Geçiş noktalarının açılması, ''Sihir'' bozuldu mu?

Yayın Tarihi: 25/04/23 10:31
okuma süresi: 8 dak.

Geçiş Noktalarının Açılması,‘’Sihir’’ Bozuldu Mu?

 

               Geçtiğimiz gün medyanın gündemini geçiş noktalarının açılmasının 20. yılı meşgul etti. Çeşitli yorumlar yapıldı...

 Geçiş noktalarının açılmasından bir gün önceydi sevgili Aysu Basri aramıştı beni, geçiş noktalarının açılmasını değerlendirmemi istemişti o dönem çalıştığı medya kuruluşu için... Kısa bir yorum yapmıştım heyecanla... Adamızın güneyini kapılar açılmazdan önce gerek siyasi gerekse akademik toplantılar nedeniyle özel izin alarak 4-5 kez ziyaret etmiştim... Ancak çok sınırlı bir coğrafyayı görebilmiştim; Güney Lefkoşa, Larnaka ve Lefkara... Çoğu zamanım da toplantılarda geçmişti...

               Geçiş noktaları açıldığında ilk geçenlerdendim güneye... Geçiş kapısından geçerken Rum polisine 1974 Nisan ayında sahip olduğum doğum kağıdımı göstermiştim...           

               Geçiş kapıları açılırken gece yarısı ‘’evine dön’’ sınırlandırması hala aklımda... Saat 12’de kapılar kapanıyordu adanın kuzey tarafında! Sadece şimdi değil, o zaman da bunun anlamsızlığı üzerine çok söz etmiştik!

               Kapılar açıldı, adanın her iki yakasından da insanlar geride bıraktıkları evlerini veya yaklaşık 30 yıldır görmedikleri komşularını ve dostlarını görme fırsatına sahip oldular!

               Kapılar açılır açılmaz bana internet üzerinden ulaşanlardan ilki akademisyen arkadaşım Costas oldu... Costas kendisini önce ‘’Barbarlık Müzesine’’ sonra da ‘’Balabayıs’a’’ götürmemi istedi... Tabii ki diyerek gittik... Costas modernitenin ve şoven milliyetçiliğin dalgasına kapılmamış akademik olarak donanımı tartışılmayacak bir dost...

               Geçiş noktalarındaki sıkışıklık biraz hafifleyince Lefkoşa’nın güneyini adım adım gezmeye başladım. Bunu takiben ver elini Larnaka, Limasol daha sonra ise Baf ve Trodos...

               Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler yıllar sonra birbirleriyle doğrudan temas ediyorlardı... Aralarında İsrail-Filistin sorunundaki gibi derin nefret yaygın olmamakla birlikte, ancak tam bir güven de sağlanamamış ve ön yargıların hüküm sürdüğü bir durum vardı...

               Kıbrıslı Türkler Güneyde bıraktıkları mülklerini ziyaret ederlerken artık eski insani ilişkileri ve ‘’mahalleyi’’ bulamıyorlardı... Larnaka, Limasol, Baf ve köyleri üzerine anlatılanlar masal gibiydi sanki...her şey geçmişte kalmıştı! Mekanı canlı ve cazip kılanın insan olduğu bir kez daha kanıtlanıyordu... Hele de yalnız kalmayı pek sevmeyen toplumlar için insan coğrafyası bir o kadar daha önemli fiziki coğrafyaya göre!

               Kıbrıslı Elenler için de benzer bir durum söz konusuydu yaklaşık olarak son 30 yıllarını farklı bir mahallede ve farklı insanlarla geçirmişlerdi...

               Tüm bunlara kapitlizimle birlikte modernitenin daha etkili olduğu bir süreci de eklersek, farklı bir sosyalleşme ve yaşam tarzları insanları geçmişe dönük özlemlerini ‘’ törpülüyordu-öldürüyordu’’... Sosyal gerçekliği olmayan sadece siyasal bir söylemden ve maddi boyutundan ibaret kalıyordu ‘’Geçmişe duyulan özlem’’ kimileri için...

               Limasol eski Limasol değildi, Girne de öyle, hele de Annan Planı referandumundan sonra Limasol ve Girne birer beton yığınına dönüşüyordu...

               Kıbrıslı Türkler büyük bir ekonomik krizden geçiyorlardı 2003 yılında ancak yine de Kıbrıslı Elenler siyasi liderliklerinin yaptığı propoganda boyutunda bir ‘’fakirlik’’ ve ‘’eğitimsizlik’’ yoktu adanın kuzeyinde! Babamın samimi olduğu Elen arkadaşları bunu bana açık yüreklilikle söylüyorlardı. Kimi zaman çok şaşırdıklarını da ifade ediyorlardı, yurt dışında eğitim alan ve 1-2 yabancı dili konuşan Kıbrıslı Türklerin olduğunu gördüklerinde... Kıbrıslı Türkler de Lakadamya ve Eğlence gibi bölgelerde adanın kuzeyinden göç edenlerin çok iyi koşullarda ikamet ettiklerine tanıklık ediyorlardı...

               Kıbrıslı Türkler ve Elenler birbirlerine benzediklerini görmekle birlikte ne kadar farklı olduklarını ve farklılaşmaya devam ettiklerini de görüyorlardı kapıların açılmasıyla... Küresel kültürün ortaya çıktığı bir noktada bunun ne önemi var diyebilirsiniz! Ancak küresel kültür olsa da hem ulusal düzeyde hem de yerel düzeyde farklılaşma hala daha söz konusu! Farklı tarih anlayışları ve algılayışları, tarih yazımından kaynaklı elbette!

               Kapılar açıldığından bu yana iki dilli insan (Yunanca-Türkçe) sayısı gün geçtikçe azalıyor... (federal kültürün bir parçasıdır çok dillilik) Toplumlararası ilişkiler mekanik düzeyde, aynı mekanları paylaşmayan bireyler birbirleriyle ekonomik alış veriş, politik ve entelektüel ortamlar dışında buluşamıyorlar... (Restoranlarda aynı bina içerisinde olmak yetmiyor)       

Güney Lefkoşa’da Olympiakos’un Pire’deki bir maçtaki zaferine odaklanılırken, Kuzey Lefkoşa’da ise Fenerbahçe veya Galatasaray’ın zaferine odaklanılıyor!

               Çok az bir kesim birbirinin dilinde yazan şairleri veya yazarları biliyor ! Örneğin Ritsas’dan kaçımız haberdar? Yada kaçı haberdar Nazım Hikmet’ten...

               Marious Frangulis’i bilen bile iki elin parmaklarından az... Yada Fazıl Say’dan haberi olan kaç Elen var? Anlatmaya çalıştığım şu ki dil üzerinden yönelimlerini belirliyor toplumlar...

               Halbuki eskiden Zeki Müren’i dinleyen Kıbrıslı Elenler vardı...

               Uzun uzadıya yazılabilir... Ancak farklılıkların derinleştiği ortaklıkların azaldığı bir süreç içerisindeyiz... Ortaklaştığımız en önemli nokta ise ‘’küresel tüketim kültürü’’...

               Geçiş noktaları açılması konusunda hep bir beklenti içerisindeydik... Rahmetlik komşumuz Hüseyin dayıyı hiç unutamam, 2000 yıllında Lefkara köyünden ona komşularının gönderdiği mektubu ve lokumları getirmiştim... Ağlamaya başlamıştı... Çok gitmek istemişti Lefkara’sına ve komşularını görmeye... Özel izin istemişti o dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’tan, ancak izin talebine ret cevabı almıştı Hüseyin dayı... Daha sonra da Denktaş ona sana bu izin dilekçesini kim yazdı diye sormuştu. Hüseyin dayı mahallemizin bakkalıydı ve böylesi bir dilekçe yazısını yazabileceğini tahmin etmemişti Cumhurbaşkanı Denktaş... Ancak Hüseyin dayı edebi bir dile sahipti, çocukluğumda alışverişe gittiğimde bana Nazım Hikmet şiirleri okurdu ve Munir Nurettin Selçuk şarkılarını seslendirirdi ... Ömrü yetmedi ve kapılar açılmadan hayata gözlerini yumdu Hüseyin dayı...

               Kapılar açıldığında ve sonrasındaki 20 yılda geçmişteki dostluklara dayanan ilişkiler yerine artık çoğunlukla mekanik ilişkiler hakim... Petrol ucuz diye kuzeye geçenler, et ucuz ve İkea’da mobilya çeşidi çok diye güneye geçenler halini aldık. Federasyonun sadece bir yönetim şekli olmadığını, bir yaşam biçimi ve kültürü olduğunu da unuttuk!

Hal böyle olunca da ‘’Sihir bozuldu mu?’’ sorusunu sormadan edemiyorum...

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.