İÇ HABERLER
okuma süresi: 12 dak.

Şinasi Başaran'dan yine çok konuşulacak bir yazı

Bu yazı tartışma yaratacak

Gazeteci Şinasi Başaran'dan yine çok tartışılacak bir yazı. Şinasi Başaran bu kez Cumhurbaşkanı Talat'ı yazdı. Başaran'ın,"Şimdi birçok kişi, benim eski görüşlerimden döndüğümü zannedecek. Ben neysem oyum kardeşim..." dediği Kıbrıslı Gazetesi'nde yer alan yazısının tümünü şöyle:

Yayın Tarihi: 21/05/09 08:27
okuma süresi: 12 dak.
Bu yazı tartışma yaratacak
A- A A+

DAÜ'deki yazımla ilgili eski bir yazımı gündeme getirmek istiyorum

Beni tanımayanlara 11 Haziran 2008 tarihinde yine "Kıbrıslı" gazetesinde yayınlanan bir yazımı hatırlatmak istiyorum. Hele baba parası ve baba forsuyla bir yerlere gelmiş yeni yetme bir öğretim görevlisi bana, ailesini yakından tanıdığım için, kendisine yakıştıramadığım ağır bir şekilde saldırıda bulunmasını hoş karşılamadım. Yoksa KENDİSİ avukatlığa mı soyundu. Ona bu yazıyı hem kendisinin hem de DAÜ-SEN'in okumasını salık veririm. Ama lütfen okuduklarını anlayabilsinler! Zaten elli yıldır yazdıklarım pek anlaşılmayacak gibi değil ama yazıyı okurken, ideolojilerini bir kenara bırakarak okusunlar. Ben Şinasi Başaran olarak bunca yıllık gazeteci olarak araştırmadan, elimde sağlam delilller olmadan, ne yazı yazdım ne de haber yaptım. Beni bu konuda en iyi bilen dostum Dr. Doğan Harman'dır. Gerçi o sol ben ise sağ görüşlüyüm. Halbuki son altı yılda ne sağ parti ne de sol parti kaldı. O da bir başka yazı konusudur.

Neyse....

Fakat maalesef işi sol hamasete dayandırarak ve özgürlük, demokratikleşme kelimeleri ile de halkı yanıltmaya kalkmasınlar. Siz istiyorsunuz diye, elimdeki belgeleri ulu orta yayınlamak bana yakışmaz. İstediğiniz belgelerin tümü gerekli yerlere verilmiştir. Siz istediğiniz kadar konuşmaya devam edin. Bu arada şunu da açıklayım. GÜL İNANÇ hanımefendi önceki gece saat 21.20 de bana telefon ederek benimle buluşmak istediğini söyledi. Kendisi ile ertesi gün saat 12.00 buluşmak üzere anlaştık. Ancak ertesi gün sabah 09.20 de beni arayarak buluşmaya gelmeyeceğini söyledi. Gelseydi kendisine ne zaman nerede olduğunu ve neler yaptıklarını belgeleriyle anlatacak ve yazdıklarımın nasıl gerçek olduğunu ispat edecektim. Ama maalesef benimle buluşmayı kendisi istediği halde ertesi gün iptal etti ve gelmedi.

Bu girişide yaptıktan sonra, gelin 11 Haziran 2008 tarihli yazımı birlikte bir kere daha okuyalım.

"Bir zamanlar halk kitlelerini, muhalefete karşı ( CTP ) kışkırttık, onlara vatan haini bile dedik. Mümkünse onları Kıbrıs Türk halkının düşmanı göstermeye çalıştık. Gösterdik de. Ağzımıza geleni söyledik. Bu yıllarca devam etti. Bu topraklar için, Rumlara karşı Erenköy'de onlarla birlikte kucak kucağa kahramanca savaştık, Şehit olduk, Gazi olduk. Onlarla birlikte ağladık, onlarla birlikte şehitlerimizi ebediyete yolladık. 20 Temmuz 1974 de Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs'a geldiğinde birlikte sarıldık, birlikte ağlaştık, birlikte savaşa katıldık öncülük ettik. Çünkü ayni toprağın, ayni vatanın , ayni mahallenin, ayni havayı koklayan çocuklarıydık. Birlikte yer içer, meyhaneye gider, iyi komşuluk yapardık. Birbirimize gider-gelir sohbetler eder, sinemaya gider, kız alır kız verirdik. Ama biz rahat durmadık ki. Hala daha da rahat durmuyoruz. Köşede kıstırdık mı basıyoruz damgayı Komünistler diye. Hatta daha da ileriye giderek "Rumcu" bunlar diyoruz. Bizi Ruma satıyorlar diye de basıyoruz yaygarayı. Hiç sorduk mu kendimize bunlar gerçek mi diye.

Çünkü şimdiye kadar, bu kişilere ve CTP'ye hep ön yargılı davrandık. İktidar partileri ve toplumun ileri gelenleri tarafından ön yargılı olmaya itildik. Sıkıştık mı cevap vermek için kendilerine "bunlar bizi satacak, bunlar Türk aleytarı insanlar" diye avazımızın çıktığı kadar bağırdık. Halbuki unuttuk partilerinin ismi içinde yegane "TÜRK" ve "CUMHURİYET" kelimesi olan bir parti olduklarını. Bu partide kimlerin kurucu üye olduklarını da unuttuk.

Seçimler yaptık, CTP'liler seçimlerde, hükümet ortağı olacak sayıya ulaşınca onlara, "cüzzamlı" muamelesi yaparak hükümetlere ortak etmedik. Onları hep dışladık. Onları zaman zaman Anavatan Türkiye'ye jurnalladık. Bunlar "komünist" dedik. Bunlar "Rumcu" diye damgayı bastık. Ne utandık ne de arlandık.

Haaaa, içlerinde yok muydu böyleleri. Elbette vardı. Ama onlar azıklıktaydı.

Biz hepsini ayni kefeye koyduk. Devamlı aşağıladık. Devamlı hakir gördük. Ama onlar yılmadılar, sabrettiler, her türlü aşağılanmaya göğüs gerdiler ve bugün iktidar oldular ve bu halkı yönetmeye başladılar. Biz, hala daha onları hakir görmeye ve aşağılamaya devam etmekteyiz. Onlar, ülkeyi satıyorlar diye basıyoruz yaygarayı. Hem de ne yaygara.

Tabii bunlar olurken onlar da inadına inadına işler yaptılar. Birilerine saldırırsanız onlar da size saldıracak, bunu bilmemiz lazım. Dikleşecekler bu yaptıklarımıza karşı. Hiç mi haksızlık yapmadık. Sanki biz iyi işler yaptık da onlar yanlış yapıyordu. Bizim yanlışlarımız da boy kadardı. Ama hep sindik, yalnız, savaş yapar gibi hep "TAARRUZA" geçtik onlara karşı. Böylece, "ortak payda" bulamadık anlaşmak için. Hep iteledik hep hakir gördük. Şimdi düşünüyorum da; doğru mu yaptık. Hayır, doğru yapmadık. Biz bu kargaşanın içine itildik ve birbirimize adeta düşman olduk siyaset sahnesinde. Kişisel dostluklarımız, siyasi görüşlerimiz ayrı dahi olsa, dost kalmasını bildik ama.

Benim, on sekiz yıllık komşum, mahalle arkadaşım rahmetli Özker Özgür'le mutlaka her akşam üstü sohbetlerimiz vardı. Zaman zaman o bana "faşist" derdi, ben de ona "komünist" derdim ve gülerdik birbirimize. Daha doğrusu gülerdik ağlanacak halimize. Bir siyaset bizleri ne hallere getirdi diye. O da, ben de biliyorduk ki, ne o komünisti ve ne de ben faşist. İşte bizler böyleydik. Ama bir türlü siyasette ortak paydanın yeri nerededir bulamıyorduk.

Cumhurbaşkanı Talat'ı serbest meslek yaparken hiç tanımadım. Meclise girdikten sonra tanıdım. Ama Başbakan Ferdi Sabit Soyer'i belki de kırk yıldır tanıyorum. Rahmetli babası Sabit beyi, annesini, amcası ve yüzünden gülücükler eksik olmayan Numan beyi yengesi terzi Mediha'nımı, Veysi beyi ve daha nice aile fertlerini ta çocukluktan tanıyordum. Rahmetli annemin sık sık ziyaret ettiği kişilerdi bu ailenin fertleri. Tabii biz çocuktuk o zamanlar. Şimdi diyeceksiniz ki Şinasi Başaran bunları neden yazıyor. Kimseden bir beklentim de yok. Görüşlerim mi değişti. HAYIR, BEN YİNE AYNİ KİŞİYİM. Eski görüşlerim ne ise o görüşleri hala muhafaza etmekteyim. Anavatan Türkiye'ye bağlıyım. Türk Silahlı Kuvvetlerine saygım sevgim sonsuz. Bu köşe yazısında toplumumuzun, içini dışını özetlemek istedim bugün. Tabii, bunları uzun uzun tarafsız bir görüşle yazmak gerekmektedir. Ben bundan sonları bunları yazacak da değilim. Hele evim ve tüm evraklarım ve herşeyim yandıktan sonra.

Gelelim Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'a...Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat çıkıyor ve bir demeç veriyor. Vay efendim sen misin bunu söyleyen başlıyoruz bağırmaya Cumhurbaşkanı "takkiye yapıyor" diye ortalığı kaldırıp oturtuyoruz.

Talat Anadolu Ajansı'nın dünkü (10.07.2008) bülteninde : "tek egemenliği, egemenliğin iki halktan kaynaklanması şartıyla kabul ettiklerini" belirterek, "yeminine sadık olduğunu ve Rumlara teslim ettikleri bir şey olmadığını" söyledi. Yaptığının KKTC'yi yüceltmek olduğunu kaydeden Talat, şunları söyledi: "Ben yeminime sadığım. Yeminin gereğinin fazlasını yapmaya çalışıyorum. Ne münasebet KKTC'yi tasfiye! Tasfiye dediğinizde, kapatır birine bağlanırsınız, yok öyle bir şey... Emin olsunlar ki, şu anda güttüğümüz politika, esas olarak Kıbrıs Türk halkını, Kıbrıs Türk halkının devletini uluslararası alana taşıma, dünyayla bütünleştirme ve dünyanın parçası haline getirme uğraşıdır. Bu, yeminimizin de ötesinde boynumuz borcudur. Biz bunu yapıyoruz. Bizim teslim ettiğimiz hiçbir yetkimiz yoktur. "Ortak devlette endişe edilecek hiçbir şey bulunmadığını" kaydeden Talat, "Ama tabii ki kuralları tamamen oturtmamız lazım. Egemenliği gerçekten paylaşmamız lazım. Egemenlikteki ortaklığımızı tescil etmemiz lazım. Bunun eşit olacağını belgelememiz lazım" ifadesini kullandı. Müzakere sürecinde Türkiye ile istişare halinde bulunduklarını da belirten Talat, Hristofyas'ın referandumda Rum tarafından "hayır" çıkmasının ortağı olduğu anımsatarak, Hristofyas'ın bu davranışı nedeniyle, hala kuşkuları bulunduğunu kaydetti. Talat, uyumlu ve esnek olmanın kendilerine bir şey kaybettirmeyeceğini söyledi. Güney Kıbrıs'tan alışverişin ülke ekonomisine zarar verdiğine de işaret eden Talat, Güney'den Kuzey'e geçen Rumlarınsa, ucuz mal da olsa alışveriş yapmadığını işaret etti.

KKTC Cumhurbaşkanı Talat, Kıbrıslı Türklerin Güney Kıbrıs'tan pasaport almasıyla ilgili olarak şunları söyledi:

"Bizim alabilecek durumda olan hemen hemen bütün insanlarımız, çoğunluğu, 'Kıbrıs Cumhuriyeti' pasaportu aldı. Bunu övünerek ifade de ediyorlar, övünerek anlatıyorlar. Belki en fazla utanılması gereken konu olduğu halde bundan hicap da duymuyorlar." Rum tarafının da bunun reklamını yaptığını kaydeden Talat, bunun kendisi için "çok utanç verici" bir şey olduğunu ifade ederek, "Ben bunu çok rahatsız edici ve çok aşağılayıcı bir şey olarak gördüğümden dolayı böyle bir şeyi asla düşünmüyorum. Ama anlayışla da karşılıyorum, bunu yapanları kınamıyorum. Fakat bu normal bir şey gibi lanse ediliyor" dedi.

Bunları okuduktan sonra gel de buna "takkiye" de. Kime takkiye yapıyor yahu Cumhurbaşkanı Talat. Adam kalkıyor, her konuyu gündeme getiriyor, herşeyi açık açık söylüyor, YOLDAŞ Hristofyas bile Talat'ı halkının nazarında küçük düşürmek için söylemediğini bırakmıyor. Ortalığı yaygaraya vermeye ne gerek var. Bu halk zamanında gereğini yapmış ve bugünlere gelmiştir. Bundan sonra da gereğini yapacak kapasitededir. Yeter ki biz, birlik ve beraberlik içerisinde olmayı başarabilelim.

Yarın da ülkenin başbakanını yazmak istiyorum. Esasında böyle uzun köşe yazıları yazmayı sevmem. Köşe yazıları bir nefeste okunacak cinsten olmalıdır. Bizim halkımız uzun yazıyı pek okumaz. Ama bugün yine çok uzun oldu bu yazı. Başka türlü de ifade edemezdim yazacaklarımı. Şimdi birçok kişi, benim eski görüşlerimden döndüğümü zannedecek. Ben neysem oyum kardeşim. Ben onsekiz yaşında hangi görüşleri taşıyorsam, yine ayni görüşleri taşıyorum ve savunuyorum. Ama bazen de, dönüp kendi kendimize bakmamız lazım, ben ne yapıyorum, ben ne söylüyorum, ben ne yazıyorum diye. Yoksa eline kalemi alan, ekran önüne çıkan "işkembe-i kübradan" ahkam kesmeye devam ederse; biz aramızdaki orta yolu nasıl bulacağız."

Bu yazımı neden hatırlattım acaba? Çünkü ben doğrulardan yanayım ve doğruları yazmaktan da çekinmem. İşte bu nedenle bundan bir yıl önce yazdığım yazıyı bilginize getirdim. Bir çoüunuz benden bunları yazmamı beklemezdi. Ama eğer beni okumaz ve bir yazı etrafında yaygara koparmaya kalkarsanız yanlış yapıyorsunuz demektir.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.