Biz neyin bedelini ödüyoruz?

Yayın Tarihi: 29/08/22 05:00
okuma süresi: 3 dak.
A- A A+

 

Aristoteles, "Hayattaki hemen her şey bir araçsal değer taşır" der.

Aristoteles göre,

hayattaki pek çok şeyi,

o şeyin bizi başka amaçlara, hedeflere, iyilere ya da kazanımlara ulaştıracağını düşünerek isteriz.

Örneğin para, örneğin meslek…
Parayı, ona sahip olmanın bize getireceklerini düşünerek isteriz…
Meslek edinmek de isteriz, çünkü mesleğin bize bir geçim sağlayacağını düşünürüz...

Yine Aristoteles’e göre,

araçsal iyilerin de bir sonu vardır:

Mutlu olmak…

Mutlu olmak demek,
kendi içinde amaç olan "iyi"ye ulaşmış olmak demektir…

Mutlu olmayı istemek, kendiliğinden istendik bir şey.

Hayat içinde yaptığımız her şeyin temelinde mutlu olmamız hedefi yatar.

Mutlu olan insan, "mutlu olmayı neden istiyorum" diye sormaz.

Schopenhauer ve Freud gibi düşünürlere göre ise,
yaşamın amacı mutluluk olsa da
,

böylesi bir amaca ulaşmak mümkün değildir!


O halde, biz neden mutlu olamıyoruz" diye sorabiliriz.

Kendine inanmak,
Kendine güvenmek,
İyi insan olmak,
Sevgi,
Bilgi,
Dürüstlük ve doğayı sevmek gibi içsel öz değerimizi sarsılmayan değerler üzerinde kurmadığımızdan olabilir mi?
Sosyolog ve Siyaset Bilimci Prof. Dr. Ahmet Özer tam da böyle düşünüyor!

Özer'e göre,
Doğadan, tabiattan kopup şehirler kurduk, kendimizi doğadan üstün saydık.
Beton yığınların içinde kendimizi üstün görmeye başladık.
Aç gözlülükle yaptığımız doğa yıkımının adına uygarlık dedik.
Uygarlığın bedeli
ni nevrozlarla ödüyoruz.
Psikolojik hastalıklarla, yeni hastalıklarla ödüyoruz.

Yüzyıllar önce ilkel diye Kızılderilileri yok edip,

onların yerine beton kuleleri dikenler,

mutsuzluğun pençesinde çırpınıp duruyorlar şimdi.

Şef demişti ki:

"son ağaç kesildiğinde,

son nehir kuruduğunda,

ve son balık tutulduğunda,

beyaz adam doların yenemeyecek bir şey olduğunu anlayacak,

ama o zaman artık iş işten geçmiş olacak"

Hep "....mış gibi" bir yaşam sürüyor, rol yapıyoruz diyor, Özer.

İşte bu  "mış gibi" bir yaşam anlayışının oluşturduğu kurumlar,
Kıbrıs'ın Kuzeyinde giderek tüm topluma yayıldı.
Kaderimiz olmuş gibi,

50 yıldır da kuşaktan kuşağa sürüp gidiyor “mutluymuşuz, yaşıyormuşuz” gibi görünmek...

Niçin "...mış gibi" yaşıyor ve bunu sürdürüyoruz?
Çocuklarımız, torunlarımız da bizler gibi "...mış gibi" mi yaşamalılar?

Onların "...mış gibi" yaşamaması için,

siyasi ve aile kurumları olarak,  
nelerin farkında olmalı ve neler yapmalıyız?
Hangi stratejileri geliştirip ne gibi uygulamalar yapmalıyız?

İşte sorun da burada zaten:

Biliyoruz ya da bilmiyoruz, ama galiba zahmete değer görmüyoruz!

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Prof. Dr. Mehmet ÇAĞLAR yazıları