Uluengin'e mektup

Yayın Tarihi: 05/05/09 00:00
okuma süresi: 9 dak.
A- A A+

Sayın Hadi ULUENGİN
Hürriyet Gazetesi
huluengin@hurriyet.com.tr

16 Nisan tarihli "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti: Çözüm Mü, Değil Mi?" başlıklı yazınızı okuyan arkadaşlarım "aman cevap verme değmez, Sn. Uluengin için Kıbrıs davası diye milli bir dava yoktur" dedilerse de, yazınızın benimle ilgili kısmına cevap vermek zorunda olduğumu düşündüm.

Türk Hükümetini benim "Mr. No olduğumu, çözümsüzlük çözümdür formülünün esas vaftiz babası olduğumu" anladığı için kutlamakla kalmıyorsunuz, beni "her türlü şantaj ve demogojiyle Ankara'yı yıllar boyu parmağımın ucunda oynatmakla" da suçluyorsunuz.

Size göre İnönü'den (ve hatta Atatürk'ten) başlayarak her Cumhurbaşkanının Kıbrıs'ın Rum'a Yunan'a terk edilemeyecek, Türkiye'nin güvenliği ile ilgili milli bir dava olduğu görüşlerini benimsemek ve, Kıbrıs'ın Yunan olmaması için Türk Hüükmetlerinin de öngördükleri parametreler çerçevesinde mücadele etmek şantaj ve Türk makamlarını parmağımın ucunda oynatmak oluyor! Bu görüş Türk milletinin ve Annan Planına kadar birlikte çalıştığım hükümetlerin görüşü olamaz, bu ancak sizin, Rum ile Yunan'ın 125 yıllık Kıbrıs davalarını bilmemenizden kaynaklanan bilgisizliğinizi kanıtlayan şahsi görüşünüz olabilir. Ben 1968'den 2004'e kadar tüm Rum liderleri ile müzakere masasında dirsek çürütüp, kafa yordum ancak hiç birine yeniden, eşitliğe dayanan ve Türkiye'nin garantörlüğünü içeren, Enosis'e kapıyı yeniden kapayan bir formülü kabul ettiremedim. Klerides'in deyimi ile meşru hükümet olarak tanındıkları sürece Türklere taviz vermek gereği yoktu; "görüşmelere taktik de Türk tarafını (meşru hükümeti tanımadıkları için) uzlaşmaz göstermekti. Mr. No ve uzlaşmaz kişi ünvanına bu şekilde kazandım. Annan Planına bazıları sizler de bu payeyi bana mal etmek için elden geleni yaptınız!

Rum-Yunan ikilisi 1960'da kurulan ortaklık Cumhuriyetinin kalıcılığını sağlayan ne varsa, bunları ortadan kaldırmak için çok akıllıca bir mücadele vermektedir. Kan akıtarak, bizi toplu mezarlara gömerek, anayasa ölmüş ve gömülmüştür diyerek Kıbrıs'ın meşru hükümeti sahte ünvanı altında "Kıbrıs meselesi 1974'de başlayan işgal ve bundan kaynaklanan göçmenler meselesidir" diyerek Kıbrıs'a sahip çıkarak Garanti Anlaşmasından kurtularak Enosis'in yolunu açmak için uğraşmaktadır. Bu nedenle de Hristofyas, halkına, "EOKA bize yön vermekte, ilham kaynağımız olmaya devam etmektedir" diyebilmekte ve "yaptıklarımla Kıbrıs'ı Enosis'e en yakın noktaya getirdim; bundan ancak Enosis için geri adım atabilirsiniz" vasiyetini yapan Makarios'un bu vasiyetine göre hareket ettiğini de vurgulamakta bir sakınca görmemektedir. "Artık güçlüyüz, gerçek davamızın Enosis olduğunu dünyaya açıklayalım" diyen Başpapaz Hrisostomos'la ve EOKA dernekleri ile ikişer saat görüşmüş olan Hristofyas'ı gördükten sonra, bunlar "verdiği özel bilgiler bizi çok memnun etmiştir. Bu çizgide kaldığı sürece kendisini sonuna kadar destekleyeceğiz" demişlerdir. "Hristofyas, Sayın Talat ile "TEK Devlet, TEK Egemenlik, TEK vatandaşlık", esasları üzerinde anlaşarak başlattığı görüşmelerin "iki toplumdan oluşan tek halka dayalı iki toplumlu ve iki kesimli federasyon" öngörmesine rağmen Hristofyas "federasyonu beğendiğimden değil, Türk askerini adadan tümüyle çıkarmanın başka yolu olmadığı için" kabul ettiğini de açıklamıştır. Türk Hükümeti ise ABD'nin ve AB'nin baskısı veya telkinleri ile kabul edip bize de kabul ettirdiği Annan Planından 44 yıl sonra bu plandan önceki, TBMM'de oy birliği ile kabul edilmiş olan milli çizgiye dönüş yapmıştır. Millete ve dünyaya "Kıbrıs meselesi, Kıbrıs'ın gerçekleri kabul edilmeden halledilemez" mesajını vermeye başlamıştır ve bu gerçekleri de "iki eşit egemen halk, bunların ayrı demokrasileri ve devletleri ile Türkiye'nin garantörlüğünün devamı" olarak belirlemektedir.

Ben, Annan Planına kadar bu milli çizgiyi koruduğum, Türk garantisinden ve Kıbrıs Türk halkının eşit egemenlik statüsünden, vazgeçmediğim, emperyalistlerin kendi çıkarları için sicili bozuk, eli kanlı, suçlu Rum idaresini meşru hükümet olarak tanımalarını, Türk Hükümeti ile birlikte, tanımadığım için, bu yabancılar tarafından "Mr. No" olarak tanımlandım. Halkımın ve Türkiye'nin hak ve hukukuna dokundurmadığım için yabancıların bana reva gördükleri bu ünvandan hiçbir zaman etkilenmedim. Bunu Türkiye ile birlikte milli direnişimizin tanımlanması olarak kabul ettim. Bu ünvanı sizin de beni uyuşmazlıkla suçlamanıza bir neden olarak kullanmanızı da Türkiye'nin çıkarlarını, emperyalistlerin gözü ile gören bir kişinin değerlendirmesi olarak kabul ediyor ve umursamıyorum.

"Çözümsüzlük çözümdür" sözünü bana mal etmeniz sadece sizin Kıbrıs meselesine ne kadar sathi baktığınızı kanıtlayan bir suçlamadır. Bu söz Kıbrıs'ı kazandıklarını zanneden Klerides'e aittir:

20 Eylül 1992 tarihli Flelefteros gazetesi Glafkos Klerides'in aşağıdaki beyanatını çözümsüzlük çözümdür başlığı altında verdi:

Glafkos Klerides:

"Ya Kabul Edecekler ya da Gidecekler!"

"Bizim için en iyi çözüm şekli çözümsüzlüktür. Gelecek yıl geçen yıldaki, daha sonraki yıl da bir önceki yıldaki konumumuzda olacağız.

Kıbrıs hükümetinin mutlak kontrolü bugün biz Kıbrıslı Rumların elindedir. Başımızda ne bir başkan yardımcısı, ne onun vetosu, ne de üç Türk bakan var. Tüm bakanlar Kıbrıslı Rumdur. Uluslararası alanda sadece bizim hükümetimiz tanınıyor. Neden Türkleri yeniden içimize alalım? Bugün Türklerin kontrolünde olan toprak, sadece %3'tür; zengin gelir kaynakları yoktur ve ekonomik yetersizlik yüzünden zor durumdadırlar. Ya bizim kararlarımızı kabul edecekler ya da buradan gidecekler."


Bilmek istemediğiniz bir gerçek vardır. Rum'un bu görüş ve inancı karşısında Kıbrıs'ı Rum'a Yunan'a mal ettirmeyen tek faktör Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığı, Türkiye'nin bunu tanıyıp, koruması ve bizlerin ayrı halk, ayrı eşit egemenlik, ve Türkiye'nin garantörlüğünün devamında ısrarımızdır. Talat-Hristofyas görüşmelerinin akışı, uzlaşma ile sonuçlandığı takdirde, tüm bu engeller ortadan kalkmış olacaktır. Bu, sizin gibi Kıbrıs meselesini "Kıbrıs Türklerini boşuna yedirip içirme" davası olarak görenler için sakıncalı olmayabilir; ancak 1960'da Garantilenmiş haklarla "Kurucu ortak" statüsüne kavuşan ve bu ortaklığın yıkılışını yaşayan, her evde masum bir Türk'ün kayıbı nedeniyle acı içinde yaşayan anılar varken, Türkiye'nin de milli davası olduğuna inanmış olan bizler için bu direnişi devam ettirmek hayati bir konudur; namus ve şeref meselesi olmanın ötesinde Türkiye'ye inanarak vatan için şehit olanlara, malul gazilere, gazilere ve gelecek nesillere karşı da milli bir görev meselesidir.

Kıbrıs'ın Çek-Slovak örneğinde ayrılarak, her iki tarafın güven içinde yaşamasında ve AB üyeliğinin bu çerçevede Türkiye ile birlikte tahakkuk etmesinde ısrar, uzlaşmazlık değil, kalıcı bir uzlaşma için direniştir. Geçirdiğimiz 45 yıllık tecrübeden sonra aklın emrettiği yol budur. Rum'u bu gerçeği görüp kabul etmekten men eden tek şey emperyalist güçlerin 1960 antlaşmalarına ve Rum tarafının kanlı sicillerine rağmen "meşru hükümet" olarak tanınmış olmalarıdır. Sizin gibi yazarların bu gerçeği görmezden gelerek gerçekçi ve kalıcı bir uzlaşma için milli çizgide ısrar edenlere acımasızca saldırmanızın da bunda büyük bir katkısı olmaktadır.

Saygılarımla,
Rauf R.DENKTAŞ

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Rauf R. DENKTAŞ yazıları