada, Cuma’nın önünde bir seçim vardır. Nedir o seçim? Eylemde bulunmak!
Artık "Kendi gibi olma" reflekslerini düşünceleri kısıtlamak gibi bir statüko gücüne dönüştürerek hedeflere varmanın, bir reforme değil, sindirme yöntemi olduğu gayet açıktır!
Lâkin düşünen ve temaşa eden varlığı yani insanı yaşadığı coğrafyadan kovamazsınız...
Kısacası değişirken değiştirmeyi öğrenmekten başka çare kalmadı, yok!
Değişimi kontrol etmenin tek yolu değişimin frekansına girmektir...
Sivil ve kurumsal önceliğimiz ne olmalı?
Din mi? Bilim mi?
Toplumsal ve evrensel değerler mi?
Yoksa başka bir şey mi?
Ne peki?
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.