Kristalleşmiş Aşk

Yayın Tarihi: 15/10/20 07:00
okuma süresi: 17 dak.

Gökler size aşk için yaratılmış bir ruh bahşetmişse eğer,

sevmemek

hem kendinizi hem de karşınızdakini

mutlulukların en büyüğünden mahrum bırakmanız anlamına gelir.

Günah işlemekten korkan

bir portakal

ağacının

çiçek açmayı bırakmasından

farkı yoktur bunun.

Fransa'nın hem ilk sosyalist hem de ilk Yahudi lideri Léon Blum’un “her dem genç” olarak nitelediği ünlü Fransız yazar Stendhal’in yaşamında aşk büyük bir yer tutmuştur.

Hayalperest, duygusal, kırılgan, çekingen ve merhametli bir adam olan Stendhal’in, din ve politikaya ilişkin görüşlerinde köktenci, hatta katı olmasının bir nedeni de, “her dem genç” oluşudur aslında.

Stendhal’in aşk hayatında pek çok kadın yer almış.

Zaman zaman aşk’ı bir hastalık olarak da tanımlayan Stendhal “Aşk hasta olmak gibidir, iradenin en ufak bir etkisi bile olmadan doğar ve biter.” sözü ile bunu doğrular niteliktedir.

Stendhal, hiç yaşlanmamıştır; çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki duyguları ve izlenimleri tüm yaşamı boyunca peşini bırakmamıştır.

Kahramanları da kendisine benzer. Bu gençler, onları yönetmek isteyen babalara ve despotlara başkaldırır, annelerine ya da anne yerine koydukları kadınlara sığınırlar.

Bazen anneler de duyarsız ve sevgisiz olabilirler; o zaman, tarihe mal olmuş bir kadın örnek alınmıştır.

Stendhal, çok sevdiği annesini bir doğum sonrasında yitirmiştir; hayatı boyunca babasını onun ölümüne neden olmakla da suçlamıştır.

Stendhal, annesi ve babasıyla ilgili bu duygularından hiçbir zaman kurtulamamış, babasını hep sıradanlıkla, yobazlıkla, paraya fazla önem vermekle suçlamıştır.

Babası kralcı ve dindardır.

Kralcılık ve yobazlık, onun için her zaman hainliği, pisliği, şerefsizliği ve ikiyüzlülüğü simgelemiştir.

Stendhal güçlü bir adamı kartala benzetir. Aynen kartal gibi, güçlü erkek de ne kadar yükselirse görülmesi o kadar zorlaşır ve yüceliğinin cezasını ruhunun yalnızlığıyla öder.

Hatta babasınından nefret ettiği için onun ismini taşımak istemediği ve bu yüzden Stendhal (gerçek adı Marie-Henri Beyle) takma adını kullandığı iddia edilmektedir.

Babasına duyduğu nefret, yapıtlarına da yansımıştır.

Stendhal yapıtlarında 4 (dört) farklı aşk çeşitlerinden bahseder;

  1. Tutkulu aşk

(eski aşk hikayelerinde ve halk masallarında karşılaşılan tür aşktır.)

      • Daniyar ile Cemile
      • Leyla ile Mecnun
      • Pierre ve Marie Curie
      • John Lennon ve YoKo Ono
      • Ferhat ile Şirin
      • Miskin ile Küçür
      • Afrodit ile (Venüs) Çoban Anahis
      • Nazım Hikmet ile Piraye
      • Böç ile MeYo
      • Kerem ile Aslı
  1. Stilize aşk

(her şeyin yerli yerine oturtulduğu son derece mantıklı ve hesaplı bir tür aşktır, günümüz diliyle söylersek "mantık evliliği"dir)

  1. Fiziksel aşk

(en eski hislerimizle bir anda vurulduğumuz türdeki aşkı tanımlar)

  1. Kibirli aşk

(gösteriştir, birlikte olduğunuz insana estetik ya da farklı anlamlarda değerli bir nesne gibi yaklaştığınız ilişki türünü gösterir)

“Aşk medeniyetin bir mucizesidir” der Stendhal ve ekler “barbar ve vahşi insanlar arasında sadece en kaba şekliyle bedensel yani fiziksel aşk vardır”

“Aşk lezzetli bir çiçektir, fakat insanın onu yetiştiği korkutucu uçurumdan toplayacak cesareti olmalıdır.” sözünün sahibi Stendhal’e göre aşkın aşamaları vardır:

İlki, beğenme.

İkincisi, onu öpmek, onun tarafından öpülmek ne hoş olurdu düşüncelerinin egemen olduğu umut etme aşaması.

Sonrası, aşkın doğuşu aşamasıdır.

Sevildiğinizi hissettiğiniz anda, sevdiğinize olumlu özellikler atfetmeye başlarsınız; o mükemmeldir, hatta Tanrı’nın size bir armağanıdır.

Stendhal bu sürece kristalleşme adını verir.

Güncel araştırmalara göre, tahmini 210 IQ ile, gelmiş geçmiş en büyük dahi Goethe’nin ‘Sevilenin kusurlarını hoş görmeyen sevmiyor demektir’ sözü de aslında kristalleşme sürecine değinmektedir.

Stendhal Salzburg’daki tuz yataklarına yaptığı bir ziyaretten etkilenerek bu ismi verir.

Salzburg’un tuz yataklarından birine kışın çıplak kalmış bir ağaç dalı, terk edilmiş alanlarından birine atılır.

Tuz yatağının derinliklerinde gömülü kaldığı zaman boyunca ağaç dalı muhteşem güzellikteki kristallerle kaplanmış halde bulunur.

Dal tanınmayacak hale gelene kadar en küçük yaprağın bile üzeri bütün evreni dolduracak kadar çok ışıltıyla bezenmiş bir hal alır.

Stendhal kristalleşmeyi yalnızca bir ağaç dalına özgü tutmaz.

Kristalleşme aynı zamanda uzun bir zamanın ardında aşkın karşısında çırılçıplak kalmış bir insanı da tasvir eder.

Stendhal’a göre insan aşık olduğu zaman baştan sona kristalleşir.

Stendhal en iyi aşkın, çok yavaş ilerleyen aşk olduğunu savunur.

Çünkü sevenin sevdiğine yaptığı yatırımın kök salıp yerleşmesi ve güvenilir hale gelmesi için uzun bir kristalleşme sürecinden geçmekten başka çaresi yoktur.

Stendhal, kadınlardaki iffetin sadık bir hayranı olduğunu itiraf etmiştir çünkü her zaman dediği gibi arada iffet kavramı olmadan romantik aşkın mümkün olamayacağını düşünüyordu.

Stendhal’e bir ekleme yapmam gerekirse iffet kavramı hem kadınlar hem de erkekler için kristalleşme’nin ön şartıdır.

Kristalleşen aşkın, yani gerçek bir sevginin elinde yalnızca 2 (iki) şey vardır:

  1. Sevmek
  2. Vazgeçememek

Şartlar ve koşullar ne kadar zor olsa da gerçek sevgide sevmekten vazgeçmemek, kusurların örtülmesi vardır.

Gerçel bir sevgide aranızda bir sınır yoktur. Siz o’sunuzdur, o da siz. Sizin acınız onun acısıdır. Mutluluk ve acı artık kişisel meseleler değildir.

Artık “Bu senin problemin.” gibi bir şey hissedemezsiniz.

4 Mart 1818, Stendhal’in deyimiyle mükemmel bir müzikal temanın başlangıcıdır; çünkü Matilda Viscontini Dembowski’ye aşık olur.

Bu yurtsever İtalyan kadın, Stendhal’in en büyük tutkusu olmuş, yaşamını ve yapıtlarını derinden etkilemiştir.

Grenoble’da doğan ve Paris’te ölen Stendhal’in İtalya’yı çok sevdiği, vatanı gibi benimsediği bilinir.

Stendhal bütün milletler içinde İtalyanların en iyi aşıklar olduğu kanısındaydı.

Stendhal birçok İtalyan kadına tutkuyla bağlanmıştır.

Gerçekten de Stendhal yaşamının önemli bir bölümünü İtalya’da geçirmiş, İtalya’yı ve İtalyan sanatını konu alan kitaplar yayımlamıştır.

Ancak Milano’da tanıdığı Matilda Dembowski’ye duyduğu aşktır onu asıl harekete geçiren. Bunu kendisi de itiraf eder.

Eserlerinde insanlığın neredeyse bütün mesele ve sorunlarına değinen Tolstoy’a göre “İnsan parasını kaybedince fakir, özgürlüğünü kaybedince esir, aşkını kaybedince şair olurmuş.”

Ne var ki, karşılıksız bir aşktır.

Stendhal, kenti terketmek zorunda kaldığı 1821 yılında beynine bir kurşun sıkarak intihar etmeyi düşündüğünü belirtir.

Matilda, Stendhal’in aşkına karşılık vermemiş, ondan hep uzak durmuştur.

Bunun birçok nedeni vardır.

Polonyalı kocasından resmen ayrı yaşamaktadır ve iki çocuk annesidir; her şeyden önce dedikodulardan çekinmektedir.

Üstelik, İtalyan birliği için çalışan yasadışı Carbonari örgütüyle yakın ilişki içindedir. Başı Avusturya polisiyle zaten dertteyken, bir de Napoléon’a hizmet etmiş bir Fransız’la birlikte görünüp büsbütün dikkat çekmek istemez.

Stendhal ise, çekingenliği ve beceriksizliği yüzünden Matilda üzerinde çılgın bir aşıktan çok, yapışkan bir kadın avcısı izlenimi bırakmıştır.

Stendhal’e asıl acı veren, Matilda’yı elde edememekten çok, onun tarafından anlaşılamamaktır.

Olgun yaşta tanıdığı bu kadına çılgınca aşık olmuş, sevilmek ve anlaşılmak için çok çaba harcamıştır.

Vietnamlı efsanevi Zen Budist Thich Nhat Hanh, basit cümlelerle ve büyük bir bilgelikle yazılmış kısacık kitabı ‘HOW TO LOVE’’da nasıl seveceğimizi bilmeden sevmek, sevdiğimiz kişiyi yaralar diyor ve şöyle devam ediyor Sevmek konusunda özürlüyüz. Konu sevilmek olduğunda da tablo maalesef pek umut verici değil’.Sevilmek konusunda da özürlüyüz diyor.

En yalın hali ile Thich Nhat Hanh’ın öğretilerinin kalbinde, anlamak, sevginin diğer adıdır fikri yatıyor.

Bir başkasının acısını anlamak, o kişiye verebileceğiniz en büyük hediyedir.

Anlamazsanız, sevemezsiniz.

Yahya Kemal’in de söylediği gibi Gerçek sevgi, iyilik gördüğünde artmayan ve kötülük gördüğünde eksilmeyendir.

Daha basit hali ile Gerçek Sevgi, çektiğiniz acıyı azaltma ve karşınızdakinin acısını azaltabilmesine yardım etme kapasitesidir.

Birini sevdiğinizde, o kişiyi rahatlatabilmeli ve acısını dindirebilmelisiniz. Bu bir sanattır.

Eğer o kişinin acılarının kökünü anlayamazsanız, yardımcı olamazsınız, tıpkı bir doktorun sebebini bilmeden hastalığınızı iyileştiremeyeceği gibi.

Daha çok anladıkça, daha çok seversiniz, daha çok sevdikçe, daha çok anlarsınız. Bu, bir gerçekliğin iki yüzüdür.

Ona 3 (üç) yıl arayla yazdığı iki mektuptaki istemlerinin farklılığı, bize Stendhal’in bu kadını ne büyük bir tutkuyla sevdiğini ve ne kadar çaresiz olduğunu gösteriyor.

4 Ekim 1818 tarihli mektubunda, aşkını kanıtlamaya çalışırken, sevdiği kadının kendisine dostça bir karşılık bile vermemesinden yakınıyor, onun karşısında bütün cesaretini yitirdiğini söylüyor.

Ancak, 3 Ocak 1821’de yazdığı kısacık bir notta, kendisini bir akşam on beş dakikalığına kabul etmesi için ona yalvarıyor.

Matilda, Stendhal’ın yaşamına ve yapıtlarına yön veren en önemli kadındır ama aşık olduğu tek İtalyan değildir.

Yine Milano’da çok gençken karşılaştığı Angela Pietragrua adlı bir kadına tutulmuş, yıllar sonra da onun tarafından sevilmeyi başarmıştır. Zengin bir kumaş tüccarının kızı olan Angela onu aldatmış; ilişkileri tatsız bir biçimde sona ermiştir. Stendhal’in yakın arkadaşı Prosper Mérimée, Angela’nın onu nasıl aldattığını, yazarın bunu anlayınca ne kadar şaşırdığını ve üzüldüğünü anlatır. Stendhal, Angela’yı yaşam boyu unutamamıştır.

Stendhal’in sevgililerinden biri olan Angéline Bereyter İtalyan Tiyatrosu’nda şarkıcıdır. Stendhal’in sonradan asla sevmemiş olduğunu söylediği bu kadınla ilişkisi dört yıl sürmüştür.

Stendhal’in büyük aşklarından Guilia’ya gelince, onu tanıdığında artık yaşlı bir adamdır. Otuzuna yaklaşan bu Toscana’lı kız, açık sözlülüğüyle ve dünyaya meydan okuyan tavrıyla Stendhal romanlarından çıkmış gibidir. 1829 yılında bir kış günü büyük romancıya aşkını şöyle ilan eder: “Bunu uzun zamandır biliyorum, yaşlısın ve çirkinsin... ama seni seviyorum”.

Stendhal, özyaşam öyküsünün bir bölümünü içeren Vie de Henry Brulard’da, 1835’te Amalia Bettini’ye aşık olduğunu belirtir. 1837’de kaleme aldığı yolculuk anılarında, Amalia Bettini’den usta bir tiyatro oyuncusu olarak söz eder.

Stendhal, son aşkını yine İtalya’da yaşar. Ölümünden bir buçuk yıl önce, Roma’da tutulduğu sanılan bu kadına, anılarında “Earline” ve “The Last Romance” adlarını yakıştırır.

1819’da başlayıp 1820’de tamamladığı ünlü deneme kitabı De l’Amour (Aşk Üzerine) Matilda’ya duyduğu aşkın ürünüdür.

Bu süreç Stendhal’i edebiyat tarihinde, hatta aşk psikolojisini inceleyen bilimsel çalışmalarda en çok atıfta bulunulan kavramlardan birine götürür:

“kristalleşme”

Kitabından sonra 1821’de İtalya’yı terk edip Paris’e yola çıkmadan, Matilda’yı ziyaret eder, bu son görüşüdür.

Matilda, dört yıl sonra, 1 Mayıs 1825’te 35 yaşındayken hayata veda eder.

Kitaplarının kenarlarına not almayı seven Stendhal, Aşk Üzerine’nin üzerine daha sonra şu notu düşer: “1 Mayıs 1825 – Yazarın öldüğü gün.”

Hayatının sonuna kadar da Matilda’yı unutamaz.

Peki insan gerçek aşkı ne zaman bulabilir sizce?

Eğer bir bardak suya, bir avuç tuz dökerseniz, o su içilmez hale gelir.

Ama bir avuç tuzu bir nehre dökerseniz, insanlar hala o sudan içip, yemek pişirebilirler.

Nehir çok büyüktür ve alma, kucaklama ve dönüştürme kapasitesine sahiptir.

Kalplerimiz küçük olduğunda, anlayışımız ve şefkatimiz sınırlıdır ve acı çekeriz.

Başkalarını ve eksikliklerini kabul veya tolere edemeyiz ve değişmelerini bekleriz.

Fakat kalplerimiz genişlediğinde, aynı şeyler artık bize acı çektirmez.

Çok fazla anlayış gösterebiliriz ve diğer insanları kabulleniriz.

Onları oldukları gibi kabullendiğimizde, değişim şansları da olur.

Lütfen herkes kendi yaşamlarını bir düşünsün ve açık yüreklilikle kabul etsin.

Bir bardak su muyuz yoksa nehir miyiz?

Bu durumda, asıl soru kendi kalbimizi nasıl büyütebileceğimiz.

VISSE SCRISSE AMO - YAŞADI YAZDI SEVDİ (NİYET)

SCRISSE AMO VISSE - YAZDI SEVDİ YAŞADI (GERÇEK)

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.