Gizli süreç, batmayan uçak gemisi ve faydaları…

Yayın Tarihi: 19/04/24 07:00
okuma süresi: 8 dak.

Brüksel'de yapılan Avrupa Birliği zirvesinin sonuç bildirisinin Türkiye ile ilişkilerle ilgili bölümü önceki gece açıklandı.

Bildiride, "AB'nin, Doğu Akdeniz'de istikrarlı ve güvenli bir ortam ile Türkiye'yle işbirliğine dayalı ve karşılıklı yarar sağlayan bir ilişki geliştirilmesinde stratejik çıkarı vardır" denildi.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'in, AB Komisyonu'na Kasım 2023'te sunduğu ortak raporda yer verilen önerilerle ilgili çalışmaların ilerletilmesinin talep edildiğinin duyurulduğu bildiride, bunların "aşamalı, orantılı ve geri döndürülebilir" şekilde ve gerektiğinde AB Konseyi'nin ek rehberliğine tabi olarak ilerletilmesi için AB Daimi Temsilciler Komitesi'ne (COREPER) talimat verildiği ifade edildi.

Yine bildiride, "Türkiye'nin kendi yapıcı katılımı, raporda belirlenen çeşitli işbirliği alanlarının ilerletilmesinde faydalı olacaktır" değerlendirmesi yapıldı.

Bildiride, ayrıca "AB-Türkiye işbirliğini de geliştirebilecek olan Kıbrıs müzakerelerinin yeniden başlamasına ve ilerlemesine büyük önem vermektedir" denildi. AB'nin konunun çözüme kavuşturulması için Birleşmiş Milletler (BM) himayesindeki sürece bağlı olduğunun vurgulandığı bildiride "AB, elindeki tüm uygun araçlarla, BM liderliğindeki sürecin tüm aşamalarını desteklemede aktif rol oynamaya hazırdır." ifadesi kullanıldı.

Bunu bir yere koyalım.

Bir diğer önemli açıklamaysa AB Konseyi Başkanı Charles Michel’den geldi. AB liderlerinin Türkiye konusunda stratejik bir görüşme gerçekleştirdiğini ve oturumun sonunda tüm liderlerin Türkiye ile ilişkiler konusunda mutabık olduğunu ifade eden Michel, “Türkiye ile olumlu bir ilişki kurmak istiyoruz. Bu ülke ile istikrarlı ilişkiler geliştirmek istiyor ve aşamalı, orantılı ve geri dönebilir bir yaklaşım temelinde çalışmak istiyoruz. Burada, Kıbrıs’taki durumun, özellikle de BM’nin çözüm sürecinin son derece önemli olduğuna vurgu yapmak istiyorum” dedi.

Bunu da diğerinin yanına koyarak bir de Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ne diyor, ona bakalım. Rum lider diyor ki, “Bu tarihi bir andır. Uzun zamandır bu anı bekliyorduk. Konseyin kararını selamlıyoruz. Bu çözüm müzakerelerinin yeniden başlaması için BM Genel Sekreterinin elini güçlendirecek bir karardır. Artık herkes, Kıbrıs sorununda bir ilerlemenin, AB-Türkiye ilişkilerinde bir ilerlemenin anahtarı olduğunu anlamış durumdadır. Türkiye kabul etse de etmese de, bu konu Kıbrıs üzerinden ilerleyebilir.”

Tam da Annan Planı referandumunun 20.yılını hüzünle andığımız günlerde, belki de her şeyin bittiğinin düşünüldüğü bir anda yapılan bu açıklamalar her bakımdan önemlidir. Üstelik tam da Annan sürecinin en güçlü argümanı olan Türkiye-AB ilişkileri bağlamında bunların tekrar ortaya konulması manidar olduğu kadar kritiktir de.

Bu yüzden son 24 saattir kulislerde çeşitli iddialar ortaya atılmaktadır. Hem de Türkiye’nin açıklamaya gösterdiği negatif tutuma rağmen. Çünkü Türkiye Dışişleri, her ne kadar da konseyin açıklamasındaki ifadeleri “AB’nin Türkiye’nin stratejik durumuna ve önemini anlamadığına dair bir başka örnek” diye nitelese de aynı açıklama içinde yapılan “Türkiye, AB sürecine devam etmekte kararlıdır” denilmesi önemli bir ayrıntı olarak dikkat çekmektedir.

İşin içinde hiç olmayan KKTC yetkilileri de muhtemelen Türkiye Dışişlerinin açıklamalarını “kraldan çok kralcı” bir şekilde destekleyen açıklamalar da yapacaktır.

Fakat onların yapacağı açıklamaların hiçbir kıymeti yoktur. O yüzden pas geçiyorum.

Zira 1997-1999 arası yaşananlar halen aklımızdadır. Türkiye, 1997’de Lüksemburg’ta üyelik onayı almayınca hemen Kıbrıs kartını oynamış ve ‘konfederasyon’ diye bir formülü ilan etmişti. Yani iki devletli modelin o zamanki adı!

Dönemin merhum Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve o zamanki KKTC Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş’ın ortak açıklamasıyla duyurulan o adımdan sonra neler olduğunu hatırlamayanınız yoktur diye düşünüyorum. Bir ara “KKTC’yi ilhak ederiz” diye tehditlere kadar işi vardıran Türkiye, 1999’da Helsinki’de üyelik görüşmelerine başlama onayını alır almaz, konfederasyondan çark etmiş, Denktaş-Klerides sınırı geçerek karşılıklı ziyaretler yapmış, ardından da Annan süreci başlamıştı.

Yani ne demek istiyorum? Dediğim şu: En umutsuz, en maksimalist önerilerin ortaya atıldığı anda bile en kuvvetli çözüm ihtimalleri doğabilir. Aradan geçen 20 yılın ardından geldiğimiz noktayı biraz da böyle değerlendiriyorum. Ama bu çok umutlu olduğum anlamına gelmez.

Son makalelerimden bir tanesinde BM’yi eleştirmiştim. “Madem umut yok, niye Maria Holguin’i atadınız” diye?

Ben bunları yazınca çeşitli kaynaklar vasıtasıyla bir takım olumlu gelişmeler de kulağıma çalındı. ‘Fazla sabırsız ve heyecanlı’ olduğum söylendi. Sakın hayatımın yarısından fazlasını Kıbrıs sorununun çözümüne (kendimce) harcadığım için olmasın?

Buna fazla kafayı takmadan devam edecek olursam, efendim, Kıbrıs sorununda, Kıbrıs dışında bir başka sahne daha kurulmuş. Arka kapı diplomasisi adı altında yürütülen bu görüşmelerin merkez noktası Londra’ymış. Denilen o ki Holguin, Londra’da ofis açmış, garantörlerle görüşmeler yapmış, yapıyormuş. İşin içinde Amerikalılar da varmış ve konular garantörler seviyesinde gizlice sürüyormuş. Yani ortada gizli bir pazarlık dönüyormuş.

“Muş” diye yazdığıma bakmayın, bilgiler güvenilir bilgiler. Tabii ben de kendimce kafa patlatıyorum.

Şekil olarak baktığımızda, 1960 öncesine dönmüş gibi bir durum var. Londra-Zürih antlaşmalarının öncesine bir dönüş. Türkiye-Yunanistan-İngiltere arasında kotarılan 1960 antlaşmaları ancak bu üç ülkenin yeni bir uzlaşıya varmasıyla değiştirilebilir. Crans Montana’da geçilemeyen nokta tam olarak bu noktaydı. Evet, garantiler masadaydı ama en yüksek düzeyde henüz tartışılmamıştı dolayısıyla işler orada koptu.

Şimdiyse işin içine bizi pek karıştırmadan, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de uzak tutarak bir takım gizli görüşmeler yapılıyor. Nihayetinde Kıbrıs sorunu uluslararası bir sorundur ve çözüm platformu da oradadır.

Lafın kısası şudur: Türkiye, AB sürecine devam etmek istemektedir ve bunun en büyük sebebi ekonomik krizdir. Türkiye, Yunanistan’la da işleri iyi tutmak istemektedir çünkü Ege’deki sorunları çözüp, kazan-kazana getirmek istemektedir. Yunan adalarında başlayan vize serbestisi denemesi tam da bu yüzdendir ve sonucunda tüm AB için uygulanmaya başlanacaktır. Öte yandan Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarında uzlaşı da Kıbrıs sorununun çözümünden geçmektedir.

İyice kaynayan bir kazana dönen Orta Doğu’da, biraz klasik laf olacak ama, Kıbrıs adası hala daha batmayan uçak gemisi pozisyonundadır. Türkiye’nin bu gemiden yer alması, yasal bir duruma gelmesi kuşku yok ki Garanti ve İttifak Antlaşmalarının yeniden revize edilmesinden geçer. Yani Kıbrıs sorununun çözümünden.

Ve Charles Michel’in dediği gibi “BM’nin Kıbrıs’ta yürüttüğü çözüm süreci çok önemlidir.”

Nedir o süreç?

İki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan bir federasyon.

Belki son yıllarda federal çözüm isteyenleri hain ilan etmek çok revaçta olabilir ama federasyon çözümü sadece adadaki halklara değil, en başta Türkiye olmak üzere diğer bölge ülkeleri için de müthiş bir sinerji yaratacak potansiyeldedir.

Umarız bu fırsat heba edilmez…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları