Josip Broz Tito’nun Kıbrıs öngörüsü…

Yayın Tarihi: 06/01/22 09:29
okuma süresi: 16 dak.

Kıbrıs son yıllarda daima Doğu Akdeniz’deki çatışmalar, Akdeniz’deki belirsiz anlaşmalar, kaynaklar, Ege’deki karmaşaların bir parçası üzerinden değerlendirilmektedir.

Bunlar vakadır, doğrudur.

Ancak Kıbrıs’ın dünya tarihindeki “karanlık mazisini” bilmeyenler, Ada’yı denizde “bir ihtilaf alanı” olarak görebilirler sadece…

Kıbrıs ne çevresinde “kıymeti kendinden menkul” gazın sürüklediği bir çatışmadır, ne de bir deniz yetki alanları karmaşasından ibarettir.

Bu gerçek değildir.

Yani gerçek olmayan, bu sınırlı muhatara konularından ibaret olduğudur.

Kıbrıs çetrefilli geçmişte nice “anlaşmaları” mahveden, nice “olası tehditlerin” odağı olmuş, dünya siyaset tarihinde gelip gidenin, bulaşanın “sövdüğü” bir diyardır.

Kıbrıs’ta gerçek bir “hareket” olursa hakkında Çin de konuşur Fransa da!

Bu çerçevede Kıbrıs’ın sadece Balkanları -vakti zamanında- ne surette karıştırdığını hatırlatarak, günümüzde de Kıbrıs meselesinin Doğu Akdeniz derdi olmaktan ibaret olmadığına dikkati çekmek isterim.

Bu anlamda bir perspektif olarak; istihbarat faaliyetlerinde de “Balkan uzmanları” ile “Kıbrıs uzmanlarının” eşgüdüm yetişmekte olduğunu da hatırlatmakta yarar görüyorum.

Ancak bu durumun NATO’nun Kosova’ya müdahalesi ve ardından gelen bağımsızlık gibi Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı ve KKTC’nin bağımsızlık ilanının uluslararası hukuk açısından ciddi tartışmalara neden “olabilmesinin” bununla bir alakası yoktur.

**

“Yerin yüzünde” konumu itibarıyla” Avrupa’dan ayrılamayan, ama kültür olarak hep içerideki ‘öteki’ konumunda algılanan Balkanlar’da, Alman, Arna- vut, Boşnak, Bulgar, Çingene, Hırvat, Macar, Pomak, Sırp, Sloven, Türk, Yahudi, Yunan gibi etnik guruplar yaşamakta…

Ancak, Romalılar, Hun- lar, Gotlar, Avarlar, Franklar, Kumanlar ve Peçenekler de bu bölgede belirli zaman dilimlerinde hâkim olmuş, derin izler bırakmışlardır.

Doğu ve Batı arasında bir tür köprü görevi gören Balkanlar, bu yarımada; 1350’lerden itibaren Türkler’in bu bölgeyi hâkimiyetleri altına almasıyla farklı bir dünya ile tanışmış ve onun da parçası olduğu bilinir...

**

Sovyetlerin Balkanlardaki etkisine caydırıcı olarak düşünülen 1953 tarih imzalı Balkan Paktı’nın çökmesinin yegâne sebebi Kıbrıs’tı

Bu işe en çok bozulan Eski Yugoslavya Devlet Başkanı “tornacı çırağı” Josip Broz Tito’dur.

Birinci Dünya Savaşı sonrası ‘Bir İngiliz yaratığı’ olarak zuhur edip, 50’ler itibariyle İngilizlerin deniz ve kara hakimiyetlerinden “âdeta gönüllü” çekilmesiyle birlikte Amerika’nın devraldığı “Kıbrıs derdinin” yüz yıl boyunca “bir kılçık olarak var olacağını” öngören ve “Kıbrıs meselesinin gerçekçi bir şekilde ele alınmadığını” dillendiren -belki de ilk dünya lideri- Doğu ile Batının o dönemdeki “yegâne tornacısı” Tito’dur

Oruç tutan memuru hapse tıksa da görece “en yumuşak komünist” Tito, balkanların dünya haritasındaki gerçek yerini “geç” fark etti. 

O nedenle Soğuk Savaş ile birlikte Batı’ya “rucusu” rötarlıdır, derler.

**

NATO’ya üye olmayan ama ilginç bir şekilde kendisini NATO ile basbayağı ilişkilendirebilen Tito, Balkan Paktı’nda yaşadığı hayal kırıklığı nedeniyle bizler, demiştir Yugoslavya’da iki dost (Türk-Yunan) memleket arasında Kıbrıs meselesi ve bazı diğer meseleler üzerinde bazı anlaşmazlıklar tahaddüs eylemiş olmasına esef ediyoruz!..

Türk-Yunan ilişkilerindeki Kıbrıs gerginliğinin Balkan İttifakı’nın işlevsiz kalmasına sebep olması nedeniyle asap bozukluğu yaşayan Tito ‘hayal kırıklığı’ içinde şöyle devam edecektir sözlerine;

“Kıbrıs meselesinin tahliline girişmek değil, bu hususda bir telkinde bulunmak isterim; Hükümetlerimiz arasında her hangi bir temas tesis ederek aranızda mevcud olabilecek açık meseleleri realist bir şekilde ele almak kabil olmaz mı?”

**

Her şeye rağmen Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkanlar’da bir ittifak yapılması, Batı Bloku’nun bu bölgede tabi ki güçlenmesine yardımcı olmuştur.

Fikir zaten onlarındır.

Zirâ, Balkan Paktı üç devletin karşılıklı iyi niyet ve çabalarının sonucu kurulmakla birlikte, onları bir araya getiren temel unsur malum olduğu üzere Balkanlar’daki Sovyet tehdidiydi.

Bu sebeple hem NATO, hem de ABD Balkanlar’daki işbirliği çabalarına olumlu yaklaştı; Balkan İttifakı, Yugoslavya’nın Batı ülkeleriyle olan ilişkilerine de olumlu etki yapmıştır.

Ne var ki, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin Kıbrıs meselesi sebebiyle bozulmaya başlamasıyla birlikte, Balkan İttifakının zedeleneceğini düşünen Tito tarafından ilişkilerde işbirliğinin oluşturulmasının gerekliliği konusu işte yukarıda Tito’nun ağzından böyle dile getirilmiştir…

Ayrıca Tito bu paktı zedeleyen–bahanelerinden biri de Kıbrıs olan- Türkiye’deki 6-7 Eylül Olayları hakkında da bilgi (!) sahibidir.

Yunanistan, “O Eylül” ile birlikte Türkiye ile Balkan Paktı çerçevesinde işbirliği yapmayacağını açıklamıştır.

**

ABD’nin şimdilerde, 2021’de Kıbrıs siyasetlerinden biri “Adanın kesinlikle ama zinhar tamamen Rum hâkimiyetine bırakılmaması” olarak devam etmektedir ama 1960-74 arası Kıbrıs ile ilgili öncelikleri, adanın; Türkiye ve Yunanistan arasında çatışma yaratmayacak ve Doğu Akdeniz’deki NATO işbirliğine zarar vermeyecek kadar istikrarlı kalması;

Doğu Bloğu ile fazla yakınlaşmaması ve SSCB’yi soruna müdahil edecek bir fırsat yaratmaması, olarak özetlenebilir…

Ne var ki 1960’ların hemen başında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Makarios, ülkesini Bağlantısızlar Hareketine dahil etmiş ve SSCB başta olmak üzere Doğu Kampıyla iyi ilişkiler geliştirmiş; buna NATO üyesi Yunanistan ve Türkiye ile sorunlar yaşaması ve içeride komünist partinin desteğini alması da eklenince, ABD yönetimleri durumdan rahatsız olmuştur.

1974 Temmuz’unda ‘Amerikancı’ cunta yönetimindeki Yunanistan, Kıbrıs’ta bir darbe organize etmiş ve Makarios’u devirmiştir.

**

Kissenger’in diplomatik itirafları (100 yaşını geçen ve hala yaşayan bu adamın yazdıkları ile uluslararası ilişkiler fakültelerinde okutulanlar ve genel geçer bilgiler taban tabana zıttır) ile açılan İngiliz arşivlerinden de bilindiği üzere ABD, adayı NATO etki alanına sokmak için Yunan darbesine ve devamında Türkiye’nin müdehalesine destek vermiştir.

Bir çok Avrupa ülkesi Yunan darbesini kınarken Amerika yumuşak bir açıklama yapmış, Yunanistan’a askeri yardımını kesmemiş, Makarios’u göreve döndürmek konusunda isteksiz davranmış ve darbeyi ve ardından gelen Türkiye müdahalesini durdurmak için güç kullanmayı reddetmiştir.

Türkiye’nin müdahalesine  perde gerisinde teşvik edicidir.

Yunan cuntacılara “uçak kaldırmayın” emri verilmiş, (tek uçak ya da 3 pırpır Türkiye’nin müdahalesine engel olmaya yetecekti) bilahir Yunan mahkemelerinde cuntacılar “bizi ABD dolandırdı” diye isim isim ifade vermişlerdir.   

Dönemin Erbakan’ı o dönemde de nâdir bulunan “yerli ve milli” Türk subaylarla” farklı bir ajanda gütmektedir ama tüm bu tarihi gerçeklere rağmen nasıl olabiliyorsa bir ayağı "derin İngiliz batağında" bir ayağı da "derin Türk" olan Karaoğlan “Kıbrıs fatihi”dir…

Yetmezmiş gibi milliyetçiliği dağlara yazan ya da bunu kazımakla övünen Türk siyasetçidir!!

Dünyanın neredeyse her coğrafyasında, tüm alanlarında böyle siyasi tipler bulunur.

Üstelik Ecevit’in müdehaleden hemen önce gittiği İngiltere’den daha da isteksiz döndüğü, birden çok muteber hatırata yansımıştır ama dönemin probagandası Ecevit’in bu seyehatinin işi uluslararası hukuka oturtmak için olduğuna dönüktür.

**

Bağlantısızlara dönersek;

1920, Zagreb’te Komünist Partisine katılarak siyasete giren Tito’nun -hakkında uzmanların yazdığına göre- İngilizler ile asıl ilişkisinin tam resmi halen daha ortaya konabilmiş değildir.

Balkan dünyasının Tito’su en gizemli, kara kutu liderlerinden biridir ve aslında başından beri “tek kutuplu olan dünya” hakkındaki “sahte hakikatleri” güçlendiren bir kişiliktir.

Evvela Hitler ile ilişkilidir.

1941’de Hitler’in Belgrad’ı bombalamasıyla başlayan saldırı, Nisan 1941’de imzalanan teslim antlaşmasıyla beraber Versay anlaşmasına yaslanan bu devlete son verdi ve bundan sonra başlayan iç savaş ve işgâle karşı mücadele ancak 1945 yılında son buldu.

Yugoslav partizanlarına komuta eden Tito’nun “sevk edilmiş” idaresinde Yugoslavya Federe Halk Cumhuriyeti (YFHC), yani İkinci Yugoslavya böylelikle kuruldu.

Tito’nun ölümünden 7 yıl sonra Miloşeviç, 1987’de içeriden gerçekleştirdiği darbeyle Sırp Komünist Partisi’nin başına geçecek ve yakın tarihe damga vuran “zulüm” yaşanacak, bugün hala nefes alan İsviçreli Biden “bunlar yanlış işler” diyecekti…

**

Tito’nun “Bağımsızlar Hareketi” içinde esas söz sahibi kişi olarak Yunanistan lehine Kıbrıs’ta takındığı tavır artık biliyoruz ki o dönem için açıkça “Amerikan hesaplarını kurgulayacak” bir tavırdır.

1987’de Yeni Delhi’deki Bağlantısızlar toplantısında çıkan karar Kıbrıs Türk tarafına manevra kabiliyeti bırakmıyordu: “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini tüm adaya yayma konusundaki çabalarına yardım ve destek olunmalıdır.”

Bağlantısızlar’ın etkin isimleri demişken Hareketin diğer yıldız ismi olan; Kaddafi’ye karşı affedilmez “vefasızlığı” ile de hatırladığımız Gandhi’nin rehber kılavuzluğunda yükselerek İngilizlere karşı bağımsızlık mücadelesinde Hindistan gençliği için bir ikon olan “sosyalist” Nehru’yu da unutmamalı…

O da Kıbrıs’ta Türk düşmanı kılıklıdır!

Ama Tito’yu “siyasi yaşamının zaferi” olarak tarihe geçiren Bağlantısızlar Hareketi’nde -toplulukta önde gelen liderlerden biri olan- Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios ile birlikte “bir anti emperyalist” olarak görürüz…

Makarios’un gerçek anlamda bir anti emperyalist olduğu tartışmasız bir gerçektir.

Hatta bu anlamda yaşamış en büyüklerinden biridir.

Bağlantısızlar’ın Tito’su ve fakat “karışık” bir vakadır.

Bazı eleştirel mülahazalara yansımıştır ama;

Ada’daki Cumhuriyet ilanından sadece bir yıl sonra ekseni Bağlantısızlar’a katan Makarios’un Başkan Yardımcısı olan ve fakat NATO şapkasının bir figürü olarak Dr. Fazıl Küçük’ün Bağlantısızlar işine lakayd kalışına şaşmamalı…

Başpiskopos “ayarlı” Komünistlerin etkili olduğu  Afrika ve Asya Halkları Dayanışma Örgütü 1963 Ocak ayı toplantısının da Lefkoşa’da yapılmasını sağlayacaktı.

Makarios bu zaman aralığında Kıbrıs’ın hiçbir askeri pakta girmeyeceğini defaten açıklaması, kendisini İngiliz ve Amerikalıların gözünde “kızıl Papaz” yapan şeylerden sadece biridir.

O dönemde Kıbrıslı Rumların neredeyse üçte biri Komünist Parti ya da sendikalara üyedirler. Vahim ki Kissenger’a göre Sağda bu tehtidi karşılayacak etkili bir cephe yoktur Ada’da…  

Ama çaresi vardır!

Bağlantısızların 1979 I. Havana Bildirisi'nde birliğin amacı, "üye ülkelerin millî bağımsızlığını, egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini, sömürgecilikten, yayılmacılıktan, ırkçılıktan ve her türlü dış baskı, istila, işgal ve dış müdahaleden korumak” olarak yazar.

Bu tanımlar merkezi tuhaf bir biçimde Suudi Arabistan’da olan bugünkü İslam İşbirliği Teşkilatı’nın “islam” ile alakası ya da alakadarlığı gibi bir şeye benzemektedir!

Bağlantısızlar Hareketi’nin –resmi uluslararası ilişkiler tarihi siciline göre- bir diğer tabirle “doğu dünyasının batı dünyasındaki bölünmelere taraf olmamak istemesi” meraklısı bakımından tartışmalıdır.

Nitekim Tahran’daki 16. Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi’nde “bu bağlantısızların” basbayağı “bağlantılı” olduğu daha da netleşecektir.  

Doğu Akdeniz’de bir başka Küba istemem” diyen “büyük hizmetkar” Kissinger nitekim “kızıl papaz” dediği Makarios’u Kıbrıs’ta, Afrika boylarında da Nasır’ı “sünneti usulünce” harcamıştır.

Üstelik Nasır, Makarios’a en büyük “Nil Nişanı’nı” da takdim etmiş, Baipiskopos’a Kahire'de bir kilisede âyin dahi yönetmesini sağlamıştır.

Ama Kissinger, Hırvat-Sloven Krallığı sayılan topraklarda Sloven bir anneden doğan Tito’ya dokunmamıştır!

Ne de olsa Tito, -kariyerinin kritik eşiğinde- Lepoglava mapusunda hapis yatarken hayat boyu üstadı olacak “toplum mühendisi Yahudi Marksçı Moşa Pijde” ile tanışmıştır!

Bu vesile ile iddialı bir şekilde söylemeden geçemeyeceğim;

70’lerde genç olmuş bir neslin, hala yaşıyorlar ise bügünlerde de içte “çok kutuplu” bir dünya olduğuna itibar etmeleri karşısında sonraki yüzyıl, yani bizim çocuklarımız için çok daha karmaşık bir şekilde ayarlanmış dış dünya hakkında malumat kırıntılarına doğal olarak pek girebilecek durumda değiliz. 

-Genç Tito ile 'badem bıyıklı' Yahudi Marksçı Moşa Pijde-

Yazımızın konsepti çerçevesinde dağılmaya ramak kalmışken toparlayalım;

Tito’nun Makarios ile “gerçek hukukunu” tüm bu sisli “bağlantılı Bağlantısızlar” çerçevesinde merak ederim

Türklere karşı “tevbekar” Makarios, Tito tarafından “yönlendirilmiş” midir yoksa birileri adına aslında Tito tarafından “uyarılmış mıdır” bilmiyoruz! 

Bu konu bence belirsizdir ama Tito, Kıbrıs meselesine “biricik karısı ile” geldiği Lefkoşa’da 1964 yılında noktayı koymuştur: Biliniz: Kıbrıs’ta sorunlar bitmez!

(*) Josip Broz Tito, karısı ile birlikte Lefkoşa’da Makarios ile. 1964.

(*) Tito bilindiği kadarı ile beş evlilik tüketmiştir. Komünist, partizan ve bu ikisi bir arada oduğunda doğal olarak “çirkin” olan casus kılıklı kadınlardan bilhassa kendisini korumuştur: Elizabeth Taylor, Sophia Loren gibileri de ‘kullanıp’ atmıştır. Kıbrıs’a gelen karısı; Paris'te komünist harekette kuryelik yapan bir kadının Tito'ya sahte pasaport teslim etmesiyle 1940'ta İstanbul'da tanıştığı Sloven asıllı Herta Haas değil, Belgrad'ın banliyölerinde sessiz bir hayat süren ve nadiren röportaj veren Sırp asıllı Jovanka Budisavljević'’tir. First Lady, Tito'nun ölümünden sonra darbe planlamakla suçlanarak ev hapsine alınmıştır.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.