Geç bir seçim analizi…

Yayın Tarihi: 22/02/23 07:00
okuma süresi: 7 dak.

Biz olmadık acılar ve kederle kıvranırken, Kıbrıs Cumhuriyeti yeni başkanını seçti: Nikos Hristodulidis.

Normalde bu yazıyı muhtemelen seçimlerin 2.turunun yapıldığı 12 Şubat’ın ertesi günü okuyacaktınız ama resmi ve inandırıcı olmayan rakamlara göre 42 bin kişinin öldüğü Maraş depremi bütün gündemin (ve benim ruh halimin) önüne geçti. Resmi ve inandırıcı olmayan cümlesini özellikle kurdum çünkü ben de çoğunluk gibi ölü sayısının çok daha fazla olduğuna inanıyorum.

Bu konuyu şimdilik bir kenara bırakırsak, seçimlerin ikinci turundan önce yazdığım ilgili makalede, Hristodulidis’in ilk turda beklenen oyu almadığını söyleyip “Seçim öncesi anketler onun ikinci turu 55-60 bandında tamamlayacağını öngörüyordu ancak alınan bu oy miktarı 55 barajına ulaşamayacağını söylüyor” ifadelerini kullanmıştım.

Nitekim seçimi yüzde 51,92 ile zar zor kazanabildi. Seçimin son haftalarında büyük atak yaparak ikinci tura kalan AKEL destekli Andreas Mavroyanis ise yüzde 48,08’lik bir sonuç elde etti.

Kısacası alınan sonuç Rum ret cephesinin ya da sağ-aşırı sağ karışımı bloğun yeni bir zaferi olarak görülebilir.

Ancak bu ‘hayırsız’ sayılabilecek sonuç içinde bence çok dikkate değer bir nokta vardır. O da Rum ret cephesinin 2004 Annan Planı referandumundan sonra sürekli olarak kan kaybettiği gerçeğidir.

Bu hesaba göre Annan Planına ve çözüme yüzde 75,38’lik bir oyla çok güçlü bir şekilde hayır diyen Rum seçmen aradan geçen 18 senenin sonunda neredeyse 50-50 denilebilecek bir duruma gelmiştir.

Bizde çok pervasız, haksız ve adilane olmayan bir şekilde seçimi kazanan çözüm karşıtı Ersin Tatar’ın oy oranı da yüzde 51’dir. Şimdi tüm bunları alt alta koyarsak, her iki toplumun da çözüm istencinin oldukça güçlü bir durumda olduğunu söyleyebiliriz.

Seçimin iyimser sonucu biraz budur. Kıbrıslı Türklerin çözüme duyduğu şiddetli ihtiyaç gerek güvenlik sorunları gerek Doğu Akdeniz’in zenginliğinin değerlendirilememesi gerekse de gittikçe artan yasa dışı göç gibi meseleler yüzünden Kıbrıslı Rum toplumu için de zaruri bir ihtiyaç haline gelmiş, hatta zaman çok da daralmıştır demek gerekir. Bu da kötü bir şey değildir.

Öte yandan yarın ilk kez gayrı-resmi bir şekilde bir araya gelecek olan Hristodulidis-Tatar ikilisinden, kişisel olarak herhangi bir çözüm bulmalarını beklemek deveye hendek atlatmaktan hallicedir. Ancak işin içine uluslararası toplum ve bir takım çözüm gereklilikleri girerse o zaman işler değişir.

Açıkçası “Kıbrıslı bir çözüm” bulunabileceği masalına çok önce, 2010 yılının soğuk bir kış günü ara bölgede bir çadırda inanmayı bıraktım.

O gün o çadırda son derece asık bir suratla duran rahmetli Dimitris Hristofiyas ile Mehmet Ali Talat ve BM Eski Genel Sekreteri Ban-ki Moon vardı.

Üçlü basın önüne çıkana kadar ortak bir açıklama olacak, çözümün yol haritası ortaya çıkacak diye deliler gibi beklemiştik. Çıkan şey banal bir açıklama ve hayal kırıklığı olmuştu. Çözümün lokomotifleri AKEL ve CTP bile sorunu çözemiyorsa, neyin Kıbrıslı çözümünü arıyorduk ki?

İşte o gün Kıbrıslıların, Kıbrıs sorununu çözeceğine olan inancımı yitirdim ve bir kez daha buna inanmadım. Çünkü Kıbrıs sorunu uluslararası bir sorundur ve çözüm yeri de uluslararası platformlar olacaktır.

Dolayısıyla yeni ikili Hristodulidis-Tatar’ın her ne kadar çözümsüzlükten memnun olsalar da uluslararası toplumun çıkarları ve yeni düzeni söz konusu olunca çözüme karşı bir tavır alabileceklerini zerre düşünmüyorum.

Ha diyeceksiniz ki bu iş nihayetinde ABD-Rusya uzlaşısına bakar. Doğrudur ama bu uzlaşı geçmişte sağlanamadığı gibi gelinen hal ve şartta gelecekte de sağlanmayacaktır.

Bunun yerine olaya gereklilikler üzerinden bakmak zorundayız. Ve kuşku yok ki Rusya-Ukrayna savaşı Kıbrıs sorununun çözümü için hiç beklenmedik bir fırsat penceresi açmıştır.

AB, Rus gazına bağımlı kalmak istememektedir. ABD ise Doğu Akdeniz’deki durumunu sağlamlaştırmak istemektedir. Her ikisi de Ukrayna savaşında Rusya’ya karşı taraftır ve bu durum bazı kararların alınmasını gerektirmektedir.

Hristodulidis her ne kadar Ruslarla yakın olsa da gelinen noktada bir karar vermek zorundadır ve bir AB ülkesi olarak tarafı aslında bellidir.

Batılılar ise Hristodulidis’in kazanmasını hiç istemediler ama bu onunla çalışmayacaklar anlamına gelmez. Hristodulidis de buna uyacaktır. Zaten seçimlerden sonra verdiği ‘yumuşak’ mesajlar bu algıyı güçlendirir niteliktedir. Nitekim bazı analizler de buna işarettir.

Mesela seçim dönemi boyunca Hristodulidis’i yerden yere vuran Cyprus Mail’in hafta sonu onunla ilgili çıkan başyazısında seçim dönemi ve sonrası verdiği ‘çözüm’ mesajlarının ona destek veren anti-çözüm cephesini ‘ürpertebileceği’ vurgulandı. Yine aynı makalede, Hristodulidis’in AB’yi süreç içine aktif olarak sokmak için birtakım formüller aradığını da yazdı.

Hristodulidis, Türkiye’nin her türlü yanlış adımına rağmen AB’den beklenen yaptırım haberinin hiç gelmediğinin herhalde farkındadır diye düşünüyorum. Bunu gerek sözcülüğü gerekse de Dışişleri Bakanlığı döneminde tecrübe etmiştir.

Ha yok, yine aynı bayat yemeği AB’nin önüne koyup Anastasiadis gibi “Ya biz ya da Türkiye” blöfüne yatırsa, hiç heveslenmesin, AB her zaman diplomatik bir şekilde Türkiye diyecektir.

Bu bağlamda AB’yi işin içine sokma isteğinin iyi tarafına bakacak olursak, Cyprus Mail’in de vurguladığı gibi Hristodulidis, BM’nin görevini AB’ye aktarmaya çalışıyorsa, yine baltayı taşa vuracaktır çünkü AB, asla BM’nin çözüm mandasını üstelenecek misyona sahip olmayacaktır.

Fakat BM’nin çözüm süreci bir şekilde başlatılır ve ortaya bir yol haritası ortaya çıkarsa işte o zaman AB sürece dahil olup, büyük katkılar yapabilir.

Tüm bunları ilerleyen süreçte anlayacağız…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.