Sevmek ve Sevilmek konularında özürlüyüz

Yayın Tarihi: 05/05/20 14:59
okuma süresi: 18 dak.

Yunus Emre'nin ‘Sevelim Sevilelim’ şiiri aradan yüzyıllar geçmesine rağmen hala toplumu en çok etkileyen şiirlerin başında geliyor.

Dünyaya gelen geçer, bir bir şerbetin içer

Bu bir köprüdür geçer, cahiller onu bilmez

Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım

Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz

Gelin ‘Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz‘  satırında geçen 3 kelimenin, dünya kimseye kalmaz, doğruluğuna bilimsel açıdan bakalım.

Gerçekten dünya kimseye kalmaz mı?

2002 Nobel Tıp Ödülü'nü, İngiliz bilim insanları Sydney Brenner ve John E. Sulston ile Amerikalı bilim insanı H. Robert Horvitz paylaşmıştı. Nobel Ödül Komitesi'nin açıklamasına göre, 3 araştırmacı, "organ oluşumu ve programlı hücre ölümünün genetik yapısı"yla ilgili çalışmaları nedeniyle ödüle layık görülmüştü.

Vücudumuzdaki her hücre belli bir süre yaşar ve zamanı gelince ölür. Hücre ölümüyle hücre çoğalması arasında kontrollü bir denge vardır.

Hem prokaryot hem de ökaryot organizmalarda yaşam, belli başlı kısımlardan oluşmaktadır. Bunlar; doğum, büyüme, üreme, yaşlanma ve ölümdür. Yaşamın bu şekilde sürdürülebilmesi için canlıyı oluşturan hücrelerin sayısal dengesi çok önemlidir. Canlıda yeni hücreler oluşurken, varolan hücrelerin bir kısmı da hücre ölümü ile ortadan kaldırılmakta, böylelikle sabit denge korunmaktadır. Varolan bu hücreler fizyolojik, programlanmış hücre ölümü olan apoptoz ve patolojik hücre ölümü nekroz gibi çeşitli hücre ölüm tipleriyle yok olmaktadır.

Hücrelerimizin her birinde genetik bir kum saati vardır. Yaşamın devam edebilmesi için hücrelerimiz her bölündüğünde, 23 çift kromozomları neredeyse aynı kalır. Kromozomlar, canlı vücudundaki neredeyse tüm hücrelerin çekirdeklerinin içinde yer alan, sıkıca sarılmış DNA paketleridir. Fakat her bölünmeden sonra, her bir hücrenin kromozomları biraz daha kısalır.

Kromozomlar, genetik bilgimizi içeren DNA sarmalının sonunda yer alan iplik benzeri yapılardır. Telomerler, kromozomlarımızın hücre bölünmesi sırasında zarar görmesini önlerler. Ancak her hücre bölünmesinde bu telomerlerin boyu bir miktar kısalmaktadır. Bir zaman gelir ki her hücre bölünmesiyle bu telomerlerin boyu iyice kısalır ve kromozomları koruyamaz hale gelirler, kritik bir uzunluğa ulaştığında hücre bölünmeyi durdurur veya ölür. Telomerler kabaca 50 hücre bölünmesi sonunda, gelişme ve bölünme yeteneklerini kaybeder. Yaşlanmış hücreler metabolik olarak aktif kalırken daha fazla yeni hücre meydana getirmez ve en sonunda da ölürler.

Tıbbi bir makalenin baş yazarı olan Dr.John Cooke, sahip olduğumuz altyapı ile "yaşlı hücreleri daha genç yapabiliriz", yaşlanmayı geciktirebiliriz ama ölümü ortadan kaldıramayız diyor. Telomerlerin uzunluğunun insanın yaşı ile doğru orantılı olduğunun altını çiziyor.

Adı sık sık gizli örgüt İllüminati ile anılan ABD'li milyarder, ünlü işadamı ve banker David Rockefeller 101 yaşında hayatını kaybetmişti.

Rockefeller'in kronik kalp yetmezliği nedeniyle Pocantico Hills, New York'taki evinde, uykusunda hayatını kaybettiği belirtilmişti.

Kesinliği doğrulanmamış bilgilere göre, Rockefeller, son 38 yıl içinde tam 6 kez kalp nakli yaptırmış, 1998 ve 2004’te de 2 kez böbrek nakli yaptırmıştı.

Gelin 1000 yıl yaşayabilmek için kaç ameliyata ihtiyacımız olduğunu basit bir şekilde hesaplayalım.

  • Tipik bir hasta, böbrek nakli ile ortalama 10 ile 15 yıl daha uzun yaşayacaktır. 15 yıl olarak kabul edersek 66 ameliyat
  • Kalp nakli ortalama 20 yıl eklediğinden, 50 ameliyat gerektirir.
  • Karaciğer nakilleri ortalama 30 yıl ömrünü uzatabilir, 33 ameliyat
  • Akciğer nakilleri yaşamı ortalama 10 yıl artırabilir. Dolayısıyla 1000 yıl yaşamak için 100 ameliyat
  • Bağırsak nakli ömrümüze 5 yıl ekler, bu da yaklaşık 200 ameliyat anlamına gelir.

Organ nakli hayatı uzatabilir, elbette bu sadece teoride, ancak vücudumuzu sürekli olarak yenilememiz gerekir ve ameliyat da büyük bir risktir.

Dünya 1997 yazını daha çok Prenses Diana, Rahibe Teresa ve Jeanne Calment'in ölümleri ile hatırlıyor. Birincisi, kraliyet ailesiyle evlenerek Halkın Prensesi ünvanına layık görülmüştü; ikincisi, hasta ve fakirlere yardım ederek ünlenmişti; üçüncüsü, Jeanne Calment tesadüfi bir ikondu aslında, 122 yıl, 5 ay ve 14 gün boyunca ölmemeyi başarmıştı. Gerçekten de insan nüfusuna ilişkin son demografik veriler insanların en fazla 122 yıl yaşayabileceğini göstermektedir. Ayrıca kadınlar erkeklerden daha uzun yaşıyor.

‘Power, Sex, Suicide: Mitochondria and the meaning of life’ kitabının da yazarı evrimsel biyokimya profesörü Nick Lane insan ömrünü uzatmak için karşımızdaki zorluğu şöyle özetliyor: “Yaşlandıkça hücrelerde DNA kopyalama hataları birikiyor. Bu da hücrelerimizi çalıştıran mitokondrilerin gittikçe daha az enerji üretmesi anlamına geliyor. Yaşlıların gençlerden daha az hareketli olması ve yorulmasının sebebi bu.”

Mitokondriler hücrelerimizin enerji üretim merkezleri. Her hücre enerjisini mitokondrilerinden sağlıyor. Bir hücre ne kadar çok enerji tüketiyorsa o kadar çok mitokondriye yani enerji santraline sahip oluyor. Yaşımız ilerledikçe mitokondri sayımız da azalıyor.

Bilim İnsanları ölümsüzlüğün şimdilik imkansız olduğunu belirtmekle birlikte 30 yıl içinde yaşlanmayı onlarca yıl ertelemenin ve ortalama insan ömrünü 100 yıla çıkarmanın mümkün olacağını da söylüyorlar.

Aubrey de Grey gibi fütüristler ise çok daha iddialı ve açıkça insanlar ölümsüz olacak diyor. İnsan ömrünü uzatmakla ilgili çalışmalar yürüten SENS Araştırma Vakfı bilimsel araştırmalar direktörü Aubrey de Grey, ‘122 yıl sınırını ezip geçeceğiz’ diyor.

Fakat şu bir gerçek ki bugünkü tıp ve teknoloji altyapımız ile ‘Biyolojik Ölümsüzlük’ mümkün gözükmemektedir.

Mesela yaklaşık 5.000 (beşbin) yıl önce yaşamış Uruk’un efsanevi Kralı Gılgamış, en yakın dostu Enkidu'nun ölümünün ardından giriştiği ölümsüzlüğe ulaşma çabasının nafile olduğunu ve Tanrı Enlil’in öğütleriyle, insanın ancak büyük bir ad bırakmakla ölümsüzlüğe erişebileceğini kabul etmiştir.

Gılgamış ölümsüzlüğün bu dünyada ulaşılabilecek en büyük mutluluk olmadığını anlamıştı.

Evet Yunus Emre’nin şiirinde de belirttiği gibi gerçekten de dünya kimseye kalmıyor. Yunus Emre’nin iddiası halen geçerliliğini koruyor diyebiliriz.

Siz hiç bir okyanusu dudaklarından öptünüz mü?

Bizlere sevmeyi öğreten, imbikten damlayan ve göle dönüşen damlalar gibi, acının en has halini biriktirerek, kendi krallığını kendi elleriyle yaratan şair Cemal Süreya’nın sorusuna kaç kişi gönül rahatlığı ile evet diyebilir?. Başınızı 2 elinizin arasına alın ve lütfen göğü delercesine haykırın öptüm deyin, yapabilirmisiniz kimseye kalmayan bu dünyada?

Şimdi gelin ‘Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz‘  satırındaki diğer 2 kelimenin, ‘Sevelim sevilelim…’, derinlerine inelim.

"Hayatta en zoru, birinin seni sevmesine izin verecek cesarete sahip olmaktır" der OSHO. Gerçekten de haklı olabilir mi?

Vietnamlı efsanevi Zen Budist Thich Nhat Hanh, basit cümlelerle ve büyük bir bilgelikle yazılmış kısacık kitabı ‘HOW TO LOVE’’da nasıl seveceğimizi bilmeden sevmek, sevdiğimiz kişiyi yaralar diyor ve şöyle devam ediyor ‘Sevmek konusunda özürlüyüz. Konu sevilmek olduğunda da tablo maalesef pek umut verici değil’. ‘Sevilmek konusunda da özürlüyüz’ diyor.

En yalın hali ile Thich Nhat Hanh’ın öğretilerinin kalbinde, “anlamak, sevginin diğer adıdır” fikri yatıyor.

Bir başkasının acısını anlamak, o kişiye verebileceğiniz en büyük hediyedir. Anlamazsanız, sevemezsiniz.

Birinin bizi anladığını, olduğumuz gibi gördüğünü hissetmek hepimizin ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Ama bunu teorik olarak kavrasak bile, kendi düşüncelerimizin, duygularımızın ve sıkıntılarımızın içinde o kadar kayboluyoruz ki, çoğu zaman karşımızdakine bu anlayışı gösteremeyiz.

Eğer bir bardak suya, bir avuç tuz dökerseniz, o su içilmez hale gelir. Ama bir avuç tuzu bir nehre dökerseniz, insanlar hala o sudan içip, yemek pişirebilirler. Nehir çok büyüktür ve alma, kucaklama ve dönüştürme kapasitesine sahiptir. Kalplerimiz küçük olduğunda, anlayışımız ve şefkatimiz sınırlıdır ve acı çekeriz. Başkalarını ve eksikliklerini kabul veya tolere edemeyiz ve değişmelerini bekleriz. Fakat kalplerimiz genişlediğinde, aynı şeyler artık bize acı çektirmez. Çok fazla anlayış gösterebiliriz ve diğer insanları kabulleniriz. Onları oldukları gibi kabullendiğimizde, değişim şansları da olur. Lütfen herkes kendi yaşamlarını bir düşünsün ve açık yüreklilikle kabul etsin.

Bir bardak su muyuz yoksa nehir miyiz?.

Bu durumda, asıl soru kendi kalbimizi nasıl büyütebileceğimiz.

Bunun yolu da kendimizi anlamak, kendi acılarımızı fark edip kendimize şefkat göstermeye başlamaktan geçiyor.

Kendimizi mutlu etmeyi öğrendiğimizde, sevme yeteneğimizi de geliştirmiş oluruz.

Sevgi öğrenilen dinamik bir etkileşim olduğu için, çoğumuz anlayış ve yanlış anlayış sistemimizi küçük yaşta başkalarından kopyalayarak öğreniriz. Thich Nhat Hanh diyor ki: Eğer ebeveynlerimiz birbirini sevmediyse, sevginin neye benzediğini nerden bilebiliriz ki? Ebeveynlerin çocuklarını bırakabilecekleri en değerli miras para, ev, arsa, araba vs. değil kendi mutluluklarıdır. Eğer mutlu ebeveynlere sahipsek, en büyük zenginliğe sahibizdir.

Birini nasıl seveceğimizi anlamak için, onu anlamamız gerekir. Anlamak için de, dinlememiz gerekir.

Birini sevdiğinizde, o kişiyi rahatlatabilmeli ve acısını dindirebilmelisiniz. Bu bir sanattır.

Eğer o kişinin acılarının kökünü anlayamazsanız, yardımcı olamazsınız, tıpkı bir doktorun sebebini bilmeden hastalığınızı iyileştiremeyeceği gibi.

Daha çok anladıkça, daha çok seversiniz, daha çok sevdikçe, daha çok anlarsınız. Bu, bir gerçekliğin iki yüzüdür.

36 yıllık ömrünü müziğe ve insanlara yardım etmeye adayan efsanevi gönül adamı Bob Marley’in de dediği gibi “Bakmayın insanların, beni çok sevecek birini arıyorum demesine. Büyük bir sevgiye maruz kalınca hepsi kaçacak delik arıyor”. Ölmeden önce oğlu Ziggy'e söylediği şu söz ünlü şarkıcının bu özelliğini doğrular niteliktedir; “Para hayatı satın alamaz”.

Ruh biliminde Marksist-Sosyalist yaklaşımın en önemli temsilcilerinden biri olan Erich Fromm sevme ve sevilme ihtiyacına daha farklı bir görüş getiriyor ‘İnsanda bilinçli bir sevilmeme korkusu varken, gerçek; ama çoğunlukla bilinçsiz olan korku, sevme korkusudur.’ Erich Fromm yaşadığı sürece, Marksist ve sosyalist insancıl dünya görüşünü benimsemiştir. Batı kapitalizmini ve SSCB komünizmini reddettmişti.

Sevgi, olgunlaştırılması gereken ham duygulardan birisidir ve değişkendir. Sevgide eli açık davranmak ve bunu sevdiğine cömertçe dağıtmak nitelikli bir ilişkiyle mümkündür. Ciğerlerini geliştiren bir yüzücünün iyi yüzmesi ya da kaslarını çalıştıran bir sporcunun hızlı koşması gibi seven de sevgisini renklendirip, yenilediğinde sevdiği kimseyle kalitesi ispatlanmış bir ilişki kurar. Sevginin devamı için yapılacak uzun soluklu bir yatırım, ilişkinin ileride karşılaşacağı sıkıntıları kolaylıkla atlatmasına yardımcı olur.

Yahya Kemal’in de söylediği gibi ‘Gerçek sevgi, iyilik gördüğünde artmayan ve kötülük gördüğünde eksilmeyendir.’ Daha basit hali ile Gerçek Sevgi, çektiğiniz acıyı azaltma ve karşınızdakinin acısını azaltabilmesine yardım etme kapasitesidir.

Gerçek Sevgiyi incelemek istiyorsanız, kendilerini, diğerleri için, hatta kırıcı olan ya da sevgilerine karşılık vermeyen insanlar için, feda eden kişileri inceleyin. Veya uğruna özveride bulunduğunuz çocuğunuza olan sevginize bir bakın lütfen.

Gerçek bir sevginin elinde yalnızca iki şey vardır: Sevmek ve Vazgeçememek. Şartlar ve koşullar ne kadar zor olsa da gerçek sevgide sevmekten vazgeçmemek, kusurların örtülmesi vardır.

Güncel araştırmalara göre, tahmini 210 IQ ile, gelmiş geçmiş en büyük dâhi Goethe’nin ‘Sevilenin kusurlarını hoş görmeyen sevmiyor demektir’ sözü ne kadar da derin bir anlam taşımaktadır aslında.

Evet, terapi sözcüğü iyileştiren anlamına gelir. Ve ne iyileştirir? Sevgi iyileştirir. Sevgi terapidir. Başka hiçbir şey terapi değildir. Hiçbir psikoanaliz, hiçbir analitik psikoloji terapi değil. Sadece sevgi iyileştirir. İyileşme sevginin bir fonksiyonudur.

Fadime’nin ‘SEVGİ ile Allah’a Sesleniş’ şiirini de sizlerle paylaşmak istedim.

Neler yaşar insan kimse bilemez

Allah’tan başka bilemez

Neden mi?

Çünkü insan içinde ne yaşarsa yaşasın onu anlayan Allah ve Allah bilir onu da

Sevdin mi?

Yoksa sevmedin mi?

Onu Allah onun için iyi insan yaratır

Allah iyi insan çıkartır karşımıza

Hayatta iyi insan da vardır, kötü insan da vardır

Önemli olan ayakta durabilmektir güçlü şekilde

Sevgi ve saygı olduktan sonra herşey yolunda olur

Yeter ki saygı ve sevgi olsun

Aşkta en önemlisi anlayış, sevgi, saygı ve güvendir

Sorun olsa bile anlayışla karşılamak gerek…

Dünyanın en büyük hayalperestlerinden olan, isteğine uygun olarak bedeni ölümünden sonra yakılan ve külleri bilinmeyen bir yere savrulan Einstein’ın bizleri uyardığı gibi “Hayat iki şekilde yaşanır: Ya hiç mucize yokmuş gibi ya da her şey birer mucizeymiş gibi”

Kimseye kalmayan bu dünyadaki en büyük özgürlük seçebilme özgürlüğüdür, seçim bizlerin.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.