Türkiye-Libya Mutabakat Muhtırası ve Kıbrıs
Türkiye Cumhuriyeti ve Libya’nın Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasında geçtiğimiz hafta iki tane mutabakat muhtırası imzalandı.
Muhtıraların bir tanesi Güvenlik ve Askeri İşbirliği’ni kapsarken diğeri ise Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması’na ilişkin mutabakatı içermektedir.
Akdeniz’de yaşanan rekabet ve belirsiz atmosferden dolayı Kıbrıs kamuoyunun ve bölge ülkelerinin en çok ilgilendiği Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Mutabakatıdır.
Bu mutabakatın imzalanması özellikle Akdeniz havzasında yer alan birçok ülkeyi ve jeopolitik durumu derinden etkileyecektir.
İmzalanan mutabakat yani deniz yetki alanları mutabakat muhtırası kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeyi (MEB) ifade etmektedir.
BM Uluslararası Deniz Hukuku sözleşmesinde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeye ilişkin hükümler net bir şekildedir. İlgili sözleşmenin 57. maddesinde münhasır ekonomik bölgenin(MEB) genişliği bir ülkenin karasularının ölçüldüğü kıyı noktasından itibaren 200 mil olduğu belirtilmektedir. Benzer şekilde sözleşmenin 76. maddesinde de bir ülkenin kıta sahanlığı tanımı yapılırken, 200 deniz mili mesafe esas alınmaktadır. 77. maddenin ilk paragrafında ise sahildar devletin kıta sahanlığı üzerinde araştırma ve doğal kaynakları işletme hakkının bulunduğu açıkça ifade edilir. İlgili maddenin ikinci paragrafında ise doğal kaynakların sahildar devlet tarafından işletilmediği takdirde, sahildar devletin rızası olmadan hiç kimsenin faaliyete girişemeyeceği de belirtilmiştir.
BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne bilindiği üzere bölge ülkelerinden Türkiye, İsrail ve Suriye taraf değiller, ancak ilgili sözleşmeye taraf olan ülkeler BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (BMDHS) esas alınmasını öngörüyorlar. Peki, BMDHS şu anda karşı karşıya olduğumuz benzer durumlar için ne diyor? İlgili sözleşmenin 74. ve 83. maddelerinde şu ifade yer almaktadır: “Sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasında münhasır ekonomik bölgenin-kıta sahanlığının sınırlandırılması hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak amacıyla, Uluslararası Adalet Divanı Statüsünün 38. maddesinde belirtildiği şekilde, uluslararası hukuka uygun olarak anlaşma ile yapılacaktır’’ (Bkz. BMDHS,1982).
Doğu Akdeniz özeline döndüğümüz zaman sahillerin bitişikliğini ve karşı karşıya oluşlarını ve ülkeler arasındaki mesafenin de 400 deniz milini bulmadığını görmekteyiz. Bu bağlamda tek çözümün devletlerarasında bir anlaşmayla mümkün olacağıdır. Burada da referans olarak BMDHS’nin 74. ve 83. maddeleri dikkate alınabilir... Başka bir deyişle Akdeniz’e kıyısı olan tüm ülkelerin bir araya gelerek uzlaşması ve imza atması gerekmektedir. Buna benzer son bir örnek Hazar Denizi üzerine gerçekleştirilen uzlaşıdır. Ağustos 2018’de gerçekleştirilen zirvede Hazar’a kıyısı olan devletler “deniz’’ ve “göl’’ tartışmasını devam ettirseler bile, imzalanan anlaşmayla Hazar Denizi’nde bir uzlaşı çerçevesinde paylaşıma gitmişlerdir.
Doğu Akdeniz havzasında da ilgili kıta sahanlığı ve MEB uyuşmazlığının çözümünde tüm kıyıdaş devletlerin ortak bir noktaya gelmeleri elzem gibi görülüyor. Bunun için de tüm kıyıdaş devletlerin katılımıyla bir uluslararası zirvenin gerçekleşmesi gerekiyor. Bu zirvenin gerçekleşmesi için Kıbrıs sorununun kapsamlı bir şekilde çözülmesi de önemli bir nokta.
Aksi durumda ne oluyor? Aksi durumda, Türkiye-Libya kıyıları arasında oluşturulacak olan kıta sahanlığı ve MEB paylaşımı çerçevesinde yeni bir jeopolitik durum ortaya çıkacaktır (Libya’nın Türkiye ile bu konuda işbirliği yapmasının en büyük nedeni Yunanistan’ın Girit adasını esas alarak 2014 yılında hem karasularını belirlemesi ve Libya’ya bir sınır dayatmasında bulunmasıdır). Bu jeopolitik durumla da Levan ve Kıbrıs’ın güney kıyılarından çıkması muhtemel hidrokarbon kaynaklarının uluslararası pazara aktarmak amacıyla Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail’in işbirliğinde öngörülen East-MED boru hattı projesi tehlikeye giriyor. Benzer projelerde ileride Mısır’ın da yer alacağının olasılığı düşünülürse, Doğu Akdeniz’deki kaos daha da derinleşecektir.
Sonuç olarak, Doğu Akdeniz havzasında olası hidrokarbon projelerinin yürürlüğe girmesi bağlamında Kıbrıs sorunun çözümüne yönelik tüm tarafların KKTC’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından bir araya gelmeleri gerekmektedir. Buna ek olarak kıta sahanlığı münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmesinde de konulara taraf olan devletlerin (kıyıdaş) çok taraflı bir diplomasi masası etrafında bir araya gelmesi kaçınılmaz gözüküyor. Kısacası Türkiye ve Libya’nın atmaya başladıkları adımlar bölge jeopolitiğinin yeniden şekillenmesi açısından önemli bir gelişmedir.
Not: Uluslararası İlişkiler disiplini bize tüm olasılıkları ve aktörleri dikkate almamızı söyler, bu bağlamda Libya’da Halife Hafter’in etkinliğinin ileriki günlerde ne boyutta olacağı da önemli bir konu olarak önümüzde durmaktadır. Hafter’in Türkiye karşıtlığı da bilinen bir gerçek, öyle ki Libya karasularındaki Türk gemilerini geçtiğimiz yaz aylarında vurulması gereken düşman olarak da tanımlamıştı. Bu bakımdan Libya’daki iç gelişmeler de bölge jeopolitiğinin gelişmesinde önemli bir etken.
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.