Küçük mutluluklar

Yayın Tarihi: 08/12/25 08:00
okuma süresi: 4 dak.
A- A A+

Son zamanlarda herkesin dilinde aynı cümle var:
“Mutluluk çok zorlaştı.”
Ekonomi, şehir stresi, yoğun iş temposu, haberlerin ağırlığı… Günümüz insanı zihinsel olarak yoruldukça “mutluluk” büyük bir hedefe, ulaşılması güç bir dağa dönüşmüş gibi hissediyor. Oysa belki de sorunun kendisi burada başlıyor:
Mutluluğu çok büyütüyoruz.

Oysa hayatın içindeki en sıcak, en gerçek duygu çoğu zaman küçücük bir şeyde saklıdır. Sabah kahvesinin buharında, kısa bir yürüyüşte, evin köşesindeki bir saksı çiçeğinde ya da hiç planlamadığın bir anda rastladığın o “esrarengiz durakta.”

Küçük mutluluklara önem verme meselesi psikoloji literatüründe “micro-joys” olarak geçiyor. Uzmanlara göre beynin mutluluk kimyasallarını harekete geçiren şey dev bir başarı değil; sıradan bir anın fark edilmesidir.
Kulağa şaşırtıcı geliyor olabilir ama doğru:
Beyin, küçük mutlulukları büyüklerden daha hızlı fark eder.

Bir psikiyatrist arkadaşımın anlattığı bir sahne hâlâ aklımdadır: Depresyon tedavisi gören bir danışan, aylardır ilk kez “Bugün balkona çıktım ve güneş güzeldi” demiş. Doktorun yorumu şu olmuş:
“İşte iyileşme o cümlede başlıyor.”

Çünkü insanın ruhu, küçük şeylerde nefes alır.

Kahve bunun en güzel örneği. Sadece bir içecek değil; bir ritüel. Bir fincana dokunurken aldığın o sıcaklık hissi, kokunun hafifçe yükselişi, ilk yudumun verdiği o çok hafif ama çok gerçek rahatlama… Kahve kaç dakika? Belki üç. Ama o üç dakika insanı yeniden hayata bağlayabilir.

Aynı şey yürüyüş için de geçerli. Psikologlar her gün 15 dakikalık yürüyüşün bile kaygıyı dramatik şekilde azalttığını söylüyor. Ama yürüyüşün asıl değeri, adımların düzenli ritmiyle zihni yumuşatması. Bir sokaktan geçerken duyduğun bir çocuk kahkahası, bir kedinin kıvrıldığı sıcak bir köşe, rüzgârın hafifçe yüzüne çarpması… Bunlar beynin hafızasında “mikro huzur” olarak birikiyor.

Ve bir de o esrarengiz duraklar var.
Şehrin içinde beklenmedik bir köşe.
Yıllardır yanından geçtiğin ama fark etmediğin bir duvar resmi.
Birden karşına çıkan yaşlı bir ağacın gövdesi.
Kaldırımda unutulmuş bir oyuncak ayı.
Bir sokak lambasının altında duran tek bir sandalye.

Bu küçük duraklar, insanın içindeki “çocuk gözünü” uyandırıyor. Çocukken bir taş sadece taş değildi; bir hikâyesi vardı. Bugün yetişkinliğin ağırlığı o hikâyeleri gölgeledi. İşte o duraklar, yetişkinliğin karanlığını hafifçe aralayan küçük pencereler gibi.
Bir an için hayatın “öylece akıp gitmediğini”, her köşede gizli bir anlam olduğunu hatırlatıyorlar.

Modern hayatın içinde büyük mutluluklar peşinde koşarken, aslında ruhumuzu besleyen şeyler tam yanı başımızda duruyor.
Küçük ama gerçek.
Kısa ama etkili.
Sade ama derin.

Belki de bugün kendimize soracağımız en iyi soru şu olabilir:
“Bugün küçük hangi mutluluğu fark ettim?”

Eğer cevabımız yoksa sorun küçük mutlulukların eksikliği değil; bizim onları görmeyi unutmuş olmamızdır.

Belki de bugün ilk adım, bir kahve yapmak, kısa bir yürüyüşe çıkmak veya durup o esrarengiz durağa bir kez daha bakmak olabilir.
Çünkü küçük mutluluklar, büyük yorgunlukları taşır.


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Dr. Ferhat ATİK yazıları