İnsanı biçimlendiren arzuladığı şeydir

Yayın Tarihi: 22/08/22 05:00
okuma süresi: 4 dak.
A- A A+

"Arzumuzun nesnesi ne hale getirdi bizi" hocam, diyor bir dostum...
"Başlangıçta neye benziyorduk, bak şimdi neye dönüştük"....
Haklı da...

Arzuladığı şey biçimlendiriyor insanı...

 

Arzumuzun nesnesi ne peki?

Arzu nesnesi, sahip olunası bir şeydir.

Bu sahip olunası şeyler araba, villa, makam, mevki, mal-mülk ve servet türü birşeyler olabilir,

ancak esasen arzunun yorumunu bilinç dışı yorumlarda aramak lazım,

çünkü insanlar gitgide özne olma istencinden nesneye doğru evrildiler...


Herkesin "kendi borusunu öttürmek istediği" ,
Bir "iki yüzlü" dünya yarattık kendimize.
Bu iki yüzlü dünya,
mağdurların mağrurları beslediği,  
Tedavülden kaldırmayı hiç düşünmediğimiz alışkanlıklarımızın bir eseridir...


Böyle yaşamaya mahkum olmalarının sebebi, hayatın referans noktasını şaşırmalarıdır.

Arzu nesnesi olma inşası işte böyle oldu.

İşleri kılıfına uydurarak muradına erdirmek.

Kurmaya çalıştıkları “ben yaptım oldu düzeni” için,

makam sahibi olmak bir arzu nesnesi haline geldi.

Yani işin içinde arzu varsa orda dürtü var demektir.

Ve bu toplumun bireyleri yanlış şeyler için dürtülüyorlar...

 

Peki, ya alışkanlıklarımızı değiştirme cesareti gösterirsek neler değişir?

Bu "iki yüzlü" dünyada, "ben", "ben", "ben" dışında bir manifesto yoktur!

Oysa toplumsal değişim bireysel hareketle başlar!

Bireysel hareketi sağlayan da hoşgörü, farklılıklara saygı, çeşitliliğe açık olma, farkındalık, çevre bilinci, insan ve tüm canlıların hakları, yani özetle insanlaşma eğitimidir...

Bu adımları atma iradesini gösterebilirsek dünyamız değişir...

Arzu kültüründen ihtiyaç kültürüne,

arzuların nesnesi olmaktan toplumsal geleceğimizin öznesi olmaya doğru evrilme başlar...


Aslında siyasilerin bir bölümü,
siyaseti, gerçekten ait olduğu yere çekebilmek için,
hatırı sayılır önemde, büyük bir mücadele veriyor ama;

itibarsızlaşma mücadelesi ağır basıyor!


Aslında "siyaset" dediğimiz otorite,

bu iki yüzlülüğün devamını sağlamak adına,
"Buyur edilmiş fikirler" kalıbıyla,

başkalarının taleplerini monte etmek demektir...

Bizim kendi ekonomik reçetemiz bile yok...
O yüzden "otorite" kabul edilenin onayını almaya çalışıyoruz!

Reçete aynı reçete...

Kendi ülke politikacılarımızın,

bu ülkeye,

bu toplumun ihtiyaçlarına dönük olarak,

kendi yaratıcı ya da sentez düşünce ve projeleriyle "pusula" olmasını istiyor muyuz gerçekten?

O halde değer yaratan şeylerle uğraşmalıyız...
Eğer 3-5 sayfa Marks okumuşsanız,
üretim araçlarının mülkiyetine kim sahipse,

onun güçlü ve egemen olacağını bilirsiniz...

Eğer biz değilsek,


yani üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan biz değilsek toplum olarak,
bu araçları çeşitlemek durumundayız demektir!
Bilgi gibi...
Bilgiyi üretme gibi...
Bu, yani bilgi, insanların kafasında var !
Eğer bunu, yani kafalarımızda olan bilgiyi yaşama geçirirsek,
bu bizi,

yani toplumumuzu,

entellektüel sermaye adında yeni bir sermayenin sahibi yapar...


Av ile avcı arasında kalmaktan da kurtarır.
İşte o zaman,

adil toplum talebimizi,

kendi potansiyelimizi kullanarak ileriye taşıyabilir ve gerçekleştirebiliriz...

 

Önce birey olarak kendi kendimizi yönetme sorumluluğunu üstlenirsek,

özlenen toplumsal irademizle
suyu da yönetiriz,

elektiriği de,

Kıbrıs'ta oynanan oyunları da...

"Mış..." gibi yaparak düşünülmez.
Özgür olmak için, "nasıl özgür oluruz" bilgisine sahip olmak gerekir.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Prof. Dr. Mehmet ÇAĞLAR yazıları