TOXIE: KIB-TOK (Kıbrıs Türk Oksijen Kurumu) onaylı mobil oksijen jeneratörü

Yayın Tarihi: 08/08/21 11:27
okuma süresi: 18 dak.
A- A A+

Gelin bir test yapalım.

Oturun ve nefes vermeden üst üste 3 defa nefes alın.

Nefesinizi olabildiğince uzun tutun ve zamanı sayın.

Nefesinizi 40 saniyeden daha kısa bir süre boyunca tutabiliyorsanız, Solunum sisteminizin çalışması o kadar da iyi değildir.

Ortalama sonuç 40-49 saniye olmalıdır.

Nefesinizi 50 saniyeden fazla tutabiliyorsanız, bu gerçekten iyi durumdasınız demektir.

Evet, insanoğlu;

  • YEMEKSİZ 3 HAFTA yaşayabilir,
  • SUSUZ 3 GÜN yaşayabilir,
  • OKSİJENSİZ sadece 3 DAKİKA yaşayabilir.

Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü’ne baktığımızda Oksijen “Atom numarası 8, atom ağırlığı 16 olan, hidrojenle birleşerek suyu oluşturan, rengi, kokusu ve tadı olmayan, havada beşte bir oranında bulunan bir gaz, müvellidülhumuza (simgesi O)” tanımı ile anılır.

Avrupa İş Sağlığı ve Güvenliği Ajansı insanoğlu için havadaki en elverişli oksijen aralığını %19.5 – 23.5 olarak belirlemiştir.

İnsanoğlu %6 veya daha düşük oksijen seviyelerinde hayatta kalamaz.

Pasifik Okyanusunun Hawaii ve Filipinler arasında uzanan merkezi konumundaki Marshall Adaları’nda, 23 adadan oluşan derin bir atöl niteliğindeki Bikini Adası, ismi ve konumu itibariyle kulağa bir tatil cennetiymiş gibi gelebilir.

ABD ordusu, renkli deniz yaşamı ve doğal güzelliği ile dikkat çeken bölgede 1946-1958 yılları arasında 67 nükleer test gerçekleştirdi. Trajik bir kıyıma uğrayan Bikini Adası’nda patlatılan en büyük hidrojen bombası, 1 Mart 1954’teCastle Bravoolarak kodlanmıştı.

İnfilakın gücü 15 megaton TNT ile eşdeğerdi.

1945’deki Hiroşima’ya düzenlenen atom bombası saldırısının 1000 katı gücündeydi.

ABD’de 1940’larda atom bombası geliştirilirken Macar asıllı fizikçi Edward Teller hidrojen bombası da yapılmasını istemişti. Atom bombası projesinin yöneticisi R. Oppenheimer, önceliğin atom bombasında olduğunu söyleyip hidrojen bombasını yaptırmamıştı.

ABD, Japonya’ya iki atom bombası atıp 2. Dünya Savaşı’nı kazanınca hidrojen bombası yapmaya gerek görmemişti. Avrupa’daki bazı ülkeleri kontrolleri altına alan Ruslar; 1949’da atom bombası da yapıp patlatınca, ABD Başkanı Truman acilen hidrojen bombaları yapılmasını istemişti.

Bombanın gücü hesaplanandan yüksek olduğu için çevredeki adalara çok zarar vermişti.

Açığa çıkan enerji yüzünden bir ada parçası tamamen buharlaşmış ve geriye 1.5 kilometre çapında, 75 metre derinliğinde krater bırakmıştı.

Bomba atıldığında 23 kişilik Daigo Fukuryu Maru (Lucky Dragon/Şanslı Ejder) gemisi, 130 kilometre uzakta, Marshall Adaları açıklarındaydı. Rüzgarın  etkisiyle Marshall Adalarına yönelen bulutların getirdiği nükleer serpinti adadaki 400 kişiyle birlikte Daigo Fukyo Maru’nun 23 balıkçısı ve bu olaydan iki yıl sonra mürettebattan Aikichi Kuboyama, Nazım Hikmet’in  “Japon Balıkçısı” şiirinde yaşamaya başlamıştı.

1969’da, adalardaki radyasyonun tehlikesiz olduğu açıklandıysa da, 1978’de yapılan ölçümde oranın yüksek çıkması üzerine boşaltılmıştı.

Araştırmacılar, nükleer testlerin üzerinden 60 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen Marshall Adaları'ndaki test yapılan 4 mercan adasındaki radyasyon oranının alarm seviyesinde olduğunu, bazı bölgelerde ölçülen değerlerin, nükleer serpintilerin yaşandığı Çernobil ve Fukuşima santrallerinin çevresinde ölçülen değerlerden 10 ile 1000 kat fazla olduğunu belirtti.

Peki havadaki en elverişli oksijen aralığını kim(lere) borçluyuz?

Evet, gezegende savaşın bulaşmadığı tek noktayı bulup ve cehenneme çevirdiğimiz Bikini Adası sakinlerinden 30 Kasım 1942 doğumlu Sheldon J. Plankton’a borçluyuz.

Eugene Harold Krabs ya da çok bilinen adı ile Mr. Krabs yani Bay Yengeç ile aynı günde doğmuştu.

Annesi Mama ve babası Gordon Plankton'du.

Sheldon J. Plankton daha yaygın olarak Plankton olarak bilinmektedir.

Plankton, SpongeBob SquarePants yani Sünger Bob Kare Şort çizgi film serisinin 10 ana karakterinden biridir.

Plankton çok kısa boylu olduğu için onu ezmektedirler.

Plankton, su geçirmez bir bilgisayar olan Karen'in yanında Chum Bucket restoranını işletmektedir. Karen karısı ve yardımcısıdır.

Plankton, Karen’e deliler gibi aşıktır.

Plankton herşeye rağmen AŞK’ın yok edildiği bir dünyada ruhunun yalnızlık duygusundan öleceğini gün gibi biliyordu.

Çünkü, yavaş yavaş çürürmüş AŞK yaşamayanlar, kalpleri donarak ölürmüş AŞK’ını kaybedenler.

Kalbimizdeki donmuş denize inen baltadır AŞK.

Gerek Plankton gerekse de karısı Karen, Bikini Adası’nın iki ana kötü karakterleridir.

Chum Bucket, Bikini Adası’nda hiç popüler değildir. Yok denecek kadar az müşterisi vardır.

Plankton, rakibi Bay Yengeç’i başarılı bir restoran işlettiği için çok kıskanmaktadır.

Plankton bir bilim adamıdır ve Yengeç Burger’in gizli formülünü çalmak için Chum Bucket restoranında bulunan gizli laboratuvarında yeni planlar ve yeni icatlar yapmaktadır.

Karısı Karen ise Plankton’un bu hedefine ulaşabilmesi için en büyük yardımcısıdır. Karen Plankton’a her ne kadar da Yengeç Burger’in gizli förmülünden vazgeçmesini istese de ona yardım etmektedir.

Karen ona formülü çalması için çeşitli kötü planlar verir, ancak çabaları her zaman başarısız olur.

Bay Yengeç, cimridir ve paraya düşkündür. Paranın kokusunu 10.000 fersahtan bile alabilir. Bencilce yığma ve biriktirme hastalığına tutulan birçok zengin gibi, Bay Yengeç de paraya o kadar çok düşkündür ki kalbi durduğunda veya bayıldığında ona para koklatmak iyileşmesi için yeterlidir.

Keşke, Bay Yengeç de paranın hayatı satın alamayacağını biliyor olsaydı.

Çizgi filmin yaratıcısı Stephen Hillenburg, ALS hastalığıyla olan mücadeleyi 26 Kasım 2018 yılında kaybetmişti. Sadece 57 yaşındaydı.

Stephen Hillenburg’un muhteşem zekası ile çizgi filmde karşımıza kötü karakter olarak çıkarılan Plankton’un gezegene ve insanoğluna olan eşsiz faydalarını bilseydiniz kendisini "Royal Jelly" yani "Kraliyet Jölesi" olarak tanımlanan arı sütü ile besler, pudralayıp pamuklara sarardınız.

Dünyadaki oksijen kaynakları nedir diye sorulsa çoğumuzun aklına okyanuslar ve denizler gelmez.

Oysa okyanuslarda yaşayan bitkisel planktonlar, yani fitoplanktonlar gezegenimizdeki oksijen üretiminin %50’sinden fazlasını sağlamaktadır.

Gezegenin yükselen ateşini düşüren canlılardır fitoplanktonlar.

Fitoplankton adı, Yunanca bitki anlamına gelen “pyton” ve gezici anlamına gelen “planktos” kelimelerinin birleşmesinden türetilmiştir.

Planktonlar, suyun akıntısı ile hareket edebilen ve  dolaşan, sürüklenen organizmalar topluluğudur.

Fitoplanktonlar fotosentez yapar. Fotosentez sırasında karbondioksit ve su tüketir, oksijen üretirler.

Bu süreç sudaki karbondioksit seviyesinin azalmasına yol açar.

Suyun CO₂ seviyesi düşünce su, atmosferden CO₂ alır ve bu da okyanusa organik karbon sağlar.

Bu sayede karbon döngüsünün önemli bir adımı gerçekleşmiş olur.

Deniz canlılarının karbon tüketmesi de karbonun okyanusun diğer seviyelerine aktarılmasına yol açar.

Fitoplanktonun ölümü ise karbonun geri kalanının okyanus dibine çökmesine neden olur.

Fitoplankton sistemi sayesinde her yıl 10 gigaton karbon, okyanus derinliklerine gönderilir. Bu döngüler iklim sistemlerinin korunmasını sağlar.

Planktonlar üremek için bir araya geldiklerinde suyun renginde muazzam bir değişiklik sağlayabiliyorlar.

Planktonlar aynı zamanda birleşerek tonlarca ağırlığa kavuşup dünyanın en büyük canlılarından birisi olan mavi balinalar olmak üzere birçok deniz canlısının da besin kaynağı olabiliyorlar.

Peki oldukça meziyetli bu planktonların okyanuslardaki fotosentezin yüzde 95'ini gerçekleştirerek atmosferdeki oksijenin yarısından fazlasını sağladığını biliyor muydunuz?

Her iki nefesten biri için planktonlara teşekkür etmeliyiz.

Yani aldığımız nefesin biri ormanlardan diğeri planktonlardan bizlere armağan.

Dünyanın en küçük bilinmeyen, tanınmamış kahramanları Planktonlardır.

Milyonlarcası bir damla suya sığabilir.

Besin zinciri için önemlidir, ana oksijen tedarikçisidirler.

Kanaatimce, sağ akciğerimiz Planktonlar sol ise Ormanlardır.

Fitoplanktonlar hem atmosferimizin oksijeninin 50%'sininden fazlasını sağlıyorlar hem de CO₂ emdikleri için bu gazın atmosferde belirli bir seviyede kalmasını sağlayarak dünyanın zamanla ısınmasını engelliyorlar.

Aslında birbirni destekleyen planktonların iki çeşit türü bulunmaktadır.Fitoplankton ve zooplanktonlar.

Bu türler hayvansal ve bitkisel planktonlar şeklinde sıralanır. Biyologlar tarafından, türlere ayrılan planktonlara ayrı isimler verilmiştir. Bu bağlamda bitkisel özellikteki planktonlar fitoplankton, hayvansal özellik gösterenler ise zooplankton olarak adlandırılmıştır.

Okyanustaki hemen hemen her canlı plankton veya plankton'a bağlı bir organizma ile beslenmektedir.

Küçük balıklar ve deniz canlıları fitoplankton yer, sonra onlar da daha büyük balıklar için yiyecek haline gelir ve böylece besin zinciri kusursuz devam eder.

Ancak plankton'un besin zincirindeki rolü okyanusta bitmiyor. Kutup ayıları ve deniz kuşları, foklar ve balıklar da plankton yakıtlı yemeklere güvenir.

İnsanoğlu bile hayatta kalmak için balıklara ve dolayısıyla planktonlara güvenir.

Plankton'un dünyevi katkıları gıda zincirinin ötesine geçer.

Fitoplankton, gezegenin oksijeninin %50’den fazlasını üretmektedir.

Fitoplankton’un süper güçleri burada bitmiyor.

Sadece fotosentez yoluyla oksijen üretmeye yardımcı olmakla kalmıyor, atmosferden karbon alıyor ve okyanusun derinliklerinde depoluyor.

Fitoplankton iklim değişikliğini engellemeye yardımcı olmaktadır.

Bu, ağaçların karbonu yapraklarında depolamak için kullandığı sürece benzemektedir. Fotosentez karbondioksit tükettiğinden, karbon temel olarak her planktonda depolanır.

Bir grup bilim adamı, fitoplankton’un hücrelerine 45 ila 50 milyar ton (40 ila 45 milyar metrik ton) inorganik karbon dahil ettiğini bulmuş.

Atmosferdeki insan kaynaklı sera gazı yoğunluğu, özellikle 1850’li yıllarda hızını arttıran II. Sanayi Devrimi (Teknoloji Devrimi) ile artmaya başlamıştır. Bunun bir sonucu olarak, küresel enerji talebinde bir artış gözlemlenmiş ve bu artışı karşılayabilmek için özellikle fosil yakıt gibi doğal kaynakların kullanımında ciddi bir artış gözlemlenmiştir.

Geliştirilen matematiksel bilgisayar modellerine göre, CO₂ yoğunluğunun 2 katına çıkması halinde küresel sıcaklığın ortalama 3°C artacağı hesaplanmıştır.

Son yıllarda sıcaklığın 1°C civarlarında arttığı gözlemlenmektedir. Yani, insanoğlu, gezegenin, sanayi öncesi döneme göre yaklaşık 1°C ısınmasına sebep oldu.

Gezegende yaşanan her 1°C’lik sıcaklık artışı, atmosferde tutulan su buharı miktarını 7% artırıyor. Bu da gezegende daha vahşi sel ihtimallerini güçlendirmektedir.

Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (WMO) raporlarına göre 2025’e kadar, dünyanın sanayi öncesi seviyelerin 1.5°C ısınma ihtimali %20’den %40’a çıkarılmıştır.

Halbuki Paris İklim Anlaşması’nın belirlediği düzenlemeler Küresel Isınma’nın 2°C’nin altında tutulmasını, sınır hedefin de 1.5°C olmasını öngörüyordu.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 6.000’in üzerinde bilimsel çalışmayı inceleyerek hazırladığı 1.5°C Küresel Isınma Özel Raporu’na göre seragazı emisyonları mevcut şekilde devam ederse, Küresel Isınma 2030 ile 2052 yılları arasında 1.5°C sınırını geçecek.

Bu sınırı geçmemek için küresel emisyonları 2030 yılında 2010 yılına göre 45% azaltmak ve 2050 yılında NET SIFIR emisyona ulaşmak gerekiyor.

Bilim insanları atmosferin CO₂ yoğunluğunu milyonda bir parça dediğimiz PPM (parts per million) değeri ile ölçer.

6 Ağustos 2021 tarihi rakamlarına göre atmosferde yaklaşık 415.19 PPM CO₂ bulunuyor.

Bu değer sanayileşmeden önce 280 PPM civarlarında idi.

Yıl

PPM Değeri

1010

280.0

1500

282.2

1750

277.0

1850

284.7

1900

295.8

1950

310.7

2000

371.8

2010

387.9

2015

402.6

6 Ağustos 2021

415.19

PPM değeri ne kadar yüksek olursa iklim değişikliği o kadar tehlikeli.

İnsanoğlu gerekli önlemleri almaz ise gelecek 40 yılda 800 PPM ve 80 yılda 1200 PPM olacağı öngörülmektedir.

800 PPM kronik CO₂ zehirlenmesine ve 1200 PPM de akut zehirlenme nedeniyle ani ölüme yol açmaktadır.

Unutulmaması gereken diğer bir konu; Küresel Isınınmdan dolayı, daha yüksek CO₂ (karbondioksit) konsantrasyonlarının, yiyeceklerin protein, çinko ve demir içeriğini azalttığı.

Peki arabalarımızda kullandığımız petrol?

Petrol antik denizlere dayanan bir süreçle yapılmıştır. Petrol, küçük süper kahraman olan planktonu da içermektedir.

Planktonlar öldüğünde, okyanusların dibine batarlar. Plankton ölüleri üst üste yerleşir ve kimyasal reaksiyonlar petrolü oluştururlar. Kerojen ısındıkça daha fazla değişikliğe uğrar ve gerek ham petrolü gerekse de  doğal gazı oluşturur.

Bilim adamları uzun zamandır fitoplankton sayılarını ve büyüme oranlarını doğru bir şekilde tahmin etmeye çalışıyorlardı, NASA'ya göre 2005'teki uydu gözlemleri ile bunu sağlıklı yapabileceklerini keşfetti.

NASA, suyun ne kadar yeşil olduğuna göre fitoplankton sayılarını bulabileceğini bildirdi.

Araştırmacılar, fitoplanktonun gezegenin tüm biyokütlesinin (toplam organizma kütlesi) 1%'ini oluşturduğunu tahmin etmektedirler.

Ancak bu sayı gün geçtikçe azalıyor.

Temmuz 2010'da Nature dergisinde yayınlanan bir araştırma, kademeli ısınan okyanus sularının 1950'den beri fitoplankton’unun 40%’ını azalttığını gösterdi.

Bu yüzden 40% veya daha fazla azalma oldukça endişe vericidir.

Tanrı’nın yazdığı kitabı, yani Tabiat’ı, öldürenin ruhu da kanar.

Tabiat’a karşı işlenen bir suçun öcü, insan adaletinden daha zorlu olur.

Zira, insanoğlu olarak en iyi başardığımız şey; “Yapayları için gerçeklerini öldürmektir”

Tabiat’a karşı işlediğimiz suçların doğurduğu sonuçlarından ders alıp aklımızı başımıza toplamaz isek, çok da uzak olmayan bir gelecekte elektrik, su ve gaz gibi oksijeni de satın almak zorunda kalabiliriz.

Oksijen KIB-TOK (Kıbrıs Türk Oksijen Kurumu) sayaçlarından geçerek evlerimize ulaşabilir.

Fakat, ruhlarımızın bedenlerimizi terk edip etmeyeceği KIB-TOK’un siyaset üstü bir AKIL ile yönetilmesine bağlı olacaktır.

Zira, çok küçük bir ülke olmamıza rağmen, TAMAMEN adil, eşitlikçi ve özgür olan bir refah devletini detaylı bir şekilde tasarlayacak kadar AKILLI olamadık.

Siyasete güvenenler için TOXIE’ye gerek yok;

Zira, en az laf cambazlıkları ile hakikati örtme kapasitelerini geliştirdikleri kadar ciğer kapasitelerini de geliştirmiş olmaları muhtemeldir.

Siyasete güvenmeyenler için ise;

NASA’nın Mars'ı kolonileştirme hayalinin en önemli parçalarından birisinini oluşturan ve Mars’ın atmosferindeki karbondioksiti oksijene dönüştürmek için tasarlanan araba aküsü boyutlarındaki yapay bir ağaç fonksiyonlarına sahip MOXIE isimli bir cihaza benzer KIB-TOK onaylı mobil bir oksijen jeneratörünü evinizde hazır bulundurun. Zira 180 saniye göz açıp kapayıncaya kadar geçer.

Ben karamsar değilim. Fakat, tünelin ucunda görünen ışık gelen trenin farı olabilir.

Umarım KIB-TOK yerine KIB-DOKu (Kıbrıs Türk Doğal Hayatı Koruma Kurumu) kurarız.

Zira, şu aşamada ne yaparsak yapalım, en geç 2030’a kadar ısınmanın 1.5°C’ye ulaşacağı yönünde.

Bu durum, yaklaşık 2040’a kadar devam edecek ve ardından küresel ölçekte iklimle ilgili atılan adımların etkisinin görülmesiyle bu eğri de aşağı doğru bükülmeye başlayacak.

Şimdi harekete geçersek 2040 sonrası soğutmaya başlayabiliriz.

Ülkemizin ve gezegenin ihtiyacı olan harekete geçmek.

Alea iacta est.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.