Çözümsüz bir yıl daha...

Yayın Tarihi: 31/12/25 07:30
okuma süresi: 8 dak.

Makalenin başlığındaki cümleyi kim bilir kaç kez kurmuşuzdur?

Bilmiyorum.

Peki bu yıla girerken “bu yıl çözüm yılı olacak” cümlesini kaç kez kurduk dersiniz?

Onu da bilmiyorum.

Ancak bildiğim tek bir acı gerçek var, o da 2025 yılı Kıbrıs adasına çözüm filan getirmiş değil.

Bu bağlamda hüzünlüyüm.

Ancak hüzünlü olmaktan daha kötü bir başka duygum daha var: Umutsuzluk!

İçimi kemiren, canımı sıkan ve rahmetli İrfan Alış’ın (Peyk) o çok sevdiğim aşk şarkısında yazdığı gibi “beni sünger gibi içiren” bu umutsuzluk durumu, yılın son günlerinde daha da ağır bir şekle dönüşmüş durumda.

Halbuki kendimi yılmaz bir savaşçı ya da İngilizlerin meşhur atasözündeki gibi “botları ayağında ölecek” bir kişi zannederdim.

Aslında bakarsanız bence hala daha öyleyim ama içimde büyüyen bir başka can sıkıcı duygu daha var: Usanmışlık!

Her sabah usanmış bir şekilde kalkıp, yine usanmış bir şekilde yatıyorum.

Usanmışlığım çok şekillerde oluyor.

Mesela programa her gün için yeni bir konuk bulma konusunda çok usanıyorum.

İkide birde bozulan asansörden dolayı çok usanıyorum.

Çirkin sesli müezzinlerden, hamaset nutku çekenlerden ve el çabukluğuyla iş bitiren densizlerden de usanıyorum.

Egzozu delik arabalardan çıkan gürültüden, mecliste çemkirmekten başka bir numarası olmayan vekillerden ve Kermiya’daki kuyruklardan ölesiye usanıyorum.

Ama en çok nereden usanıyorum derseniz, onu zaten tek geçerim: Kıbrıs sorunu!

Bildiğiniz gibi bu yıl Kıbrıs Türk liderliği değişti. Yeni bir lider seçildi. Yeni seçilen lider genelde umuda işaret eder. Ancak bu lanetli coğrafyada umut etmek sadece değişimle olmuyor.

Elbette bu liderle geçmiş lider kıyas kaldıracak noktada değildir.

Hatta yeni liderden umut etmek için çoğu kişi beş yüz bin bahane ortaya koyabilir.

Ama Kıbrıs sorununa hayatını vermiş, çözümüne kafayı takmış bir kişi olarak içinde yaşadığımız şeyin aslında çok banal ve sıkıcı bir “tekerrürler ve hamaset nutukları silsilesi” olduğunu görebiliyorum. Ha bir de tabular var, içine hapsolduğumuz...

Ve tabii konunun büyük ölçekte bir uluslararası mesele olduğunu da buraya not düşmek gerekir.

Her şeyi alt alta koyup yazdığımda ve genel bir toplam yapmaya kalktığımda, vardığım sonuç “sıfıra sıfır elde var sıfır” noktasında öteye varmıyor.

Müzakere etmemek için ortaya konulan müzakere şartları ya da geçmişin siciline bakıldığında pek ümit vermeyen ‘kaldığımız yerden devam’ naraları beni çok heyecanlandırmıyor.

Bu durumda çareyi ‘denize düşen yılana sarılır’ lafından biraz daha hallice bir önerme olan dış güçlerin bu işi yoluna koyması noktasına varıyorum.

Amiyane tabir olacak ama ‘el yordamıyla kervan düzmek’ neye yarar hiç bilemiyorum!

İyi de el oğlu senin kara kaşın ya da kara gözün için çözüm ister mi derseniz, cevabım 'istemez tabii' şeklindedir. 

Bu durumda Kıbrıslı Türkler ve Rumlar dışlında tüm diğerlerini “el” sayacak olursak, bütün bu diğer ellerin bir araya gelip anlamlı bir ses çıkarmasını dilemekten başka bir çare göremiyorum!

Bir de bana “her şeyi çözüme bağlamaktan vazgeç” diyenlere uyuz oluyorum.

“Gelin evimizi düzeltelim” diyenlere de ayrıca uyuz oluyorum. Haklıyım da.

Düzeltemiyoruz çünkü, kuruluşu yanlış, ganimet üzerine kuruluşu ayrı yanlış, uluslararası hukukun dışında yapılanan bu düzene neyin liyakatini yakıştırıyorsunuz kuzum siz?

Tel tel dökülen, her tarafına rüşvet, yolsuzluk yayılan, verdiği her belge sahte olan, bu yandaş düzenine, ya da benim çok kullandığım tabirle bu “kim kime dum duma” düzenine bel bağlamanın illa ki bir sebebi var ve bu da illa ki kamusal bir yarar değildir. 

Rahmetli Cem Karaca o çok bilindik şarkısında ne diyordu?

“Gelen ağam, giden paşam, ver şu ineği ben de sağam!”

Kolay mı o ineğin sütünün verdiği konfordan vazgeçmek?

Değil!

İşte bu kafes düzeninin bize sağladığı en zehirli şey tam da bu: Konfor!

Ve insanoğlunun yapmakta zorlandığı en önemli şey de şu: Vazgeçmek!

Geldiğimiz nokta ne yazık ki tam olarak budur.

Sosyal medya çağının patlattığı egolar, haset duyguları, çekememezlik, başkasına özenme ve daha bir çok zehirli günah, çağımızın vebası şeklinde iliklerimize işlemiş durumda.

Biliyorum çok pesimist, çok mutsuz ve umutsuz bir makaleye doğru gidiyoruz ama işin umut etme kısmını sona bıraktım. Birazcık. 

Öyle ki, ben tam olarak neyi düşünüp 2026’dan umutlanmalıyım?

Sorunların anası Kıbrıs sorunu, bundan kurtulmadan asla diğer sorunlarımızı çözemeyiz.

Kurduğum ilk cümle bu.

Peki kervan yolda düzülür deyip neyi kurgulamak lazım?

Bu yıl, yani 2026, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in son yılı.

2017’de göreve başladığının daha ilk haftası kucağında bulduğu bu sorunu çözmek için bir kez daha son bir “push” yapar mı?

Yapacak gibi duruyor.

Bir umudum bu.

Peki diğer umudum?

Çözümün anahtarı Türkiye’nin elinde değil mi? Kim ne derse desin öyledir.

Kıbrıs sorunu müzakereleri tarihinde ondan daha fazla uluslararası konferans toplayabilen başka birisi var mı? Yok. Bu durumda medet ummak zorunda olduğumuz bir diğer kişi de Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değildir.

En son umudum ise bana küfür ettireceğini bilmeme rağmen söylemek zorunda olduğum bir kişi: Donald Trump!

Biliyorum, Trump için en önemli hatta tek önemli konu Amerikan şirketlerinin bölgedeki çıkardır. Bir de ulusal çıkarları. Onların uğruna bir hamle yapması mümkün mü? Mümkün. 
Türkiye’yi ikna edebilecek tek güç de ABD değil mi? AB olmadığı kesin!

Yılın son haftalarını bu konuyu konuşarak geçirdiğimize göre ateş olmayan yerden duman çıkmayacaktır diye düşünüyoruz.

Ha o ateşi ne yapacağız dersiniz?

Bakınız, Kıbrıs sorunu, Kıbrıslıların çözebileceği bir konu aslında hiç olmadı, olmayacak da.

Dolayısıyla gerçekleri kabul edip, kendi boyumuzu ölçüp, işin özünde kalmaya çalışmaktan başka çaremiz olmadığını düşünüyorum. Yani bu soruna sadece kendi adımıza sahip çıkmaya!

Ben bu teorimi biraz da köpekbalığı işine benzetiyorum.

Nedir bu köpekbalığı işi?

Şöyle: Köpekbalığı avını parçaladığı zaman büyük lokmaları elbette o yer ama etrafa dağılan milyonlarca parça daha vardır.

Köpekbalığının üzerine yolculuk yapan diğer balıcıklar da işte o parçalardan tasarruf ederek hayatlarını sürdürürler.

İçinde yaşadığımız düzen tam olarak böyle bir düzendir. Aslında insan doğasının evrimsel durumu da tam olarak budur.

O yüzden umut etmekten çok bir takım gerçekler üzerinden okumalara yapabiliriz.

Çok uzatmayayım, yıl boyunca programlarıma ve köşe yazılarıma ilgi gösteren siz sevgili dostlara kucak dolusu sevgilerimi yolluyorum.

Kaybettiklerimizi saygı ile anıyorum, özellikle de Ozzy Osbourne’u...

Bunun dışında en başta sağlık, sonra huzur, bol kazanç ama en çok da çözüm ve barış diliyorum!

Umarım hepimizin dilekleri gerçek olur, mutlu yıllar!

 

 

 


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.