Tek çare bu düzenden kurtulmaktadır…

Yayın Tarihi: 24/01/23 07:00
okuma süresi: 6 dak.

Geçtiğimiz hafta sonu Kıbrıslı Türklerin iradesinin açıkça tahakküm altına alındığı 22 Ocak olaylarının 5. Yıl dönümüydü. O kritik ve talihsiz günün üzerinden geçen sürece ve yaşanan olaylara bakarsak, tahakküm kelimesinin ne kadar doğru kullanıldığını anlarız.

O gün yaşananlar o zamanki adıyla Afrika Gazetesi’ne linç girişiminin yanı sıra olaya müdahale etmeye çalışan yine zamanın Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya yapılmaya çalışılan saldırı, mecliste ve damında yaşananlar, güvenlik kuvvetlerinin olaya müdahale etmemesi gibi şeyleri düşününce çok daha dramatik bir hal alıyor.

Olaylar sırasında yapılan gösterinin arasına dalan Akıncı’yı olası bir linç girişiminden gazeteci dostum Hüseyin Ekmekçi kurtarmıştı, hala gözümün önündedir.

Bir başka gözümün önünden gitmeyen sahne de dışarıda tüm bu talihsiz olaylar yaşanırken her şeye rağmen devam eden milletvekili yemin töreni sırasında kürsüden ‘faşizme karşı omuz omuza’ diye haykıran CTP’li vekil Doğuş Derya’nın cesaretidir.

Ancak etrafı saran faşizm sadece meclisin dışında ve içinde değil, aynı zamanda meclisin damında da kendini gösteren, bir nevi darbe görüntülerini aratmayan anlara sahne oldu. Afrika’yı taşlayan ekibin ardından hiçbir şey yaşanmamış gibi meclise girip –o kadar olaya rağmen hiç utanılmadan yapılan yasama yılı kokteyl sırasında- sağ kesim vekillerle boy boy fotoğraflar çekmesi gidilecek köyün minarelerini göstermekle kalmadı, topluma şu mesajı da verdi: “Sizin iradeniz, kurumlarınız ve yargınız bir bizim için bir hiçtir.”

Yaşanan olaylar ve sonrasındaki yasal süreçte saldırganlara karşı takınılan tutum, faillerin bir türlü bulunamaması, onlara ceza veren hakimin (Tacan Reynar) ölüm tehditleri alması, sonra görevinden istifa etmesi gibi şeyler yukarıdaki mesaja uygun yeni dönemin habercisiydi.

Olayların ardından kurdurulan ve toplumun gazını almayı başaran dörtlü koalisyon hükümetinin HP tarafından yıkılmasıyla birlikte yeniden hızlanan tahakküm süreci, önce 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Akıncı’ya, ardından yaşanan süreçte ise UBP’ye müdahalelerle devam etti.

Aralık 2020 yılından beri devam eden üçlü koalisyon hükümetinin güya yönettiği sistem şimdilerde iradenin iyice Ankara’ya kayması ve tamamen görünmez bir hale gelen Kıbrıslı Türklerin dramatik düşüşü şeklinde devam ediyor. Üstelik düşülen kuyunun dibi henüz görünmüş filan da değildir. 

Toplumun psikolojisi üzerine kurulan korku imparatorluğu, gerek siyasi aktörleri gerekse de toplumun aydınlarını iyice baskı altına alırken, sayısı binlerle olan yeni vatandaşlıklarla birlikte durum artık neredeyse Kıbrıslı Türk geleneksel seçmenin oyuna ihtiyaç duyulmayacak noktalara kadar varmıştır.

Uzun yıllar demokrasi varmış gibi yapılan ama sadece Türkiye’nin ulvi çıkarlarını gözeten sistem, Kıbrıs Türk solu için olduğu kadar artık Kıbrıs Türk sağı aleyhine de tamamen çökmüş, araştırmacı Mete Hatay’ın tarifiyle bunca yıldır yaşanılan ‘araf’ bile artık yıkılmıştır. Yani Türkiye bu saatten sonra yerli iş birlikçi kullanmak yerine kendi vatandaşlarından bir siyasi sistem idame ettirmeyi daha da yoğunlaştıracaktır.

22 Ocak olaylarının ilerleyen aylarında Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı ve “Türkiyeli nüfusun meclisteki oranı düşük, artırın, 25 bin vatandaş yapın” açıklamasının gerçeğe döndüğünü, sadece 5 yılda bu sayı hedefinin tutturulmaya yakın olduğunu görebiliriz.

Tüm bu yazdıklarımı alt alta koyduğumuzda KKTC’nin yasaması ve yürütmesinin üzerine konulan tahakkümün en derin noktalara sirayet ettiğini, üçüncü güç yargının ise açık hedef olduğunu zaten bilmekteyiz.

Kıbrıs Türk Halkı tarihinin hiçbir döneminde son 5 yıldaki gibi değersizleştirilmedi, aciz duruma düşürülmedi. Özellikle siyaset dünyasının iyice karikatürize edilmesi, başbakanların havada uçuştuğu, bakanların bir parmak hareketiyle görevden alındığı bu sistemin itibarı zaten un ufak olmuştur.

Ama esas oyun kurucular için hiç sıkıntı yoktur çünkü ‘yavru vatan’ yavru kalmalı, hiç büyümemeli, kendi ayakları üzerinde asla durmamalıdır. Eğer kendi ayakları üzerinde durursa kurulan göbek bağı kopar. O kopunca siyasi anlamda kontrolden çıkar, kendi kararlarını kendi almaya başlar. Halbuki bu durum uydu devletlerin tabiatına aykırı bir durumdur, izin verilmesi imkansızdır.

Maalesef bu reel durum belirli bir kesim tarafından asla kabul edilmemekte, yaşananların sorumlusu olarak yine kendileri yani Kıbrıs Türk halkı gösterilmektedir. Genel geçer düşünce olarak KKTC iktidarının kendilerine geçmesini bekleyen bu kesimlerin suçlayacağı kişiler Kıbrıslı Türk siyasiler olmakta, esas kuklacı sürekli es geçilmektedir. Böylece toplum içinde “bizden bir cacık olmaz” anlayışı yayılmakta ve manipülasyon ortaya çıkmaktadır.

Nihayetinde çürümeyi ve kaçınılmaz bir biçimde yok olmayı getirecek olan bu durum gelinen aşamada belki henüz tamamlanmamıştır ama hızlanmıştır.

Eziyet olan şey zarları zaten hileli olan bir sistemden demokrasi bekleme körlüğüdür.

KKTC tamamen teslim alınmıştır ve zarları hileli bu sistem içinde yapılan her türlü mücadele kaybetmeye mahkumdur. Son kaybedilen “Külliye” ve “imamın olmayan soruşturması” mücadeleleri tam da bu dediğime örnektir.

İçeride çare aramayı bıraktığımız ya da tek yol olarak lanse etmekten vazgeçtiğimiz gün esas kurtuluş mücadelesi başlar.

Bu yüzden kurtuluş sistemin içinde değil, dışındadır, uluslararası hukuktadır.

Başka hiçbir çare mümkün değildir. Anlaşılması gereken esas durum budur.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları