İÇ HABERLER
okuma süresi: 24 dak.

Derya: “Erkek egemen alanlar yüzünden, siyasete eşit başlamıyoruz”

“Erkek egemen alanlar yüzünden, siyasete eşit başlamıyoruz”

8 Mart Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle, Levent Kutay’la Pazartesi Sohbetleri'nde bu hafta ülkemizde Kadın Hareketin simge isimlerden Doğuş Derya'yı konuk ettik…

Yayın Tarihi: 09/03/20 07:45
okuma süresi: 24 dak.
“Erkek egemen alanlar yüzünden, siyasete eşit başlamıyoruz”

Kıbrıs Postası - Levent Kutay

"Her 8 Mart geldiğinde kadın hakları ile ilgili konuşuyoruz ama Kıbrıs Türk Kadın hareketinin geçmişi nedir? " sorusunun sorulması üzerine Doğuş Derya, konuyla ilgili derin bir tarih bilgisi olduğunu verdiği bilgilerle ortaya koydu.

Kıbrıs Türk Kadın hareket için milat denilebilecek dönüm noktaları olduğunu tarihleriyle anlatan Doğuş Derya, şunları söylüyor:

1895 yılında İngiliz Koloni Yönetimi tarafından çıkarılan Maarif Kanunu ile çeşitli kasabalarda kız okulları açılıyor ama bu yıllarda kız çocuklarının okula gitmesi tamamen aile reisi babaların tercihine bırakıldığı için okula gönderilen kız çocuklarının sayısı düşük. Bu dönemde kızların birincil görevi evlenene dek baba evindeki hane içi üretime katkıda bulunmak, evlendikten sonra da koca evini çekip çevirmek. 1901 yılında daha sonra Viktorya Kız Okulu'nu adını alacak olan Hamidiye Sınai Mektebi kuruluyor ve verdiği eğitim daha ziyade kadınlara yüklenen geleneksel rollerle bağlantılı zanaat eğitimleri. Az sayıda kız öğrenci bu okullara gidiyor ama meslek alanları oldukça sınırlı. 1920'li yıllarda erkek okullarından mezun olanlar hekim, doktor, avukat olabiliyorken, kız okullarından mezun olanlar yine bu okullarda en fazla muallimlelik yapabiliyorlar. 1930'larda kadınların tarım işçisi, terzilik, şapkacılık, ebelik, dikiş-iğne işleri gibi işler yaptığını görüyoruz.

 1930'lu yıllarda SES gazetesi sayfalarında Kıbrıslı Türk kadınların "dünya kadınlık inkılabının çok gerisinde kaldığını" söyleyen Ulviye Mithat'ı görüyoruz.  Kendisi aslen Zonguldak'lı, Kıbrıslı tarih öğretmeni Mithat Bey'le evlendiği için Kıbrıs'a geliyor.  Ulviye Mithat Atatürk devrimlerden ilham almış ve iki toplumu gözlemleyen bir kadın. Birinci dalga feminist. Kadınların eğitim hakkını ve meslek edinme gerekliğini savunan birisi.. Kadın haklarını savunduğu için de ciddi saldırılara maruz kalıyor.  Mesela hatırladığım kadarıyla 1935 yılında "Kadınlar niye kendi soyadlarını kullanmak yerine kocalarının soyadını almak zorunda?" diye sorular sorup, kadınların soyadı hakkını savunduğu bir yazısı var. Ona yapılan saldırılara baktığınızda aynen 2015 yılında benim Aile Yasası'nda kadın ve çocuk hakları ile ilgili iyileştirme yapmaya çalışan, kadınların soyadı hakkını da revize eden düzenlemelere karşı maruz kaldığım saldırılara benziyor.

Ulviye Hanım Lefkoşa Hanımları Cemiyet-i Hayriyesi (1931) adında bir örgüt kurup yetimlere ve yoksullara yardım için kadınları bir araya getiriyor. 1960'lı yıllara kadar Kıbrıs Türk toplumu içinde toplam 11 tane kadın derneği kuruldu. Bunların içinde Mağusa Bayanlar Kurumu (1930), Lapta Şefkat Yurdu (1932), Yardımcı Analar Kurumu (1936) gibi dernekler var.

1950'li yıllarda Rumların milliyetçi hareketlerine karşı Kıbrıslı Türklerde de bir karşı-milliyetçilik başladığını görüyoruz ya, işte o dönemde Kıbrıslı Türk milliyetçi elit erkeklerin kadınları milli mücadeleye entegre etmek için Kıbrıs Türk Kadınlar Birliği (1953) oluşumunu desteklediğine şahit oluyoruz. Niye bunu söylüyorum? O güne dek kurulan kadın dernekleri tek bir ilçede faaliyet gösterirken, Kıbrıs Türk Kadınlar Birliği ilk başlardan itibaren, Kıbrıs'ın 4-5 ilçesinde birden kuruluyor ki bu maddi güç gerektirir, desteksiz mümkün değildir.

PEKİ, KADIN HAKLARI İLE İLGİLİ O DÖNEMDE YASAL DURUM NE?

Kıbrıslı Türk kadınlar 1952'de eşit eğitim hakkını düzenleyen yasaya kadar bu haktan yararlanamıyor. Seçme-seçilme hakkı ise ancak 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası yazılınca elde ediliyor. Ancak yine de kamusal alanda eşitlik yok. 1977'de "eşit işe eşit ücret" hakkı düzenleninceye kadar erkeklerle aynı işi yapan birçok kadın erkeklerin yarısı kadar ücret alıyor. Hatta bir dönem öğretmen olan kadınların doğum yaptıktan sonra mesleği bırakmak zorunda olması da söz konusu çünkü kadının esas görevi "annelik" olarak görülüyordu.

1974 SONRASI DEĞİŞİM…

Ben 1974 sonrasını bazı açılardan milat olarak görürüm... 74'ten sonra adanın kuzeyinde bir "Türk Ulusu" inşa edilmek üzere ulusal bir ekonomi yaratılması gerekiyor. Bu dönemde işgücüne ihtiyaç duyulduğu için kadınları ekonomiye dahil etmeye başladılar.  Ev içinde ya da tarlada çalışırken, devlet dairelerine de girmeye başladı kadınlar. Fakat bu girizgâh ev içindeki ya da sosyal hayattaki ayrımcılığı bitiren bir şey olmadı. Kadınlara yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri devam ettiği için kadınlar hem evde hem dışarda çalışanlar oldular.

Bakın mesela, 1975'te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulurken dönemin lideri Denktaş kurucu meclise temsilci göndermeleri için birçok sivil toplum örgütüne davette bulundu. Ancak 1950'lerden beri faaliyet gösteren Kıbrıs Türk Kadınlar Birliği kurucu meclise davet edilmedi. Bu kadınların sesinin önemsenmediğinin bir göstergesidir. O dönemde mecliste bir tek kadın vardır. O da Eczacılar Birliği temsilcisi olarak görev alan Fatma Sezer'dir (Azgın)... Kadın temsiliyetine baktığınızda da Kıbrıslı Türkleri temsil eden meclislerde kadın sayısı 53 yılda toplam 16 kadın olmuştur. 1960'tan 2013 yılına kadar 3'ü atama 13'ü seçilmiş toplam 16 kadın görev yapmıştır. 1983 sonrasında seçilen kadınların çoğu da doktor ve orta yaşlı kadındır.  Neden? Çünkü artık çocuklarını yetiştirmiş, büyütmüş, ev içinde sorumlulukları azalmış ve siyaset yapacak vakti ancak bu yaşlarda bulabilmişler. Çoğu doktor, çünkü erkek egemen alanlarda siyaset olanaklarına sahip değildiler, erkekler gibi köy kahvesi, meyhane ve benzeri yerleri gezme imkânları yoktu. Seçmen bu kadınları klinikte, hastanede tanıyabiliyor.

“YURTSEVER KADINLAR BİRLİĞİ ÖNEMLİ…”

 1974 sonrası, o dönemin koşullarında, kadın hakları ile ilgili iddia koyan ilk örgüt Yurtsever Kadınlar Birliği'dir. Türkiye'deki İlerici Kadınlar Derneği deneyiminden  aldıkları ilham ile çoğu KÖGEF hareketinden gelen kadınlar 1977'de YKB'yi kurdular. Sokakta 8 Mart eylemini ilk kez YKB yapmıştır. Kadınların süt izni, eşit ücret hakkı gibi  talepleri ilk kez YKB ortaya koydu. O dönemde bugünkü gibi bağımsız feminist bir söz bina etmek kolay değildi, talepleri daha ziyade Sosyalist Devrim paradigması içinden besleniyordu.  Kadınların sadece kadınlar olarak ve kolektif bir şekilde ayrı bir söz ortaya koymasının miladı 1995 yılı olarak ele alınabilir.  İlk defa bir grup kadın,  BM'nin Pekin'de düzenlediği kadın hakları konferansına katıldı. Orada tartışmalara şahit oldular ve 5 örgüt bir kadın platformu kurdu. Bu iş partiler üstüdür, kadınlar eziliyor dediler, o güne dek kimisi sağda kimisi solda konum almış kadın örgütleri bir araya geldi ve 1996 Yılı'nda Meclisten BM'nin "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi"ni ve BM Çocuk Hakları sözleşmesini meclise taşıdılar. Aynı dönemde Aile Yasası'nda boşanma durumunda mal paylaşımı ile ilgili ilk düzenlemeleri bu arkadaşlar sağladılar. Diğer milat ise 2003-2004 Annan Planı referandumu dönemi... Çözüm olasılığı, Avrupa Birliği gündemi, federal devlet tartışmaları kadınlara da bir motivasyon sağladı. Ben dahil benim kuşağımdan birçok genç kadın çözüm olacak umuduyla adaya döndük. Türkiye, İngiltere, Amerika gibi ülkelerde eğitim almış, oralardaki feminist hareketlerle istişare etmiş kadınlar olarak üniversitede aldığımız bilgi ve deneyimi adaya taşıdık. İlk tartışmalarımız Kıbrıs'ın kuzeyinde feministlere dair algının nasıl önyargılı bir şekilde inşa edildiği idi. Kadına yönelik şiddet, LGBT hakları, militarizm, ekoloji ve benzeri tartışmaları yapacak ikinci ve üçüncü dalga feminist gündemleri kamusal alana taşıyacak işler yapmamız lazımdı ama kendine "feministim" diyen bir örgüt henüz yoktu. Çünkü feminist hala o dönemde " agresif, cadı, koca bulamayan, çirkin ve kavgacı kadınlar" olarak yaftalanıyordu. Biz bu önyargılı ve haksız yaftalamalara karşı feminizmin bir demokrasi, eşitlik ve adalet mücadelesi olduğunu anlatacağız dedik ve örgütlenince bilinçli olarak "Biz Feministiz" diyerek alana çıktık. 2009 yılının 1 Mayıs günü morları giyip Feminist Atölye pankartı ile yürüyüşe katıldık.  O günlerde biz kadına yönelik erkek şiddetini gündeme getirmeye başladığımızda  "hadi canım! Burada kadına şiddet yok. Biz İngiliz Medeniyeti gördük" diyorlardı. Biz de şiddet başta olmak üzere toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili her şeyi tek tek ve uzun soluklu bir mücadele olacağını bilerek anlatmaya başladık. Toplumun gündemine bu meseleleri çok hırpalanarak soktuk... Kadın Hakkı Politikalarını gündem yaptık...

NİYE 8 MART? BİR EYLEM GÜNÜ MÜ BİR KUTLAMA GÜNÜ MÜ?

Röportaja devam ederken “Kadın Hakları sadece 1 günle sınırlandırılıyor gibi bir algı var... Bazı kadın hareketleri 8 Mart'ın kutlama çeşitlerine karşı... Bugünün anlamı sizce nedir? Diyoruz.

Doğuş Derya, bu sembolik günlerin, kadın hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği için farkındalık artırıcı günler olarak görülmesi gerektiğini söyledi.

Derya, “ 8 Mart elbette ki bir mücadele günüdür ama bu mücadele yılın bir gününe sığdırılamaz. Üstelik kadın hakları sadece kadınları ilgilendiren bir durum değildir. Bir demokrasi sorunudur. Ataerkil bir sistemde kadınlar gibi genç erkekler, LGBTQ bireyler de ayrımcılığa uğruyor. Feminist Siyasetin aslında kadın hakları mücadelesinden öteye geçen bir boyutu var. Hayatın her alanında bir iktidar ilişkisi vardır ve toplumsal cinsiyet eşitliği hayatın her alanında ilişkisel olarak ele alınmalıdır. Savaşın olduğu bir ülkede erkekler savaş gider, ölür, kadınlar da ölür, yerinden edilir ama savaş mağduru olma yanında tecavüze de uğrar. Kadın olmaktan dolayı sadece kadınların yaşadığı ezilme biçimleri vardır ve bunları görmek gerekir. Mesela kadın emeği dünyanın birçok yerinde ucuz emek görülmektedir. Dünyada işgücünün yüzde 50'si kadındır, ama kadınlar dünyadaki mülkiyetinin yüzde 1'ine sahiptir. Güvencesiz, yarı zamanlı ve düşük ücretli işlerde kadınlar vardır, beyaz yakalı, tam zamanlı işlerde erkekler. Bu tesadüf değildir. Ülkemizde de özel sektörde çalışan kadınlar ağırlıklı olarak düşük ücretler alıyorlar. Daha ziyade hizmet sektöründe çalışırlar, özel sektörde çok ciddi ayırımcılığa maruz kalırlar. Kadının hamile kalma olasılığı yüzünden işveren genelde kadın tercih etmiyor. 8 Mart tüm bunları tartışabileceğimiz bir gün olarak ele alınmalıdır.  Bazı arkadaşlar, 8 Mart'ta kadınların eğlenceye çıkmasını eleştirirler. Ben buna bu kadar katı bakmam. Bir ev kadını ya da işçi kadın, 8 Mart vesilesiyle arkadaşlarıyla felekten bir gece yaşayacaksa, bir yemek yiyecekse buna bu kadar da sert bakmamak lazım. Ben 8 Mart'ta sokakta olmayı, mücadele etmeyi savunurum ama yemeğe giden kadınlar varsa da onlara sekter gözle bakmam” diye konuştu.

SİYASETE GİRİŞİ... NASIL KARAR VERDİ?

Vekil olmadan önce yasalardaki eşitsizlikleri her platform da dile getirmeye çalıştıklarını anlatan Derya, “ çok uğraşıyorduk ama istediğimiz sonucu almakta gecikiyorduk.” şeklinde konuştu.

İşte sözleri:

“FEMA aktivistleri olarak mevzuat reformu başta olmak üzere farkındalık yaratmak için çok uğraşıyorduk ama istediğimiz sonucu almakta gecikiyorduk. 2011'de "İstanbul Sözleşmesi" için 4 binden fazla imza topladık ve "Avrupa Konseyi Kadına Yönelik Şiddet ve Ev içi Şiddetle Mücadele Sözleşmesi"nin KKTC Meclisi'nden geçmesi için başvurduk. Ceza Yasası, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi, Aile Yasası için girişimler yaptık... Çok da sonuç alamadık... Milletvekili olma gibi bir niyetim yoktu, hayatımı hep akademide ders vermek üzere kurgulamıştım, üniversitede hocalık yapmak en manalı bulduğum şeylerden biriydi. Hala da öyle… Lakin bu konularda, bu yasalarda yeterince etki yapamadığımızı düşündüğüm için o zaman iş başa düştü diyerek kendim yapacağım dedim ve 2013'te aday oldum. O günden bugüne kadar da 1983'ten bu yana dokunulmamış ya da çok az üzerinde durulmuş yasalarda eşitsizlik yaratan birçok şeyi temizledik. Hem sivil toplumdan hem de partili arkadaşlardan gelen destekle yapılmamış birçok yasal reformu yapmış olduk...”

KADIN HAKLARI MÜCADELESİNDE Doğuş Derya'NIN YERİ...

Doğuş Derya, kadın hakları mücadelesinde başarılı mı? Kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz? Şeklindeki soruya mütevazi yaklaşan Derya, “ben görevimi yapıyorum, bunun takdiri halkındır” dedi.

Doğuş Derya, “2013'te "ben feministim" diye diye seçime giren tek adaydım... Konuşmalarım, demeçlerim, vaatlerim ağırlıkla bununla alakalıydı. Seçilmemin, kadın hakları mücadelesi veren insanlar açısından moral üreten bir yanı vardır muhtemelen. Kadın hakları ile ilgili uğraşan insanların “Evet! Olabiliyormuş” dediğini gördüm çünkü. "Kadınlar kadınlara oy vermiyor" deniyordu. "Hayır! İşte kadınlar bir birine oy veriyor" demeyi başardık… Feministlerin meclise girmesi aslında bu konudaki farkındalığı artıran bir unsur. Feminist ille de kadın olmak zorunda değil. Nasıl ki her işçi sosyalist değil, her sosyalist de işçi değil veya her siyah tenli kişi ırkçılık karşıtı değil, her feminist de kadın olmak zorunda değil. Bu bir dünya görüşü ve farkındalık meselesi. Pro-Feminist dediğimiz, bu konuda farkındalığı olan erkek siyasetçiler de var. Ataerkil bir bakışa sahip kadın siyasetçiler de var.

MECLİSTE KADIN HAKLARI ÇALIŞMALARI... NELER YAPTI? NELER YAPILMALI?

Derya, “ 2014'te ceza yasasını değiştik. 44 maddelik bir paketle "Ahlaka Aykırı Suçlar " bölümünü "Cinsel Nitelikli Suçlar" olarak yeniden düzenledik. Hala yürürlüğe tam olarak girmese de Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi yasasını yazıp geçirdik.   Cinsiyet Kotası ile ilgili önyargı vardı. Siyasal Partiler Yasası'na aday listeleri için ilk koyduğumuz öneri yüzde 40 idi. Mutabakatla yüzde 30 oldu. Kadın temsilcisi artması kota sayesinde oldu. Aile Yasası'nda kadın ve çocuk haklarını gözeten yeni düzenlemeler yaptık. Şu anki Aile Yasası Avrupa Standartlarında bir yasadır. Şimdi de İnsan Kaçakçılığı ile ilgili bir paket var. UBP ve HP'li komite üyelerinin desteği ile komiteden oybirliği ile geçti. Mevzuattaki pek çok eşitsizliği kaldırdık. Evlilik Dışı çocuklar yasasında Barolar Birliği ile işbirliği yaparak yeni bir düzenleme yapıldı. Meclise taşıdım. Yakında görüşeceğiz. 5-6 yılda çok şey yaptık. Veraset Yasası'nda bazı düzenlemeler lazım. Sorun artık pek de yasalar ile ilgili değil, uygulama ile ilgili ” şeklinde konuştu

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ GÜNDEME GELİRSE...

Kapsamlı Anayasa değişikliği olursa nelerin değişmesini istiyorsunuz? Sorusuna da Derya, Eşitlik vurgusu yaptı.

Derya, “Eşitlik maddesi içerisine, toplumsal cinsiyet eşitliğinin de dahil edilmesini isterim. LGBT Haklarının gözetilmesi ayrıca Ruanda'daki gibi Anayasal Cinsiyet Kotası tartışılmalı bence... Aileyi koruyucu maddeler var. Bunlar önemli ama ben aileden önce bireyi korumak gerektiğini düşünüyorum. Güçlü birey olmayınca, güçlü aileler de olmuyor. Kadın yeterince güçlü olmayınca, aile ve toplum içinde yaşadığı şiddet ve ayrımcılıktan kurtulmakta zorlanıyor...” ifadelerini kullandı

Doğuş Derya'NIN CİNSİYET KOTASINA İHTİYACI VAR MI?

Siyasetin tartışılan konusu Cinsiyet Kotası'nın hatırlatılması ve “ Mesela Doğuş Derya'nın meclise girmesi için kotaya ihtiyacı mı var?” şeklindeki sorumuza karşılık Derya şu yanıtı verdi:

Temsili demokraside sosyal gruplar yaşadıkları sorunları gündeme taşıyacak ve onlara çözüm üretecek temsilciler seçerler. Eğer bir toplumsal grup parlamentoda yeterince temsil edilmezse sorunları da gündeme taşınmaz ya da eksik kalır. Cinsiyet Kotası nüfusun yarısını oluşturan insanların temsil edilmesi için geçici özel önlemdir. Yarışa eşit şartlarda başlamayan grupların şartları eşitleninceye kadar uygulanan geçici bir tedbir. Engelliler, azınlıklar için de vardır fakat cinsiyet tüm kimlikleri yatay olarak kestiği için cinsiyet kotası tercih edilir. Nüfusun yüzde 50'si kadınsa, bu oranın mecliste temsil edilemiyor oluşunun sebebi nedir? Gündelik hayata bakın. Yarışa erkeklerle eşit şartlarla başlamıyor kadınlar... 8 saat uyuyan ve 8 saat işe giden bir kadının, aynı şartlardaki bir erkeğe göre gün içindeki boş vakti 1 saattir. Çünkü kadın yemek yapar, bulaşık yıkar, çocukların ödevine bakar. Kadınlardan beklenen roller, onların zamanını da harcayan işler oluyor. Siyasete yeterli zaman ayırması mümkün değil. Aynı koşullardaki bir erkeğin gün içindeki boş vakti 5 saati bulur. Erkekler de ev içinde bazı işler yapar ama bunlar tali işlerdir. O yüzden erkekler genelde "biz hanıma yardımcı oluruz" derler, ev işlerinde hep başrol kadının yardımcı rol erkeğin çünkü… Ayrıca siyaset yapılan alanlar erkek egemen. Futbol külübü, kahvehane, meyhane... Ben aday olurken, ada genelinde tüm partilerden çıkan 250 aday içinde 47 kadın vardı. Buna mukabil sadece spor kulüplerinden gelen erkek sayısı 50 idi.  Kadın sayısından fazla, spor kulüplerinden gelen erkek siyasetçilerimiz olageldi… Bir kadın bir erkek siyasetçi gibi habire meyhaneye gidecek olsa, futbol kulübü gezse, her akşam bir köy kahvesinden veya bardan geçecek olsa farklı önyargılar başlar. Bu erkek egemen mekânlarda kadınlar için siyaset yapmak kolay değil. Bir de kadınlar siyasete müdahil olurken hep ailelerindeki erkekler üzerinden tanımlanıyorlar. Birilerinin eşi, kızı, annesi olarak görülüyorlar ve genelde erkekler için oy toplayan insanlar olarak algılanıyorlar. Hâlbuki kadınların söyleyecek sözü var, değiştirecek gücü var... Niye kadınlar iyi eğitim aldığı halde, birçok zorluğa göğüs gerdiği halde, kendileri ile ilgili kararlarda söz söylemesin. Bu bir adalet sorunudur.   

KADIN VEKİLLER ARASINDA DİYALOG...

Arkadaşlık diyaloğumuz gayet iyi.  Fakat vizyonlarımız arasında farklılar elbette var.  Bu farklılıklar bazen birlikte hareket etmeyi zorlaştırabilir ama bireysel inisiyatif alınca kadın dayanışması da sağlayabiliyoruz. Örneğin 2015 Yılı'nda Aile Yasası ile ilgili reform paketi hazırladığımda en çok destek verenlerden birisi UBP milletvekili İzlem Gürçağ arkadaşımdı. Her partinin toplumsal cinsiyet eşitliği görüşü aynı olmayabiliyor. CTP bu konuları diğer partilere nazaran erken tartışmaya başlayan bir parti. Bizden önce ablalarımızın verdiği mücadele bize de yol açtı.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.