DÜNYA
okuma süresi: 19 dak.

Pompeo’nun izlenimlerine göre Putin ‘kaba’, Şi ise ‘hilekâr’

Pompeo’nun izlenimlerine göre Putin ‘kaba’, Şi ise ‘hilekâr’

Pompeo kaleme aldığı anılarında ‘Yüzyılın Anlaşması’nın detaylarını verip Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki İbrahim Anlaşması çabalarını anlatıyor....

Yayın Tarihi: 30/01/23 17:01
Güncelleme Tarihi: 30/01/23 17:28
okuma süresi: 19 dak.
Pompeo’nun izlenimlerine göre Putin ‘kaba’, Şi ise ‘hilekâr’
A- A A+

Eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun ‘Never Give an Inch: Fighting for the America (Asla Bir Santim Taviz Vermeyin: Sevdiğim Amerika için Savaşmak)’ adlı hatıratında, Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşmenin, öncesinde Filistin tarafıyla bir barışı gerektirmediği yeni bir yaklaşıma doğru yönelten birçok hususu açıklayarak Trump yönetiminin Yüzyılın Anlaşması’nı uygulama çabalarını detaylı şekilde anlatıyor.

Ayrıca İbrahim Anlaşması’nın, Ortadoğu’nun iki ana eksene bölündüğüne dair yaygın kanaat ışığında küçük ama önemli atılımlarla başladığını da belirtiyor. Söz konusu iki eksenden biri, birçok Arap ülkesi ile İsrail’i içeren ve barış, istikrar ve refah arayan güçlerken diğeri ise İran ve onun Hizbullah, Hamas, Filistin İslami Cihad Hareketi gibi vekilleri ile el-Kaide, DEAŞ ve istikrarı sarsmaya çalışan diğer terör örgütlerinden oluşan müttefikleridir. Pompeo, BAE ile İsrail arasındaki normalleşme anlaşması ve onu takiben Bahreyn’le benzer bir anlaşma ile temsil edilen ilk adımdan bahsederken, Sudan’la Amerika’nın, Krallığın güneyindeki çöl üzerinde egemenliğini tanımasını talep eden Fas’ı, teröre destek veren ülkeler arasından ismini sildirme çabasına sokan takasları da açıklıyor.

Pompeo, İran’ın Ortadoğu’daki saldırganlığıyla ilişkilendirdiği bir başka dosyada şunları yazıyor: “İran’ın Hürmüz Boğazı’ndaki denizcilik tacizini durdurmak için omuz omuza veren Avustralya, Arnavutluk, Bahreyn, Litvanya, Suudi Arabistan, BAE, Britanya; birçok müttefikimiz çabaya katıldı. Britanya, Almanya, Kosova, Estonya, Arjantin, Paraguay, Guatemala, Honduras ve Kolombiya, Hizbullah’a çeşitli yeni terör yaptırımları uygularken İbrahim Barış Anlaşması, kaos ve ölüm güçlerine karşılık Ortadoğu’daki istikrar ve barış güçleri için eşi görülmemiş bir adımdı.” Kendisinin medyadaki “işaret ile sinyali ayırt etmeye” çalıştığını belirten Pompeo’ya göre gürültü, Başkan Trump’ın Kuzey Kore Lideri Kim’e sevgi mektupları yazdığı yönündeki sözleriyle kopuyorsa işaret, Kuzey Kore’ye en ağır yaptırımları uygulamasıydı. Gürültü, Trump’ın bir Rus kurtarıcısı olduğunu söylüyorsa işaret, Vladimir Putin’in Ukrayna ve Avrupa’nın geri kalanına yönelik planlarına karşı bir kalkan oluşturulmasıdır. Gürültü, Yüzyılın Anlaşması mesaisi gibi Ortadoğu’ya ilişkin barış çabalarını alaya almakla ilgileniyorsa işaret, sayfalarca bahsettiği İbrahim Anlaşması’nı gerçekleştirmek için Ortadoğu liderleri ile yeterli güveni inşa etmekti. Bu anlaşma, özünde İsrail, herhangi bir Arap ülkesi, hatta İran hakkında değil, tüm Ortadoğu’nun hikâyesidir.

Trump yönetiminden önce Amerika’nın bölgeye yönelik siyasetine vadesi dolmuş inançlara sahip kimselerin hükmettiğini söyleyen Pompeo, hem Cumhuriyetçi hem Demokrat Parti mensuplarının, “İsrail’in ancak Filistin’le barış yaptıktan sonra komşularıyla barışabileceğine inandıklarını” söyleyerek, “dar görüşlü” eski Dışişleri Bakanı John Kerry’nin bir zamanlar yazdıklarını buna örnek gösteriyor ve onun hakkında “Hatalı, hatalı, hatalı, hatalı” ifadelerini kullanıyor.

Ardından Başkan Barack Obama’nın Kahire’deki konuşmasını hatırlatarak, “Amerika’nın 11 Eylül 2001’den sonra bölgede gösterdiği etkinlikten ötürü fiilen özür diledi ve düşmanlara zayıf ve şaşkın olduğumuz yönünde bir sinyal gönderdi” diyen Pompeo, “Obama’nın Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in 2013’te Suriye’deki kimyasal saldırısından sonraki “kırmızı çizgi” açıklamasından geri adım atması da yalnızca, bildiklerimizi teyit etti. Sonra da zamanımızın en ahmakça dış politika kararı geldi: Obama yönetiminin İran’la nükleer anlaşması.” ifadelerini dile getiriyor.

BARIŞ GÜÇLERİNİN SAF TUTMASI

Kitabında, “İsrail ve Arap ülkeleri ile bağımsız ilişkimize başladığımızda İran’ın, Hamas, Hizbullah ve Filistinli İslami Cihad gibi örgütlere finansman ve silah desteği vermek suretiyle bölgeye egemen olması ihtimalinden yana besledikleri korkuyu ve İran’ın, Şii terör gruplarının etkisiyle Lübnan ve Irak halkını ve ekonomisini yere çalmasından ötürü duydukları üzüntüyü hemen fark ettik. İran’ın Husi isyancılara verdiği destek, Yemen’deki insan hakları felaketinin boyutunu ikiye katladı. Suriye’de Beşşar Esed, halkını Hizbullah ve İran’la iş birliği yapan savaşçıların yardımıyla katletti. Bizim yönetimimiz, Ortadoğu için Başkan Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner, Büyükelçi David Friedman, Özel Elçi Jason Greenblatt ve ‘Biz işlere Araplara karşı bir Yahudi ya da Amerikalı olmayan her şeye karşı bir İsrail gözüyle bakmadık’ diyen Pompeo’nun tasarladığı yeni bir vizyon getirdi. Bölgenin, aşırılık ve yıkım güçleri (İran rejimi ve vekilleri) karşısında barış ve istikrar güçleri (İsrail ve ilgili Arap ülkeleri) ile saf tutmaya nasıl eğilimli olduğunu yeni gözlerle görebildik. Çaba, ben dışişleri bakanı olmadan önce başladı ve kalkışa geçmesi yönetimdeki son seneye kadar sürdü. Değişim rüzgârı her zaman güçlü esmez. Başkan Trump, basit bir atılımla 2017 yılında Riyad’dan Kudüs’e doğrudan ilk uçuşu gerçekleştirdi. Bunu, 2018 yılında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Umman ziyareti izledi ve eşzamanlı olarak BAE, Abu Dabi’deki judo maçlarında İsrail’in milli marşının çalınmasına izin verdi.

2019 yılında Polonya’nın başkenti Varşova, üst düzey Arap liderlerin bir İsrailli liderle katıldığı Ortadoğu Güvenlik Konferansı’na ev sahipliği yaptı” ifadelerine yer veren Pompeo, daha sonra normalleşmeye ilişkin çabalardan bahsederek Bahreyn ile BAE’nin “finans ve turizm açısından cazibe merkezleri haline gelmek istediğini” belirtiyor. “İslamcılığa şiddetle karşı çıkan” BAE Başkanı Şeyh Muhammed bin Zayed’in aralarında bulunduğu “vizyon sahibi liderleri” överek bir ekonomik merkez olarak BAE’nin öneminin farkında olduğunu dile getiren Pompeo, konuya ilişkin ifadelerini şöyle bitiriyor: “Muhammed bin Zayed, bana çeşitli aralıklarla, gördüğü haliyle Amerika’nın bölgedeki başarısızlıklarını hatırlattı (…) ve gücünü İran’ın şerrini durdurmak için kullanacağı konusunda Amerika’ya güvendiğini açıkladı.”

NORMALLEŞME

Pompeo’nun ifadesiyle, “İbrahim Anlaşması önce Amerika ve bir müttefik olarak İsrail’in direkleri ve İran’ın bölgede istikrarı sarsan bir güç merkezi olduğuna dair yaygın kanaat olmadan gerçekleşmez. Bununla birlikte daha kesin bir düzeyde, diplomatik süreç için elbette iki etken mevcut: İlk olarak bu anlaşmalar için, son birkaç senede birçok seçimin yapıldığı İsrail’de hüküm süren kırılgan bir siyasi koalisyon zemininde çalışıyoruz. Bununla birlikte bu, BAE ile 13 Ağustos 2020’de yapılan ve ‘dünya için büyük bir sürpriz olan’ ilk normalleşme anlaşmasının duyurulmasına engel olmadı. İkinci olaraksa çabalarımıza karşı güçlü bir şekilde çalışan Filistin Otoritesi. Biliyorlar ki baraj yıkılırsa -barışa engel olma güçleri azalırsa- bir ayaklanma başlatma ve dünyadaki Arapları öfke ile alevlendirme kartlarını kaybedecekler.” Filistinlilere, ilgili ülkelerle ilişkileri konusunda başka ithamlar da yönelten Pompeo, “Gelgelelim bu dört ülkenin yani ABD, İsrail, BAE ve Bahreyn’in liderleri etki altında kalmadı.

BAE’den gelen ilk açıklamadan sonra onu başka ülkeler takip etti. Bahreyn (…) antisemitizmle savaşmak ve barışı desteklemek için bir anlaşma imzalamak suretiyle 29 gün sonra katıldı. Ardından domino taşları düşmeye devam etti. Ekim 2019’dan itibaren Sudan’ı terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkarmak için çalıştık ki bu, benim CIA Başkanı olduğum günden beri yapmaya çalıştığım şeydi. Doğrusu da buydu, zira Sudanlılar terörle mücadelede en güçlü ortaklar haline geldi. Onları listeden çıkarmak tek başına, bize Sudan’ı İsrail’i tanımaya ikna etme ayrıcalığını verdi. Sudan Cumhurbaşkanı ve üst düzey askeri yönetimi arasındaki anlaşmazlıklar, süreci erteledi, dolayısıyla anlaşmayı sağlamlaştırmak adına 15 yıldan sonra Sudan’a yolculuk eden ilk ABD Dışişleri Bakanı oldum. Fas’taki anlaşma ise Aralık 2020’de gerçekleşti. Terörle mücadeleye odaklanmış ortaklar oldukları için Faslılarla çalışmak, CIA günlerimden beri hoşuma gider. Evet demek içinse talepleri, Fas’ın güneyinde Batı Sahra denen bir bölgenin Amerika tarafından tanınmasını sağlamaktı. Bu, Amerika için mantıklı ve İsrail’in resmi olarak tanınmasını sağlamamıza yardımcı oldu.” ifadelerini kullanıyor.

PUTİN’İ BEKLERKEN

Mike Pompeo, anılarında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e de geniş bir yer ayırmış. “Bu kurtla bir araya gelmek” için 5500 mil (8800 km) uçtuğunu söyleyen Pompeo, “Beni karşılaması için 20 dakika beklemiştim ki bu subayın samimiyetine ve sonsuzluğuna kafayı takmış diplomasi dünyasında bu uzun bir süre.” dedikten sonra bunun Vladimir Putin yöntemi olduğunu kendisine hatırlattığını ekliyor. Bu, Başkan Donald Trump’ın “kötü ABD-Rusya ilişkisini iyileştirme imkânı olup olmadığını görmek için” kendisinden Putin’le görüşmesini talep etmesi üzerine Soçi’de yaşanmış. Ziyaretin işe yarayacağına ikna olmamakla birlikte Başkanın isteğini yerine getirmiş. Yarım saat bekledikten sonra rahatsız olmaya başlamış, ancak Sovyetler Birliği İstihbarat Ajansı KGB’nin eski subayının eski CIA Başkanı için istediğinin bu olduğunu anlamış. Pompeo, dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Morgan Ortagus’u arayarak şu talimatı vermiş: “Onlara, ülkeme dönmek üzere uçağa gideceğimi söyle.” Bunun üzerine Ortagus, Rus mevkidaşını arayıp, “Bakan blöf yapmıyor. Sonuç hepimiz için kötü olacak. Adam gidecek.” diyerek mesajı iletmiş. Pompeo konu hakkında şunları söylüyor: “Aramanın bir etkisi oldu mu, bilmiyorum ama Putin birkaç dakika sonra geldi. Bir yandan tavırları el altından, hatta çocukçaydı. Diğer yandan kişisel hâkimiyetin önemli sonuçlara götürebileceğini Putin kesinlikle biliyordu; nitekim Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve başkalarını kendisinden 20 adım uzakta, masanın uzak diğer ucuna oturmaya zorlamıştı. Putin bu toplantılarda şu mesajı verdiğini düşündü: Bu, benim sığır çobanlarına [kovboylara] oyunum. ABD ile toplantıların Amerika’nın kovboy oyunu olduğunu bilmesini istedim.”

KABALIĞIN PSİKOLOJİSİ

Trump yönetiminin, dış politikasını, güç yoluyla barış şeklindeki basit ilke üzerine kurduğunu belirten Pompeo, Putin’in “safi kabalık üzerinden psikolojik üstünlük kurma” konusundaki mantığına itiraz ediyor. Eski Başkan Barack Obama’nın 2013 yılında Suriye’deki ‘kırmız çizgisini’ uygulamayı reddetmesinin, Putin’in 2014 yılında Kırım’ı ilhakının nispeten az bir bedel gerektireceğine ikna olmasına katkı sağladığını düşünen Pompeo’ya göre “Düşmanlar bir zaaf gördüğünde saldırmaya cesaret ederler. Putin haklıydı. Putin, 2022’de Ukrayna’yı işgal etmeden önce de muhtemelen Biden yönetiminde zayıf bir pozisyon sezdi. Komşu bir ülkeyi avlamaya gücü her zaman vardı. Biden’ın başkanlığı onu, yemek vaktinin geldiğine ikna etti. Caydırıcılık, düşmanlarınızı, eylemlerine karşılık dayanılmaz sonuçlarla yüzleşecekleri için belirli yollara girmemeye ikna etmeyi gerektirir. Belirgin caydırıcı çizgiler çekmek ve bunları taviz vermeden savunmak, kötü failleri durdurur. Zayıflık ise onları tahrik eder.” Pompeo, Thedore Roosevelt ve Ronald Reagan’ın aralarında bulunduğu eski ABD başkanlarının bu bağlamdaki tecrübelerini aktararak, Başkan Donald Trump’ın Putin ve Kuzey Kore Lideri Kim Jong-un gibi düşmanlarla diyaloga hazır olduğunu, ancak onların da, Amerikalıların icap ederse çekici getireceklerinin her zaman bilincinde olduğunu belirtiyor. Pompeo ayrıca, ABD’nin askeri harcama tavanını 2017’nin sonuna kadar 700 milyar dolara yükselttiğine işaret ederek NATO üyesi ülkelerden gelen askeri harcamaların artırılmasına ilişkin Amerikan baskılarına da değiniyor ve şu gerçeği dile getiriyor: “Bugün en büyük meydan okumayı temsil eden Çin karşısında üstünlüğünü kaybetme riski taşıyan bir orduyu yeniden örgütlememiz gerekiyor. Rusya da bir tehdit; genç bir subayken yüzleştiğim Sovyetler Birliği artık yok ama Rusya ve onun Batı’yı baltalamak için gösterdiği çabalara karşı kalkan görevini sürdürmek için önemli sebepler hâlâ mevcut. Rusya küresel ayak izini Çin, İran, Venezuela, Küba ve Suriye’deki ortaklarıyla koruyor ve ABD’ye komşu kutup topraklarına egemen olmaya can atıyor, nükleer savaş başlıkları göndermek için uzay ve süpersonik yetenekleri de geliştirdi. Putin, Rusya’nın heybetini geri getirmenin önünde Batı’yı bir engel olarak görüyor. Onun saldırganlığı, sonu gelmez askeri hamleler ve rejimi değiştirme operasyonları etrafındaki dar görüşlü Batı stratejilerine bir tepki. Amerika’nın bu yüzyıldaki Irak, Libya ve Suriye’ye yönelik müdahaleleri, Putin’in paranoyalarını ikiye katladı. Putin, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile ABD ve Batı ittifakını zayıflatma amacını paylaşıyor.”

DENG VE ÇİN İMPARATORLUĞU İLKESİ

Pompeo’ya göre 80’li ve 90’lı yıllarla 21’inci yüzyılın başında Çin, Çin Komünist Partisi Lideri Deng Xiaoping’in ünlü, ‘Gücünü gizle ve acele etme’ ilkesine boyun eğdi ve bir gün Amerika ve Batı’ya karşı kullanacağı beklentisiyle askeri güç, ekonomik etkinlik ve dış tesir oluşturmak için sessizce çalıştı. Amerikalı yetkililerin Pekin’e yönelik “büyük miktarda fikri mülkiyet hırsızlığı” ve “sahtekârlık faaliyetleri” suçlamalarını yineleyerek, “Hem Rusya hem de Çin’in emperyal tabiatı, bugün Ukrayna ve Tayvan’da büyük ölçüde açığa çıkmış durumda. Ancak tek başına Çin, gerçekçi bir imparatorluk gösterisi yapabilir ve her bir Amerikalı için hayatı daha kötü hale getirebilir” ifadelerini kullanan Pompeo, Çin’i ticaret ve sözde liberal uluslararası düzene entegrasyon yoluyla Batılı tarzda bir ortak haline getirmeye yönelik saf projeyi eleştirdi ve “Panda ayılarının kucaklaşmasına ikna olmayan en az bir Amerikalı iş adamı vardır. Başkan Trump’ın 2016 kampanyasının en önemli özelliklerinden biri; Çin’in ticaret anlaşmalarında hile yapması, ABD’ye büyük miktarlarda çelik ve diğer emtiaları sokarak Amerikan endüstrisine zarar vermesi ve Amerikan fikri mülkiyetini çalması hakkındaki gerçeği söylemeye hazır olmasıydı. Onun, seçim kampanyasında Çin’in ekonomik faaliyetleri hakkında gerçeği söylemesi, Amerikan tarihinin temel dönüm noktalarından biri haline geldi.” dedi. Pompeo, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Başkan Trump ile Nisan 2017’de Mar-a-Lago’daki görüşmesinin ardından Şi Cinping ile gerçekleştirdiği ilk görüşmesi hakkında da şu açıklamada bulunuyor: “Trump birkaç dakika önce Suriye ve diğer hedeflere yönelik saldırı emri verdiğini itiraf etti. Şüphesiz Şi, bunun, Obama ekibi olmadığının farkına vardı. Pekin’deki mesajım da bunu pekiştirdi. Şi’nin kararlı bir şahsiyet olduğuna kanaat getirdim. Putin, kötü olduğunda bile komik ve şakacı olabilirken Şi, ciddiyette aşırıya kaçmıyordu. Anlattığı hikâyeler (…) Çin’in mağduriyeti ve herhangi birimizin doğumundan çok önceye dayanan intikamcı şikâyet taleplerine dairdi. Çin egemenliğine karşı koymak, ekonomik rekabeti kazanmak demektir. Çin, ülkelerle iş bağları kurduğunda Çin Komünist Partisi’ne başka yerlerde kendi iradesini dayatma ayrıcalığı veriyor. Birçoğu Çin Hükümetinin kasasındaki fonlarla faaliyet gösteren Çinli şirketler, altyapı inşa etmek ve ülkelere mal ulaştırmak için fırsatlar arayarak dünyayı dolaşıyor. 5G teknoloji yayılmasının ardında Çinli iletişim şirketi Huawei var. Huawei, 5G’yi kontrol edebilirse Çin Komünist Partisi’ne büyük miktarda kişisel, ticari ve güvenlik verilerine erişim imkânı sağlayacak. Pekin, bu verileri baskı, şantaj, dolandırıcılık ve propaganda amacıyla kullanacak. Bundan dolayı, Çin’e karşı küresel teknoloji yarışını kazanma konusunda Amerika’nın ciddi olmasına yardımcı olmalıyım.”

ÇİNLİ EMPERYAL “ZORBALIK”

Pompeo, Hong Kong dahil olmak üzere Çin ve onun politikaları hakkında uzun uzun yazmış. “Tayvan’a Karşı Politikamız ve Statükoyu Kırma” başlığına geniş bir yer ayıran Pompeo, Tayvan’ı, “emperyalist bir zorbanın eşiğindeki bağımsız bir kale ve 1949 yılında komünist anakaradan kaçan özgürlük savaşçılarının yurdu” olarak niteliyor. Pompeo, Şi’yi, “Çin halkının yalnızca Marksist-Leninist ve Çinli karaktere sahip sosyalist yönetim altında gelişebileceği yalanlarına inanmayan Tayvan’ı ezmeyi istemekle” suçluyor ve Tayvan’ın Başkan Richard Nixon için “ana odak noktası” olduğunu ekliyor. Düşüncelerini, "Tayvan karşısındaki siyasetimiz, 1972 yılında Çin açılımının ardından başarısız oldu. Nitekim Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, ABD’nin, Çin’in Çin adıyla tanımlanabilecek tek ülke olduğu iddiasına saygı duyduğunu ifade eden Tek Çin Politikasını benimsemek gibi ölümcül bir karar aldı ve Tayvan’ı krize terk etti.” ifadeleriyle dile getiren Pompeo, Başkan Trump’ın Tayvanlılarla ilişkisinin, geçiş sürecinde Tayvan Devlet Başkanı Tasi Ing-wen’den bir telefon alması, ardından bu konu hakkında bir tweet atmasıyla başladığını belirtiyor ve konuya ilişkin olarak, “Bu, katı dış politika kısıtlamalarının çok ötesindeydi. Çin Komünist Partisi ile Doğu Asya hizmetindeki her diplomatı kızdırdı. Bu durum, Trump’ı şu tweeti yazmaya sevk etti: ‘ABD’nin Tayvan’a milyarlarca dolar değerinde askeri teçhizat satması ilginç, ama bir tebrik telefonunu kabul etmemeliyim.’ Bu etkileşim, Çin’e karşı diplomasimizin temelini attı” değerlendirmesini yapıyor.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.