İÇ HABERLER
okuma süresi: 22 dak.

Varoğlu: "Durduran, Akıncı için 'dansöz' dedi, disiplin suçu işledi"

Varoğlu: "Durduran, Akıncı için 'dansöz' dedi, disiplin suçu işledi"

Eski TKP Girne Milletvekili, Girne'nin Esat Hocası, Esat Varoğlu Kıbrıs Postası'na konuştu… "Durduran, Akıncı için 'dansöz' dedi, disiplin suçu işledi…"

Yayın Tarihi: 21/02/16 09:00
okuma süresi: 22 dak.
Varoğlu: "Durduran, Akıncı için 'dansöz' dedi, disiplin suçu işledi"
A- A A+

Esat Varoğlu…

1941 Baf, Prastio doğumlu…

Lise eğitimini bitirir bitirmez köyünde geçici öğretmenliğe başlayıp kendi kardeşlerini okuturken aynı zamanda TMT'nin Petek Beyi olarak görev yaptı. Ardından Öğretmen Kolejinden mezun olup çiçeği burnunda bir öğretmenken 21 Aralık olayları başladı ve tam 7 yıl süren mücahitliği işte o gün başladı…

'Sakıncalı' olduğu için 1974 yılına kadar köyüne dönemedi, ailesinden ayrı kaldı.

1968'de bir grup arkadaşı ile birlikte KTÖS'ün temellerini attı ve Kıbrıs Türk toplumu gerçek bir muhalefet ile ilk kez tanıştı.

Esat Hoca o günleri "bırakın grev gibi eylemleri, basit bir demecimizle bile memleket kalkar otururdu" diye anıyor.

Ardından önce Halkçı Parti, 1976'da TKP'nin kuruluşunda yer aldı, 1981'de, Kıbrıs Türk siyaset tarihin dönüm noktası olan genel seçimlerde Girne'den milletvekili seçildi.

Ancak Durduran başkanlığındaki muhalefet partilerinin koalisyon hesabı Türkiye tarafından engellendi. Sonraları Esat Hoca bu konuyu o zamanın etkili bir Albayına sorduğunda manidar bir cevap alır… "Eğer koalisyon kurulsa, darbe yapacak değildik. Para musluğunu biraz kısacak, memleketi Rum'a satmadığınızı görürsek de normal devam edecektik…"

Esat Hoca 1980 devlet başkanlığı seçimlerinde de müdahale olduğunu düşünüyor… "Müdahale olmasaydı, Ziya Rızkı Denktaş'ı geçmişti…" diye durumu anlatıyor…

Ardından TKP içerisinde derin tartışmaların yaşandığını anlatan Esat Hoca, Denktaş'ın 'TKP'de hücrelerim vardı' açıklamasına istinaden hücrenin Fuat Veziroğlu olduğunu söylediğini belirtti.

KKTC kuruluşundan kısa bir süre önce alınan 'ret oyu' kararının oylama günü değişmesini parti meclisinin toplanmamasına bağlayan Varoğlu, 14 Kasım gecesi TKP MYK ve Durduran da dahilMeclis grubunun 'oybirliği' ile evet kararı aldığını belirtti.

Durduran'ın partiden atılması diye bir şeyin söz konusu olmadığını, kendisinin istifa ettiğini belirten Esat Varoğlu "Durduran Akıncı'ya karşı kaybedince aleni olarak sert ithamlarda bulundu. 'Akıncı dansöz gibi kıvırdı' şeklindeki bu ithamlar parti içi bir suç teşkil ediyordu, disipline verildiler. Ancak kararı beklemeden istifa ettiler. Atılma işi doğru değildir…"

Röportaj: Ulaş Barış - Kıbrıs Postası

Öğretmenlikten Mücahit komutanlığına…

Esat Hocam, nerede doğdunuz, öğreniminizi nerelerde yaptınız?

1941'de Baf'ınPrastio (Yuvalı) köyünde doğdum, ilkokulu orada okudum. Ortaokulun 1 yılını Limasol 'da, geriye kalan bütün yıllarını ise Baf Kurtuluş Lisesi'nde tamamladım. Lise biter bitmez, kendi köyüme geçici öğretmen olarak atandım. 2 yıl orada çalıştım, hatta kardeşlerime de öğretmenlik yaptım. Ardından da Atatürk Öğretmen Koleji sınavlarına girip kazandım. Orayı tamamladıktan sonra 6 arkadaşımla birlikte ki bunların bir tanesi Şehit Ertuğrul Ahmet'tir, İsrail'de tarım öğretmenliği üzerine burs kazandık. Bu kursun amacı köylüyü tarımda tutup, köyünde hayatını idame ettirmesi üzerine idi. Biliyorsunuz İsrail tarımda çok ileri bir devlettir, Kibbutz'lar filan çok iyi işler yapmışlardır. Ancak önceden Pergama (Beyarmudu) Köyünde bu kursun bir ön çalışması olacaktı, oraya gittik. Tam o sırada 21 Aralık olayları patlak verdi. İşte Ertuğrul Ahmet o sırada hafta sonu tatili için gittiği Küçük Kaymaklı da şehit düştü. Olaylar daha da şiddetlenince biz de geri döndük ve Lefkoşa'daki 22.Bölüğe intikal ettik. Tabii bu yüzden de köyüme dönemedim. 1974'e kadar ailem orada kaldı ama ben gidemedim. Malum, ismimiz listelerde yazılıydı, geçemezdik.

Yani 1963 göçmenisiniz bu durumda?

Evet, öyle oldu. Ailem de 1974'te göçmen düştü. Önce Malya'ya, sonra Piskobu'ya en sonunda da Kuzeye geldiler. Tabii ben 22. Bölüğe girdikten kısa bir süre sonra, onbaşı, çavuş ve en sonunda takım komutanı oldum. Bir ara bölük komutan vekili de oldum. Bu arada en başında köyümde geçici öğretmenlik yaparken TMT'nin bölge sorumlusu oldum. O zaman buna Petek Bey'i denirdi. Ben de öyle idim. 31 Temmuz 1970 gününe kadar 22.Bölükte kaldım ve o gün bir olay sebebiyle öğretmenliğe geri dönmek istediğimi sancaktara söyledim. O da kabul etti ve sivil hayata geri döndüm, öğretmenliğe başladım. İlk görev yerim Şehit Ertuğrul İlkokulu oldu. O zamanki adı Kumsal İlkokulu idi. Sonraları şehitlerin ismi okullara verilmeye başlayınca ben de Ertuğrul Ahmet isminin o okula verilmesi için çok mücadele ettim. Sonunda okulun ismi o oldu.

KTÖS'ün temelleri atılıyor… "Denktaş bizi görmek istemezdi…"

Politikaya nasıl girdiniz peki?

1968'de iyi saatte olsun Turgut Avşaroğlu bana geldi ve dedi ki "hocam bir sendika kuralım". Sonra da "neden kadın öğretmen erkekten daha az alır? Neden maaşlarda eşitlik yoktur?" gibi seylerden bahsetti. Ben de dedim "hadi o zaman kuralım." Ve o zamanki adıyla Kıbrıs Türk İlkokul Öğretmenleri Sendikasının (KTÖS) temelleri işte öyle atıldı. Büyük mücadelelerden sonra aynı yıl sendikayı kurduk. İlk genel sekreterimiz Mehmet Lisani Hoca oldu. Sonra gençler tümden idareyi ele aldı. Ben de uzun süre yürütme kurulunda görev yaptım, en sonunda da 1979'dan 1981 Şubat'ına kadar genel sekreterlik görevinde de bulundum.

Tabii sendika kurulur kurulmaz yönetime sert muhalefet yapmaya başladı ve ülke muhalif bir sese kavuştu. Nasıldı o zaman muhalefet yapmanınzorlulukları?

Hatırlarım da bırakın eylem yapmamızı, herhangi bir beyanatımız bile çıktığında memlekette deprem olurdu, o derece güçlü bir sendika idi KTÖS… Rauf Denktaş'a karşı çok sert muhalefet yaptık ama Denktaş bunu da kendine çıkara dönüştürmesini bildi, yani bu durumu kullandı. Nasıl kullandı? Biz grev yaptığımız zaman, o da dönüp Ankara'ya "aha bakın grev yaparlar para isterler, ne yapayım?" deyip rahat rahat maddi kaynak talebinde bulunurdu. Ama işin doğrusu Denktaş bizi görmek bile istemezdi, o kadar canını sıkardık. Neyse, araya 74 harbi filan girdikten sonra 1976'da Toplumcu Kurtuluş Partisi'nin temellerini attık, bu kuruluşta sendika olarak bulunduk. TKP'nin tabanı KTÖS'ten gelmedir yani. Hatırlarım da o zamanlar rahmetlik Burhan Nalbantoğlu'nun evinde sabaha kadar süren toplantılar yapardık. Aslında ilk olarak Halkçı Parti'yi kurduk ama o partinin bazı kurucularının yarattığı sorunlar nedeniyle işler orada yürümedi.

Kimdi onlar?

İsim vermeye gerek yok ama oradaki zihniyet, 'ben geldim parti başkanı oldum, genel sekreter oldum, ben ne dersem o olur' şeklinde idi. Yani bu arkadaşların kimisi öldü, kimisi hayattadır ancak kesin olan şey, içlerine demokrasiyi sindirmiş olmamalarıydı. Dolayısıyla bir grup arkadaş oradan koparak TKP'yi kurma yoluna gittik. O günlerde TKP'ye başkan kimi yapalım, böyle hırslı filan olmayan birisi, 'illa da başkan kalayım' kafasında olmayanbirisini düşünürken, arkadaşlar Alpay Durduran'ı önerdi. (Gülüyor) Hırsı mırsı yoktur demişlerdi bize o zaman. Altılar grubu olarak kurucu mecliste görev yapan arkadaşlarımız, sonradan yanlarına Özgürlük Grubu ki onlar da İsmail Bozkurt, Fuat Veziroğlu ve Burhan Nalbantoğlu idi, hep beraber TKP temelleri öyle atıldı. Böylece 1976 seçimlerine girdik ve 6 milletvekili çıkardık. HP de girdi o seçime ve onlar da 2 tane vekil çıkardılar. CTP de aynı seçimde 2 vekil çıkarmıştı.

"1981'de kontenjan adayısın dediler, kabul etmedim, ön seçime girip kazandım…"

Siz ne zaman aday oldunuz ilk kez?

1981 seçimleri yaklaştığında parti çok daha güçlü bir kadro ile seçime girmeye karar verdi ve bana da kontenjan adaylığı teklif edildi. Ben dedim aday olacaksam ön seçimle olurum ve gittim ön seçime girdim. Sonunda Girne ilk sıradan seçime girip seçimi kazandım. Tabii ben politikayı hiç sevmezdim ama mecburen işin içinde bulunduk. Arkadaşlar ısrar etti yani bana kalsa aday olmazdım. Sonuç olarak TKP o seçimlerden zaferle, 13 vekil çıkararak çıktı. CTP 6, Nejat Konuk ve İsmet Kotak'ın partileri de meclise girdi o seçimde. UBP 19'da kaldı ve çoğunluğu kaybetti. Biz UBP dışındaki partiler kendi aralarında anlaşmış, hatta deklarasyon bile yayınlamıştı. Fakat müdahale edildi. Aslında müdahale yapılmayaZiya Rızkı'ya 1980 seçimlerinde başlandı. Rızkı'yı adaylıktan çekilsin diye çok zorladılar ama o çekilmedi, seçime girdi.

"1980 seçimlerinde Ziya Rızkı, Denktaş'ı geçti ama müdahale edildi…"

O seçimle ilgili çok şaibeler olduğu bir gerçek. Sizce de geç gelen sandıklar yüzünden mi kaybetti Ziya Rızkı Denktaş'a karşı?

Yani Güzelyurt'tan 4 ya da 6 sandığın sonuçlarının çok sonra geldiği bilinen bir şeydir. Bütün sandıklar sayıldığında ve sonuçlar ilan edildiğinde Denktaş'ın oyu yüzde 48 civarındaydı ama doğru değildi bu. Ancak Güzelyurt sandıkları bunun dışındaydı ve kesin olan şey Ziya Rızkı'nın orada çok güçlü olduğuydu. Çünkü biliyorsunuz Ziya Rızkı oradaki insanların çoğunluğu gibi Limasolludur. Sonunda o sandıkların sonuçları uzun süre sonra geldi ama gelmeden Denktaş'ın seçimi yüzde 50'den çok az yukarıda kazandığı ilan edildi. Yani sandıklar sonradan sayıldı. Böyle bir demokrasi olabilir mi? Ben eminim, eğer o sandıklar daha önce sayılsaydı, Rızkı'nın oyları çok daha fazla olacaktı. İşin doğrusuDenktaş'ın oyu Ziya Rızkı'dan daha gerideydi. İşte bu sonuç ortaya çıkınca, halkın tepkisi de arttı ve 1981 sonucu üzerinde etken oldu. O seçimin hemen ardından daha evvelden anlaştığımız gibi, 3 parti hükümeti kuracağımızı KTÖS'teki bir toplantı sonrası açıkladık ancak hemen müdahale başladı. Ve bunun sonucu olarak da Nejat Konuk istifa ettirildi. Böylece sayısı 20'ye düştü. Sonra Konuk bu istifayı kendine yediremedi, dönüp vekillikten de istifa etti. Ama gelin görün ki bu kez de baskı yapıldı ve istifasını geri almak zorunda kaldı. Hal böyle olunca, yani hükümet bize verilmeyince, bu kez de işin için UBP-TKP koalisyonu girdi.

Sizin tavrınız ne oldu o konuda? UBP ile hükümet kurulmasına nasıl baktınız?

Ben olması gerektiğini düşünüyordum. Bunun sebebi de, eğer biz o hükümeti kurabilseydik, UBP o hükümet içinde eriyip gidecekti çünkü bizim kadrolarımız onlardan çok daha iyi ve donanımlıydı. Ama tabii orada da iç ve dıştan müdahaleler oldu tabii bu hükümet de kurulamadı. Sonraları, KKTC kurulduktan sonra meclis heyeti olarak rahmetli Bülent Ulusu'nun davetlisi olarak Ankara'ya gittiğimizde, bizim onurumuza yemek de verilmişti. O yemekte hiç unutmam, ismini şimdi hatırlamadığım bir Albay ile yan yana düşmüştük. O Albay aslında UBP-TKP koalisyonunu zorlayan birisi idi. Bulmuşken ona sordum; "eğer Konuk istifa etmeseydi de 3'lü koalisyonu size rağmen kursaydık, ne yapacaktınız? Darbe?" Albay güldü ve dedi ki "yok, darbe yapmayacaktık. Biraz para musluğunu kısacaktık ve bakacaktık, eğer vatanı Rum'a satmıyorsanız, normal devam edecektik…"

"Denktaş'ın TKP hücresi Veziroğlu idi…"

1981 seçimleriyle ilgili ortaya birçok iddia atıldı. Son olarak röportaj yaptığım Alpay Durduran da Mustafa Akıncı için ortaya bazı iddialar attı, ve Denktaş'ın 'TKP içindeki hücrelerim var' açıklamasına atfen 'o hücrelerden birisi de Akıncı olabilir' dedi. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?

Şimdi rahmetli Denktaş'ın bir açıklamasında geçer bu iddia ve orada 'her partide hücrelerim var' demişti. Aslında TKP içindeki hücresini de sonraları açıkladı; Fuat Veziroğlu. Yani hücreleri vardı ve çalışıyordu ama böyle bir iddia doğru değildir. Sayın Akıncı ilk günkü çizgisi ne ise şimdiki de odur. Ancak bu hücre iddialarının esas gündeme gelmesi KKTC'nin ilanı sırasında olmuştur. 1981'den sonra Alpay Durduran başkanlığı bıraktı ve İsmail Bozkurt başkan oldu. Biz, Akıncı'nın da dahil olduğu Özgürlük Grubu KKTC'nin kurulmasını savunuyorduk ama Durduran'ların grubu bunun karşısındaydı. Bizim tezimiz, "Rumlar o tarafta devlet, biz de devlet olalım da hiç olmazsa yarın federasyon kurulacaksa biz de hazır olalım" mantığınadayalıydı.

Tam tersini savunanlar da var ama. Yani KTFD'nin aslında kurulması planlanan federal yapının bir parçası olduğunu…

Evet, işte o fikirle bu fikir çatışıyordu. Bizim bir başka düşüncemiz de Türkiye'ye karşı bağımsızlık ilan etmekti. O zamanın koşullarında bu mümkün müydü derseniz, pek değildi aslında. Ama en azından bir devlet olunca dünyanın gözü üzerimizde olacak ve Türkiye o derece müdahaleci olamayacak fikrinde olanlar vardı. Ve bunu savunanların en başında da rahmetli Arif Hasan Tahsin gelirdi, o zamanlar KTÖS'ün başkanı idi.

Ama TKP, KKTC ilanından 1 hafta önceki kurultayında 'KKTC'ye hayır diyeceğiz' kararını da üretmişti. Nasıl oldu da 1 haftada tam tersi bir durum oldu?

Bir hafta değil, bir süre var ama bir hafta değil. Ve partinin fikri değişmemişti. Sonucun bu şekilde olmasının sebebi 14 Kasım günü Denktaş'ın çağrısı ile sarayda yapılan toplantı sonrası TKP'nin parti meclisini toplamaması yüzündendir. Denktaş bize Saray'da yaptığı konuşmada "yarın KKTC'yi ilan edeceğiz. Kimse de oy vermek zorunda değildir. Ancak bilesiniz ki bu cumhuriyete hayır diyenlerin bu mecliste artık yeri olmaz." Bana göre çok da doğal bir konuşma idi bu. Yani benim kuruluşuna onay vermeyeceğim bir cumhuriyetin kurucu meclisinde ne işim olabilirdi?

Bu açık bir tehdit olarak algılanmaz mı?

Olabilir ama haklılık payı vardır. Eğer oy vermezsem kurucu meclise de girmem doğru olmazdı. Denktaş'ın o konuşmasından sonra CTP hemen parti meclisini topladı. Bizimkiler ise 'geç oldu' diyerek bunun yerine meclis grubu ve MYK'yı topladık. İsmail Bozkurt açıklamalarında 'parti meclisini topladık' der ama bu doğru değildir, toplamadık. Orada evet oyu verelim kararını aldık ama PM'de değil.

Oybirliği ile mi alındı bu karar?

Evet, oybirliği ile alındı. Alpay Durduran da oy verdi ve şöyle debir konuşma yaptı; "arkadaşlar ben sizi bu konuda yalnız bırakmayacağım ve oy vereceğim. Sizi ancak günün birinde karşıma 'Kıbrıs'ı Türkiye'ye ilhak edelim' şeklinde bir tasarı ile gelirseniz yalnız bırakırım". Aynen bunları dedi. Ertesi gün de mecliste olağanüstü şartlar altında, kimseye sormadan, 'kabul edilmiştir' şeklinde cumhuriyet ilan edildi. Hatta resimlerimiz var, kuruluş sırasında bizim elimizi bile kaldıramadığımız görülmektedir. Elbette elimizi kaldıracaktık ama karar o kadar hızla alındı ki elimizi kaldıramadık.

"Durduran Cumhuriyete hayır, Anayasasına evet kampanyası yaptı… Bu bir çelişki idi…"

Böyle KKTC kuruldu, arından da 1985 Anayasası tartışmaları başladı. Bu konuda TKP içinde yine huzursuzluk vardı değil mi?

TKP de CTP de kalktılar bu Anayasa komisyonuna üye verdiler. Bizden Durduran ve Bozkurt, CTP'den de Naci Talat ve Hüseyin Celal. Bu arkadaşlarımız komisyonda birçok çalışmaya katılıp fikirler belirttiler. E şimdi kalkıp da bu kadar emek verip değiştirdiğiniz bir Anayasaya nasıl hayır oyu verecektiniz? Kendi önerilerinizle iyileştirilen bir şeye nasıl hayır dersiniz? Hal böyle olunca PM de bu durum sorunlara yol açtı. İşin sonunda öyle bir duruma gelindi ki, partinin evet kararına rağmen bazı vekiller ki buna ben de dahilim, hayır oyu verdik. Durduran ise 'bu Anayasa benim eserimdir' diyerek köy köy dolaşıp evet oyu kampanyası yaptı. Yani Cumhuriyete hayır, Anayasasına evet denilen çelişkili bir durum oldu. 1985'e gelindiğinde tekrardan aday oldum. Yine ısrarlar üzerine aday oldum ama bu kez kıl payı seçimi kaybettim. Seçimi kazananlar Rasıh Keskiner ile Ziya Rızkı oldu.

Sonraları Alpay Durduran ekibinin TKP'den atılması olayı geldi. Neler yaşandı o süreçte? Durduran'ın iddiasına göre, bir gazetede parti tüzüğünden okuduğu bir kısım kendisine karşı delil olarak kullanıldığını söyledi. Doğru mu bu?

Seçimden sonra vekillik işini tamamen bıraktım ancak partide aktif olarak devam ettim. Durduran olayında MYK'da görevli idim. Gazete kupürü olayı da doğru değildir atılma olayı da. Şöyle ki, Durduran, Bozkurt bırakınca tekrardan başkan olmaya karar verdi ve kurultayda Akıncı'nın karşısında çıktı. İlçe kongreleri yapıldığında Akıncı grubu Girne hariç tüm kongreleri kazandı. Nitekim kurultayda Akıncı sanırım158, Durduran ise 48 oy aldı. Ondan sonra Durduran ekibi kamuoyu önünde çok ağır ithamlarla Akıncı'ya saldırmaya başladı. Mesela bir demecinde Durduran, Akıncı'yı 'dansöz gibi kıvırmakla' suçladı. E böyle bir şeye nasıl izin verebilirdiniz? Eleştiriler yapılabilir ama nerede? Yetkili parti organlarında yapılabilir. Hal böyle olunca, hem Durduran hem de Keskiner disiplin kuruluna verildiler ve savunmaları istendi. Ancak her ikisi de savunma yerinme istifa ettiler. Yani atıldılar iddiası da doğru değildir. Tabii partiden istifa ederken de kendilerine bağlı Halk-Der ve diğer grupları da beraberlerinde götürdüler. Hikâyenin esası budur.

"Durduran grubunun ayrılması TKP için yıkıcı oldu…"

Bu TKP için büyük bir darbe oldu herhalde?

Evet, büyük bir darbe oldu. Yani bizim o genç hareketli gruplarımız partiden ayrılınca epeyi bir tökezleme oldu. Ve toparlaması da çok zor oldu. O grup içinde birçok etkili militanımız, profesyonellerimiz vardı. TKP'nin bir daha iktidara gelmesi için 1998'lere kadar zaman geçti.

Ondan sonra TKP gitti, yerine BDH, ardından da TDP olarak yola devam edildi. Sizce eski TKP ile şimdinin TDP'sine baktığınızda gördüğünüz temel farklılık nedir?

Şimdi son dönemlerde daha ziyade genç bir kadro var. Bu gençlerin gittik sonra aktif bir politika izlediklerini görüyorum. Bazıları 'parti çoluk çocuğun eline kaldı' gibisinden eleştiri yapar ama ben öyle düşünmem. Bence gençlerimize güvenmeliyiz. Eski TKP'nin düşünce ve görüşleri yönünde politikalar geliştirdiler ki ben bunu ileriye dönük olarak umut verici olarak niteliyorum. Ama bana göre isimlerle uğraşmak yerine politikalarla uğraşmak daha iyi. Yani son zamanlarda TKP ismi geri gelecek yönünde tartışmalar oldu ama önemli olan düşüncelerdir, isim değil. BDH olur, TDP olur, fark etmez.

Eski siyaset ve siyasetçilerin daha saygın ve güvenilir olduğunu düşünüyor musunuz?

Eskiden daha saygın olduklarını söylemek mümkündür. Meclise giren insanlar daha kaliteli insanlardı bence. Şimdi o azaldı bence. Çürümüşlük vardır. Halkın istedikleri de bunda etkili olmuştur bence, yönlendirmiştir. Yani karşılıklı bir çıkar ilişkisi kurulmuştur. Bir yandan da ideolojilere de belirli tepkiler olmuştur.

"İdeolojisiz parti olmaz…"

Bu noktada, ideoloji kaygısı gütmeden ortaya çıkan Halkın Partisi'ni nasıl görüyorsunuz? Başarılı olur mu sizce?

Bence böyle parti olmaz. Yani ne sağcıyım ne de solcuyum demekle parti olunmaz. Ben bunu geçenlerde gördüğümde Kudret Hoca'ya da söyledim. Bence bir ideolojin olmalıdır. Ha yani bir sol aday sağdan oy alamaz mı? Alır. Yani en son örneğini Akıncı'nın seçilmesi örneğinde gördük. Yani Akıncı seçimi sadece soldan oy alarak mı aldı? Hayır, sağdan da oy aldı. Demek ki o güveni verdi. Dolayısıyla Kudret Hoca neden çekinir anlayamıyorum. Bana göre bu iş bir yere varamayacak gibi durur. Bir de Cumhurbaşkanlığı ile genel seçim aynı şey değil bir de. Adaylar ister sağda ister solda olsun, karşı taraftan da oy alabilirler. Korkmadan solcu ya da sağcı demenin nesi yanlış anlayamıyorum.

Peki Esat Hocam, son olarak Sayın Akıncı'nın performansını nasıl görüyorsunuz? Bir de 2016 için bir çözüm şansını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son günlerde Rum tarafında çeşitli sert açıklamalar oldu ve bence bunlar Mayıs seçimlerine yönelik açıklamalardır. Ben her şeye rağmen çözüme çok yakın durumdayız ve Sayın Akıncı'nın performansından gayet memnunum. Gerekli olan şey siyasi iradedir ve bu irade gösterilmelidir. Dediğim gibi Rumlar seçim havasındadır ve son yapılan açıklamalar buna yöneliktir, çok da kaale alınmamalıdır. Dolayısıyla Barış Burcu'nun verdiği cevapları bu bakımdan biraz sert buldum, keşke daha yumuşak üslup tercih edilseydi. Yani karışlıklı suçlamalar yerine daha yumuşak olunabilir. Bence Sonbaharda referandumda gideceğiz gibime geliyor.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.