DÜNYA
okuma süresi: 29 dak.

İsrail’deki gelişmeler Filistin’e nasıl etki edecek?

İsrail’deki gelişmeler Filistin’e nasıl etki edecek?

İsrail’deki kimi gelişmeler, İsrail vatandaşı olan Filistinliler nezdinde daha fazla şiddete ve İsrail karşıtı bir tutuma yol açıyor.

Yayın Tarihi: 07/06/23 17:20
okuma süresi: 29 dak.
İsrail’deki gelişmeler Filistin’e nasıl etki edecek?
A- A A+

Uluslararası düzeyde yaşanan değişimin Filistin sorunu ve ona ilişkin gelişmeler de dahil olmak üzere Arap dünyasındaki sorunlara etkisi hakkında çeşitli açılardan kapsamlı bir tartışma yürütülüyor.

Her gün şu tartışmalara şahit olabiliriz; Çok kutupluluk, ABD’nin uluslararası sisteme tek başına liderlik etmesi, Çin’in yükselişi, AB’nin rolü ve hatta Rusya’nın merkezî bir aktör olarak uluslararası ilişkilere geri dönüşü ve bunun da ötesinde çok kutuplu uluslararası sistemin ya da en azından ona doğru giden yolun ortaya çıkışı…

Tüm bu gelişmelerin genel olarak Arap dünyasının sorunlarına, özel olarak da Filistin meselesine etkisine dair tartışmalar ve analizler de günlük olarak karşımıza çıkıyor.

İsrail, Türkiye ve İran gibi Araplara komşu ülkelerin Arap dünyasıyla ilişkisi ve bu ülkelerin dış politikalarının ittifaklar ve Arap güç merkezlerindeki dönüşümlere etkileri de tartışma konusu. Ayrıca Arap toplumlarındaki uyum ve ihtilaflar açısından da komşu dış güçlerin etkisi hakkında önemli bir tartışma yürüyor.

Bu bağlamda Filistinliler ve onların davalarıyla iç uyumlarına yönelik etki de tartışma konularından biri.

Buna karşılık komşu ülkelerde meydana gelen değişimler, özellikle de bunların Filistin dahil olmak üzere Arap dünyasıyla ilişkiler üzerindeki etkisi hakkında fazla analiz yapılmıyor.

Mesela İsrail, Türkiye, İran ve diğerleri ciddi iç çatışmalar yaşıyor. Farklı ve rakip taraflar arasında yaşanan bu çatışmalar, Arap dünyası ile ilişkiler hakkında mevcut veya olası tutum ve düzenlemeleri de içeriyor. Bu tartışmalar, birtakım düzenlemelere yol açacak ve bu düzenlemelerin büyük bir kısmı da genel olarak Arapların durumu ve Filistin, Suriye, Irak, Yemen ve Libya gibi önemli meselelerle bağlantılı olacak. Dolayısıyla bu ülkelerin toplumlarında neler olup bittiğini incelemek ve bu üç örnekte içeride olabileceklerin Arap toplumlarına yansımalarına dair bir resim çizmek oldukça önemli.

Bunun tüm boyutlarını masaya yatırmak için bu alan yeterli olmaz. Bununla birlikte bu makale, bu toplumlarda neler olup bittiğini ve bunlarda görülen değişimlerin Arap toplumlarına ve merkezî Arap meselelerine muhtemel etkisini anlamaya yönelik somut ve belirli çabanın ön çağrısıdır.

“İsrail, Türkiye ve İran gibi Araplara komşu ülkelerin Arap dünyasıyla ilişkisi ve bu ülkelerin dış politikalarının ittifaklar ve Arap güç merkezlerindeki dönüşümlere etkileri de tartışma konusu. Ayrıca Arap toplumlarındaki uyum ve ihtilaflar açısından da komşu dış güçlerin etkisi hakkında önemli bir tartışma yürüyor.”

İsrail Adalet Bakanı Yariv Levin’in kapsamlı planını açıklamasının ardından özellikle geçen yılın sonundan bu yana tartışmalar yoğunlaştı. Söz konusu plan, İsrail’deki Hâkimleri Seçme Komitesi’nin yapısında ciddi düzenlemeleri, hükümetin yargı danışmanının konumu ve yetkilerine ilişkin ciddi değişiklikleri ve Knesset’e, Yüksek Mahkeme’nin Knesset tarafından çıkarılan yasalara yönelik olası itirazlarını geçersiz kılma imkânı veren “üstünlük maddesinin” kabulünü içeriyor.

Bakan Levin ile Kasım 2022’deki seçimlerin ardından oluşturulan ve daha önce ve son seçimlerden sonra Başbakan olan Likud Partisi Lideri Binyamin Netanyahu’nun da dahil olduğu diğer hükümet unsurları, seçimlerden önceki dönem de dahil olmak üzere son yıllarda yargı sisteminde değişiklikler yapma niyetlerinden açıkça bahsediyorlardı.

Bununla birlikte iki gelişme, İsrail muhalefeti ve belki de koalisyon partilerinin üyeleri için sürpriz oldu.

Öncelikle bu değişiklikler, siyasi sistemin değiştirilmesi ve yürütme erkinin, yani hükümetin yargı erki üzerinde egemenlik kurup kendi politikalarına itiraz etme olasılığını ortadan kaldırmakla birlikte onu hedeflerini gerçekleştirmek için bir araç haline getirmesi demekti.

İkinci olarak değişiklik için önerilen paket, yoğun ve karışık olup masaya tek seferde kondu. Bu durum, muhalefetin öfkesine, İsrail toplumunda ciddi karışıklıklara, geniş ve ısrarlı protestoların patlak vermesine yol açtı. Gösteriler yaklaşık dört aydır devam ediyor. Bu, İsrail’de benzeri görülmemiş bir protesto dalgası. Başka bir ülkedeki en güçlü siyasi protesto dalgalarıyla karşılaştırıldığında bile devamlılığı ve yoğunluğu bakımından benzersiz kalıyor.

İsrail’de olup bitenleri anlamak için aşağıda üç önemli iddia sunacağım.

Birincisi: İsrail’deki değişim programına yönelik protestolar çok geç kaldı.

İkincisi: İsrail’deki anlaşmazlık, bir bileşimdir. Yani devletin Yahudiliği ve devletteki Yahudi üstünlüğünü desteklemeye yönelik geniş bir stratejik uzlaşı bağlamında kültürel yönelimler, yargı bağımsızlığı, ulusal öncelikler hiyerarşisi ve İsrail’in dünya nazarındaki “demokratik” imajının muhafazası konusunda ciddi bir anlaşmazlıktan bahsediyorum.

Üçüncüsü: Ulusal hareketler de dahil olmak üzere İsrail içindeki ve dışındaki Filistinliler, önemli ve merkezî olmakla birlikte kendi kendini işlevsiz kılan bir aktör.

“İsrail Adalet Bakanı Yariv Levin’in kapsamlı planını açıklamasının ardından özellikle geçen yılın sonundan bu yana tartışmalar yoğunlaştı.”

“Netanyahunizm”, Netanyahu’nun İsrail’i değiştirmek için geliştirdiği kapsamlı projesi hakkında ortaya atılan bir adlandırma. İsrail yargı yapısı ve onun hükümetle ilişkisi için önerilen değişiklik tasarısını tartışan ve Netanyahu’nın arzuladığı değişikliğin bu olduğunda ısrar edenlerin aksine bence, Netanyahu’nun getirdiği tüm değişikliklere, İsrail’in durumunda nitelikli bir taşınma meydana getirmeyi hedefleyen bütüncül bir proje olarak bakılmalı ve yargıdaki değişiklikler de çok daha büyük bir değişim projesinin sadece bir bölümü olarak görülmeli. Benim önerim, prensip olarak Netanyahu’nun projesinin, İsrail’i benim tabirimle ‘Üçüncü Cumhuriyet’e dahil etme arzusundan kaynaklanan tarihî ve ciddi bir değişim projesi olarak anlaşılmasıdır.

İsrail, Netanyahu ve onun projesine iki önemli siyasi aşamada evrildi:

Bunlardan ilki, Ben Gurion’un şahsiyeti ve politikalarıyla temsil edilen ‘Birinci Cumhuriyet’ aşamasıdır. Bu aşamada İsrail kuruldu, Filistinlilere yönelik etnik temizlik projesi yürütüldü, Doğu’dan ve Batı’dan yüz binlerce Yahudi yeni İsrail ülkesine göç ettirildi ve aynı potada eritme projesini hayata geçirmek için çalışıldı. Böylece “sürgünlerdeki” Yahudi geçmişiyle bağlantı koparılarak, ulusal dil olan İbraniceyi iyi konuşan ve çeşitli şekillerde etkin katılım da dahil olmak üzere yeni toplumun inşasına hazır olan yeni bir İsrailli Yahudi kimliği inşa edildi. Bahsedilen etkin katılıma, ülkeyi savunmak için askerlik hizmeti vermek ve yeni devlet ve toplumu inşa edip büyütmek için hazır olmaya dayalı olarak ekonomisine, genel kültürüne ve gelişmekte olan toplumsal yapısına katkı sağlamak da dahil.

Gerçekten de Ben Gurion, yardımcıları ve o dönemdeki hâkim sınıfla birlikte devlet kurumlarını inşa etti ve devletin Filistinli mültecilerin evlerine dönüşünün engellenmesi, komşu Arap ülkelerine karşı savaşlar yürütülmesi ve değişikliklere rağmen İsrail’in durumu için önemini koruyan iç ve dış ilişkiler ağı ile gelişmeler için bir temel atılması gibi toplumsal, ekonomik, kültürel ve askerî özlemlerini besledi.

İkinci aşama, ‘İkinci Cumhuriyet’ aşaması: Bu aşamada 1977 yılındaki siyasi darbenin ve o döneme kadar ana muhalefet partisi olan Likud’un iktidar basamağına yükselişinin ardından başladı. Bu aşamanın başlangıcı, İsrail sağının önde gelen isimlerinden Vladimir Jabotinsky’nin öğrencisi Menahem Begin’in şahsında ve İsrail’de uygulanan bir dizi toplumsal, siyasi ve kültürel değişimde temsil edildi ve ‘Birinci Cumhuriyet’te inşa edilen temellere rağmen ilkinden ciddi anlamda farklı ‘İkinci Cumhuriyet’in ortaya çıkışına imkân sağladı.

Bu aşamada, uzun bir siyasi dışlanma döneminden sonra Likud ve yönetimi, siyasi meşruiyet kazandı; Doğu kökenliler İsrail’deki siyasi, kültürel ve ekonomik eylemin merkezine doğru ilerledi ve büyük bir kısmı İsrail’deki kamusal hayatta merkezî konumlara yerleşti; başta milliyetçi dindarlar olmak üzere dindarlarla güçlü bir ittifak kuruldu; Batı Şeria, Gazze ve Kudüs’teki yerleşim faaliyetlerinde ciddi bir ilerleme kaydedildi; Filistinlilere karşı açık bir savaş başlatılarak, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Lübnan’dan kovuldu ve Batı Şeria ile Gazze’deki liderler ve aktivistler sürüldü ve/veya sınır dışı edildi. Bu esnada MAPAI partisi tarafından benimsenen ve Filistinlilere ulusal faaliyet alanı vermekle birlikte denetim ve kontrole dayalı olan yaklaşıma devam edildi ve bu, Filistinlilere ulusal kurumlarını inşa etme, sivil toplumlarını güçlendirme ve FKÖ ile bağlantılarını artırma imkânı tanıdı. Tüm bunlar, Batı Şeria ile Gazze’de İsrail’e ve burada devam eden işgaline karşı Birinci İntifada’nın patlak vermesinde pay sahibi oldu.

Bununla birlikte ağırlıklı olarak Likud’la temsil edilen İsrail sağı, ‘İkinci Cumhuriyet’ döneminde hükümetin eklemlerini tamamen kontrol edemedi ve İsrail’de ciddi ve nitelikli bir değişim meydana getiremedi. Bu, 80’lerde ve 90’larda, hatta 20. yüzyılın başlarına kadar Likud ve ortaklarının desteği ile İşçi Partisi ve ortaklarının desteği arasında gidip gelen seçim sonuçlarından kaynaklandı. Bu aynı zamanda İsrail’in kurucu partisi İsrail Vatanı’nın İşçi Partisi’ne (MAPAI) yakın bir siyasi tabakanın tüm iktidar merkezlerinde yani bakanlıklarda, mahkemelerde, üniversitelerde, kültür merkezlerinde, işçi sendikalarında, devlet ve hükümetle doğrudan ve dolaylı olarak bağlantılı tüm birimler ve kurumlarda hâkim olmasının da bir sonucudur.

“Ben Gurion, yardımcıları ve o dönemdeki hâkim tabakayla birlikte devlet kurumlarını inşa etti ve devletin Filistinli mültecilerin engellenmesi gibi toplumsal, ekonomik, kültürel ve askerî özlemlerini besledi”

Üçüncü aşama, Netanyahu’nun 2009’da yeniden iktidara gelmesinden bu yana geçen ve benim “üçüncü cumhuriyet” adını verdiğim aşamadır. Bu aşama, esas olarak İsrail sağına verilen desteğin artması ve benim “egemen sağ blok” dediğim şeyin oluşmasıyla başladı. Bu bloğu, Likud’un yanı sıra yerleşimciler ve onların İsrail toplumundaki destekçileriyle temsil edilen partiler ve özellikle de milliyetçi dindar partiler oluşturuyor. İsrail’de Haredim’i temsil eden Yahadut HaTora (Birleşik Tevrat Yahudiliği), Agudat Yisrael ve Şas gibi partiler de bu blok içerisinde yer alıyor. Tüm bunlar, geçmişte birinci cumhuriyette iktidarda olan MAPAI’nin ortağı ve Likud ile İşçi Partisi arasında manevra yapmaya hazır partilerdi.

Bu partiler gerçekten de ikinci cumhuriyet döneminde ikisi arasında gidip geldi. Bununla birlikte hepsi de siyasi ve ideolojik olarak tamamen Likud’u ve Binyamin Netanyahu’nun liderliğini tercih ederek sağın bir parçası olarak hareket etti. Bir diğer deyişle bu partilerin tercihlerinde ve davranışlarında ciddi bir değişim yaşandı ve bunun yanı sıra demografik olarak büyüyen İsrail siyasi kesimleri üzerinde Likud’un ve genel olarak sağın kontrolü derinleşti. Söz konusu siyasi kesimler ise esas olarak şöyle: genel olarak Doğu kökenliler, dindarlar ve özellikle Haredim ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinden gelen ve İsrail’de oy kullanan yetişkin Yahudilerin yaklaşık beşte birine ulaşan göçmenlerin çoğunluğu.

Egemen sağ blok, Netanyahu liderliğindeki Likud’un, burada “Netanyahunizm” dediğim şey doğrultusunda gerekli değişikliklerde ciddi bir sıçrama yapması için adım adım oluşturulan bir tasavvuru formüle etmesini sağladı. Son zamanlarda “yargı darbesine” odaklanılıp halk gösterileri, sürekli ve ciddi bir protesto yoluyla karşı çıkılsa da bu protesto bence geç kaldı.

Basitçe söylemek gerekirse Netanyahu, 1999 yılında iktidardan indirilip o dönemde kendisine karşı olan Ehud Barak’ın başarılı olması ve Şaron’un yıldızının parlamasından sonra düştüğü siyasi dışlanma halindeyken planladığı köklü bir değişim sürecini başlattı. Bu dönemde Likud’un gücü, bilhassa Şaron’un çekilmesi ve 2005’te merkezî Kadima partisinin kurulmasından sonra rekor bir seviyeye indi. Yine bu dönemde Netanyahu, solun yeniden iktidara gelmesini engelledi. Bağımsız bir Filistin devletinin kurulması ve Filistinlilerle barış yapılmasına karşı çıkarak, Yahudilerin ırk üstünlükleriyle “İsrail toprakları” üzerindeki egemenliklerini vurguladı. Bu ciddi siyasi değişiklere ek olarak Netanyahu, İsrail toplumunu oluşturan Yahudi gruplar arasındaki güç ilişkilerinde de değişiklikler yaptı. Böylece İsrail’i nasıl değiştireceğine dair tasavvurunu ve kavramlarını pratize etmiş oldu.

Bu bağlamda İsrail’de faşist sağın meşrulaştırılması ve hükümetlere ortak edilmesi de dahil olmak üzere sağın ve ittifakının egemenliği pekişiyor. Sağ, ana projeleri “Filistinlilerle uzlaşma” olan solu ve merkezi bir çıkmaza soktu, sosyoekonomik gündemini ele geçirdi ve geçmişte çevrede kalan gruplarla iletişimi derinleştirdi. Bunun sonucunda İsrail solu parçalandı ve merkez siyaset ise çeşitli kesimleri kendisinden uzaklaştıran ve kendisini yavaş yavaş zayıflatan belirsiz ve donuk bir orta çizgiye dönüştü.

Netanyahu, İsrail’i yönetmeye devam etmek için popülizmi kullanıyor. Bu söylem de genel olarak yerleşik ve egemen seçkinlere karşı bir mücadeleyi, onlara ve kontrol ettikleri (üniversite, yargı sistemi ve medya gibi) kurumlara karşı olmayı içeriyor. Netanyahu popülizmi, azınlıklar ve göçmenler gibi egemen ulusal grubun gözünde “yabancı” olan gruplara karşı bir kışkırtmayı ve küresel etkilerden ötürü tehdit altında olan etnik kimliğe odaklanmayı ifade ediyor. Bunların hepsi esasen genel olarak Yahudilerin ve özel olarak ise İsraillilerin değerleri ve çıkarları olarak kabul edilen unsurlara daha fazla bağlılık anlamına geliyor.

Netanyahu, 2009’da yeniden iktidara geldikten sonra vakit kaybetmeden ciddi ve derin değişiklikler yapmaya başladı. Bu, kamuda ve bazılarının derin devlet dediği şeyde ciddi istihdam değişikliklerini içeriyordu. Daha sonra yasalarda ve eğitim müfredatında kapsamlı bir değişiklik yapmaya ve ordu da dahil olmak üzere kamusal alanda dinin ve muhafazakâr değerlerin varlığını artırmaya başladı. Yerleşime ve “İsrail toprakları” üzerinde hâkimiyetin yayılması dedikleri şeye bağlı milliyetçi dindarlar yönetim kademelerine geldi. Bunun yanı sıra üniversitelerde solcu ve Arap öğrencileri takip eden, hocaları ve derslerinin içeriğini denetleyen gençlik hareketi Im Tirtzu gibi hareketler üzerinden ciddi değişikliklerin yapılmasından sonra kamusal alan yavaş yavaş değişti. Ayrıca mali kaynakların dağılımında ve yargı dahil kamu kurumlarının istihdamında da değişikliğe gidildi ve hâkim siyasi kültürde ciddi değişikliklere öncülük edilerek bunlar meşrulaştırıldı. Böylece Netanyahu gibi yolsuzlukla ve kamusal alanda gücü kötüye kullanmakla suçlanan bir kişinin tercihi ve yetkisi İsrail’de kabul edilebilir ve meşru bir mesele haline geldi. Netanyahu aynı zamanda kültürde ve etkin kültürel kurumlarda ciddi değişikliklerin yapılmasında pay sahibi oldu. Medyada da ciddi değişikliklere tanık olundu ki, bu değişikliklerin başında yeni gazetelerin ve modern iletişim araçlarının kurulması, geleneksel ve modern tüm iletişim araçlarında sağın etkin bir şekilde varlık göstermesi gelmektedir.

İkinci olarak: Karmaşık değişiklikler

Burada alan dar olduğu için Netanyahu’nun, ortaklarıyla birlikte önderlik edip meydana getirdiği değişiklikler hakkında daha fazla detay veremiyorum. Ancak bunlar hiç şüphesiz kapsamlı ve derin olup İsrail’i değiştirdi. O kadar ki ülkeyi “yargı değişiklikleriyle” taçlanan ‘Üçüncü Cumhuriyet’ dönemine soktu. Şu an “Levin Planı”, plana karşı protestolar ve tarafların devlet başkanı ofisi gözetiminde müzakerelere girmesi bağlamında bu yargı değişiklikleri ile nelerin değiştirilebileceği ve Netanyahu’ya göre nelerin ertelenip gelecekte kademeli olarak dönülebileceği tartışılıyor.

“Egemen sağ blok, Netanyahu liderliğindeki Likud’un, burada “Netanyahunizm” dediğim şey doğrultusunda gerekli değişikliklerde ciddi bir sıçrama yapması için adım adım oluşturulan bir tasavvuru formüle etmesini sağladı.”

Netanyahunizm’in ortaya koyduğu ve ilerletmeye çalıştığı kapsamlı değişiklikler, İsrail’i yeniden yapılandırma arzusunun ifadesidir. Böylece nihayetinde -ki bitmeyecek- birkaç köklü değişiklik gerçekleşecek.

Bu köklü değişikliklerin en önemlileri şöyle:

Birincisi, “İsrail toprakları” üzerinde hâkimiyet kurup bir Filistin devletinin kurulmasını, hatta İsrail solunun ve merkezinin bunu hayata geçirilebilir bir siyasi proje olarak ciddi bir şekilde düşünmelerini bile engellemektir. Aynı zamanda bu değişikliği, bu hâkimiyeti ve ırk üstünlüğünü ikiyüzlü davranmadan ve Batı’da dillendirmekten de çekinmeden teyit eden bir proje olacak şekilde köklü olarak dönüştürmektir.  

İkincisi, İsrail’in Batı’da alışılagelmiş liberal bağlamın dışında bir toplum ve bir devlet olarak konumlandırılmak suretiyle içeriden değiştirilmesidir (Gerçi İsrail zaten liberal değildi ama bu, başka bir yazının konusu). Böylece devlet, açıktan açığa Yahudi milliyetçi kesiminin hâkimiyet ve tasallutuna dayalı daha geleneksel/muhafazakâr ve sağcı kimliğe büründü ve Doğu kökenliler ve dindarlar gibi tarihte saf dışı bırakılmış grupların popülist kültürüne yaklaştırıldı.

Üçüncüsü, devleti, dünyayla bağlantılı kılan Batı kökenli Aşkenazi seçkinlerin projesinden derin bir şekilde uzaklaştıran ve daha dindar, muhafazakâr ve “Doğulu” hale getiren siyasi, ekonomik ve kültürel değişiklikler yapmaktır.

Bu değişiklikler, Filistin ve İsrail’de yaşananlara ilişkin pek çok boyutun iç içe geçtiği bir çatışma halinin ifadesidir ve ciddi anlamda çeşitli akımları yansıtmaktadır. Örneğin genel olarak Batı Şeria, Gazze ve Kudüslü Filistinliler ile İsrailli Yahudiler, İsrail vatandaşı Filistinliler ile Yahudiler, sağ, merkez ve sol; dindarlar, muhafazakârlar ve laikler; şehir merkezi ile kenar mahalleler, Doğu kökenli Yahudiler ile Batı kökenli Yahudiler küreselleşme yönelimleri ile özel kimlik yönelimleri, birleştirici İsrail kimliği ile bölünmüş kimlikler vb. arasındaki ayrılıklar ve farklılıklardan kaynaklanan anlaşmazlığa/çatışmaya ilişkin bir faaliyetin ifadesidir.

İsrail sosyolojisindeki tüm bu farklılıklar araştırılmaya devam ediyor. Bununla birlikte İsrail’deki son protestolar bağlamında hepsi güçlü bir şekilde su yüzüne çıkıyor ve tartışmalar her gün sosyal medyada alevleniyor. Bu tür farklılıkları ve zıtlıkları hâlâ inkâr edenler olmakla birlikte İsrail’deki genel eğilim bunu kabul ediyor, açıkça tartışıyor ve hükümet liderliğindeki değişiklikler ve bunlara yönelik protestolar ve itirazlar ile bu farklılıklar arasında bir bağlantı kuruyor.

“İsrail devletini, dünyayla bağlantılı kılan Batı kökenli Aşkenazi seçkinlerin projesinden derin bir şekilde uzaklaştıran ve daha dindar, muhafazakâr ve “Doğulu” hale getiren siyasi, ekonomik ve kültürel değişiklikler yapmaktır.”

Üçüncü olarak: Netanyahunizm’in doğrudan kurbanları olan Filistinliler ve buna karşı hareketlere dahil olma ihtimalleri

Esasında Netanyahunizm, özellikle Yüksek Mahkeme’nin konumu ve Kudüs ile Batı Şeria’daki hükümet politikalarını dizginleme yetkisi üzerinde yaptığı ya da planladığı tüm değişiklikler üzerinden Yahudi toplumunda köklü bir değişim meydana getirmeye çalışıyor. Ancak bundan daha önemli ya da en az bunun kadar önemli olan şey, Netanyahu’nun “İsrail toprakları” dediği Batı Şeria üzerinde nihai bir hâkimiyet kurup bir Filistin devleti kurulmasını tam olarak engellemektir. Bu tasarıya, çekinmeden ya da uluslararası değerleri ve normları, hatta ABD ve Batı Avrupa başta olmak üzere İsrail’i destekleyen ülkelerde hüküm süren demokratik değerleri gözetmeden Yahudilerin ırksal üstünlüğünü vurgulamak da dahil. Genel olarak -diasporada, Batı Şeria’da, Gazze’de, Kudüs’te ve Yeşil Hat içindeki- Filistinlilere, Yahudilerin ırksal üstünlüğünü ve egemenliğini her zamankinden daha fazla kabul ettirilmesi Netanyahunizmin temel bir unsurudur. Bu arzu açıkça masaya yatırıldı ve 2018 yılındaki Milliyetçilik Yasası’nda da 2022 sonunda Knesset’te onaylanan ve mevcut hükümeti yönlendiren hatlarda da kabul edildi.

1948’den beri bir slogan ve uygulama olarak dayatılan Yahudilerin ırksal üstünlüğü ve bu ihtimali geçersiz kılmak suretiyle Filistin’i iki devlete bölüştürme meselesinin çözümü bağlamında bu değişiklikler genel olarak Filistinlilerin konumunda nitelikli bir sıçrama meydana getirmiyor. Yani Nekbe’den bu yana Filistinlilerin durumuna hakim mantık aynı. Ancak görünüşe bakılırsa eskisinden daha sert, ırkçı ve popülist. Bu, hükümetin temel ilkeleri ve Netanyahu ile birkaç bakanının açıklamaları üzerinden ırkçı-ayrımcı (apartheid) rejimi güçlendirip tarihî Filistin’in her yerinde benzersiz bir güç kullanarak sömürgeci yerleşim projesini sürdürmek için ciddi olarak çalışacağını ilan eden İsrail’e karşı çalışmalarını ve faaliyetlerini geliştirmeleri için Filistinlilere -ek- ciddi bir fırsat sunuyor. Dolayısıyla mevcut hükümet ve onun programları ve politikaları, Filistinliler ile müttefiklerine İsrail’i kuşatmak ve onu aşamalı olarak sömürgeci ve ayrımcı sistemde ilerleyemez hale getirmek için merkezî bir faaliyet aracı oluşturabilir.

Filistinlilerden istenen şey, şu üç düzeydedir:

Birincisi, yerel olarak tüm Filistinlilere, İsrailli Yahudilere, Arap-İslam dünyasına ve tüm uluslararası topluma pazarlanabilecek resmî ve halkçı karakterde belirgin bir gelecek projesi geliştirmek. Öncelikle Filistinlilerden böyle bir proje sunmalarının istenmediği yönündeki düşünceden kurtulmak gerek. Zira bunu Filistinliler yapmazsa kimse yapmayacak; sömürgeci ve ayrımcı rejimden kurtulmanın ilk adımı olarak böyle bir algı oluşana kadar durumları olduğu gibi kalacak.

İkincisi, toplumları ve ülkeleri kendi saflarına çekmek için stratejik ve taktiksel yollar ve araçlar geliştirmek. Arap-İslam dünyasında ve elbette ABD ve Avrupa’da davalarının yeniden itibar görmesini sağlamak da buna dahil. Bence her şeyden önce demokratik değerlere, vatandaşlığa ve eşitliğe bağlı olmak ve İsrail’de ayrımcılığa, ırksal üstünlük iddialarına ve sömürgeciliğe karşı halk mücadelesine vurgu yapmak gerek.

Üçüncüsü, Filistin’de -en azından çoğunluğu- organize etmek ki bu, diğer düzeylerde yol almanın temel şartıdır. Filistinliler bilhassa Oslo’dan ve hareketlerinin, bir kurtuluş hareketi olmalarının aleyhine olarak ve FKÖ liderlerini saf dışı bırakarak bir ‘Yönetim’e dönüşmesinden sonra farklı gündemler ile çıkmaza girdiler. Aynı şekilde ulusal hareketleri çöktü ve seçkinlerinin, liderlerinin ve aktivistlerinin bile bağlı kalmadığı bir sürü genel slogandan öteye geçmedi. Son dönemlerde bu durumu aşmanın gerekliliğine dair ciddi bir tartışma yürütülüyor, ancak bu bağlamda ciddi bir atılım gerçekleşmedi. Yapılması gereken asıl şey bu ufka odaklanmaktır.

Kısacası, bu olmazsa Filistinliler herhangi bir yolda, nitelikli bir değişiklik ortaya koyma ya da bu doğrultuda yürüme anlamında ciddi bir ilerleme gösteremez. Doğrudur, bu durum İsrail’in takibinden ve politikalarından kaynaklanıyor. Ancak bu, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Şam’daki Büyük Arap Devleti projesinin başarısız olmasının ardından ulusal hareketlerine başlamalarından bu yana onlara eşlik eden bir dahili Filistin başarısızlığıyla da derinden bağlantılı. Bu, bugüne kadar devam etti. Şimdi içeride demokratik ve belirleyici seçimin, onları temsil edecek bir Ulusal Konsey için Filistin genel seçimlerinden geçtiğine karar vermek suretiyle bu durumu aşmanın zamanı geldi. Yoksa içerideki kötü performans yüzünden geçersizlikleri, durumun efendisi olmaya devam edecek.

“Üç aşama: Tüm Filistinlilere, uluslararası topluma pazarlanabilecek belirgin bir gelecek projesi geliştirmek. Toplumları ve ülkeleri kendi saflarına çekmek için stratejik ve taktiksel yollar ve araçlar geliştirmek. Filistin’de -en azından çoğunluğu- organize etmek ki bu, diğer düzeylerde yol almanın temel şartıdır.”

Özet

Netanyahu’nun ortaya koyduğu ve hâlâ arzuladığı değişiklikler, belirli milliyetçi ve muhafazakâr eğilimlerle ilişkilidir. Bunlar, İsrail’i Arap dünyasındaki duruma yaklaştırabilir ve onu daha fazla “Ortadoğulu” ve daha az “Batılı ve Avrupalı” hale getirebilir. Bununla birlikte başta Filistin meselesi ve Filistinlilerin Filistin’deki hakları ve sığınmaları olmak üzere Araplara ve onların meselelerine daha ırkçı ve saldırgan da yaklaşabilir.

Esasında İsrail’deki bu değişiklikler, Arap halkları düzeyinde daha fazla şiddete ve İsrail karşıtı tutuma yol açabilir. Hele de Netanyahu ile diğer liderlerin açıklamaları ve neredeyse her Arap evine doğrudan ulaşan politikaları, İsrail’in bölgede bir bütünleşme arzulamadığını ve Filistinlilerin haklarını daha fazla inkâr etmeye çalıştığını teyit ederken.

Öte yandan zayıf ve parçalanmış Arap dünyasına, Arap rejimlerinin bağlantılarına ve seçkinlerle liderlerin iktidarda kalmaya ilişkin çıkarlarına -ve belki de esas olarak İran’ın temsil ettiği dış tehditlerden yana duydukları korkulara- ve ABD ile daha güçlü bir ilişki kurma arzularına dikkat etmeliyiz. Gelişmiş silahlara erişim ve vatandaşlara karşı öncekinden daha iyi casusluk yapma araçları da bu arzulara dahil. Tüm bunlar, resmî düzeyde Arapların İsrail’le yakınlaşmasında katkı sahibi oldu.  

Bu yakınlaşma şimdiye kadar Arap ülkeleriyle diplomatik veya ticari ilişkiler ya da en azından öncekinden daha fazla açıklık yoluyla İsrail’e önemli kazanımlar sağladı. Bu kazanımların çoğu, Netanyahu dönemine ait ve onun İsrail’in çıkarlarını gerçekleştirme bağlamındaki genel tasavvurunun bir parçası. Netanyahu, yazılarında ve açıklamalarında Filistin meselesi ile normalleşme arasındaki ilişki denkleminin kalbi olmakla iftihar ediyor. Filistin meselesine adil bir çözüm bulunmaksızın İsrail’in Arap ülkeleriyle olan durumunu normalleştirmenin mümkün olduğunu da ispatladı.

Özetle Netanyahunizm bağlamında değişim dinamiklerinin ve İsrail’in arzularının onu Arap dünyasından daha da uzaklaştırması gerekiyordu. Gelgelelim Arap dünyasının zayıflığı, parçalanmışlığı ve özellikle Filistinliler arasında olmak üzere belirgin bir liderlikten yoksunluğu, bu denklemi daha da karmaşık bir hale getirdi ve İsrail’i bölgenin organik bir parçası olarak kabul etme fikrine hâlâ karşı çıkan halkçı Arap tutumunda derinleşen kırılmayla birlikte İsrail, Arap rejimlerine karşı önemli kazanımlar elde etmeye devam etti.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.