Kıbrıs Notları 2

Yayın Tarihi: 26/10/14 07:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+

Lefke çarşısınin girişinde, Uskuri'nin bakkal dükkanının önünde Urfalıları görüp duruyoruz. Erdoğan abi, Avustralya'dan tatilde olan Orhan abi ve Oral. Urfalı lakabıyla biliniyor bu yeğenlerim. Sanırım diğer kardeş Eral abinin aşırı Nuri Sesigüzel hayranlığından kaynaklanır lakab.

Orhan abi ailesiyle güzel bir tatil yapmış, İstanbul hava limanında transit Sydney'e uçmaya çalışırken farklı kimlikle giriş yaptığı gerekçesiyle geri Kıbrıs'a çevrilmiş. Kısacası bürokrasinin, vatandaşa devlet eziyetinin acımasız çarkına takılmış. Tatilinin büyük bölümünü ülkende geçirmiş, bol bol döviz bırakmış birine bu eziyet niye? Ama biz ülkeleri dışında yaşayanlar kuzu kuzu her yaptırıma boyun eğersek bu çark böyle dönüp gidecek.

Lefke'ye bir kez gitmek olmaz. Ne kadar da kısa ise tatil. Hele o şirin kentin ekmeğini yeyip suyunu içmişsen bir zamanlar. İkinci gidişimde 'Gaziveran', Elye sınırındaki küçücük dükkanda durup sevimli satıcı kızdan Kıbrıs'a has pilavuna, tahınlı, zeytinli alıyorum. (Gaziveran tırnak işareti içinde. Geçen hafta bir dostum uyardı. "Yazarlar doğru yazar" diye). Denize bakan toprak alana kiralık arabayı park ediyorum. Hava yine sıcak. Denizden gelen tatlı rüzgar bedenimi okşuyor. Gidip denizin yanına oturuyor ve gözlerimin deniz ve gökün değişik mavi tonlarının buluştuğu noktaya dikiyorum. Aldığım nefis şeyleri atıştırıyorum bir yandan da. Sevgili Bumin'e telefon edip bir saate kadar orda olacağımı söylüyorum. Ağaçlı Kahvede buluşmak üzere anlaşıyoruz.

Park sorunu Lefke'yi de etkisi altına almış. Dönüp dolaşıyor, yer bulamıyorum. Eski yazlık sinemanın karşısına parkediyorum. Hemen karşıdaki kaldırımlar üzerine kurulan küçük masalar etrafında bir zamanlar öğretmenlerimiz kahvelerini içerlerdi hopurdatarak. Koyu sohbetler eşliğinde. İşte en sevdiğim hocam, İngilizce hocamız Ertuğrul bey. Coğrafya hocamız Halil Beyle laflıyorlar. Nejati bey gülümseyerek onlara katılıyor.

Macit berberin dükkanını arıyorum. Babamın direktifi ile saçlarımı çok kısa kestiği ve okulda beni alay konusu ettiği için çok kızmıştım ona.Babama da tabii. Dükkan yerinde değil. Malyalı'nın kışlık sineması yanına gönderiyor beni karşılaştığım Mehmet Özenel. "Cumhur" diye seslenmiştim ona. Ne çok benziyorlar. Macit dayı emekliye ayrılmış. Dükkanı başkası çalıştırıyor. Kapalı. Halbuki sinekkaydı bir sakal traşı planlıyordum.

Ağaçlı Kahveye varıyorum. Ağaçlı Kahve artık ağaçsız. Bir zamanlar ulu bir ağaç vardı tam ortasında. Çınar ağacı mıydı?, hatırlamıyorum. Bu kadar küçük müydü bu ünlü kahve? Karşıda çirkin görünümlü gri bir apartman. Sonradan kaldırılmış. Çevreye hiç uymayan bir yapı. Lefke bile taşlaşmış.

Sevgili Bumin geliyor. Maşallah saçlar hala başta. Bembeyaz da olsa. Çocukluk arkadaşımla tadına doyum olmaz bir sohbet yapıyoruz. Sonra birlikte Şeyh Nazım Efendinin kabrini ziyarete gidiyoruz. Anneme söz vermiştim. Şeyh Efendi Londra'ya geldiğinde daima bizimkilere uğrardı. Onunla karşılaşmamak için kaçardım. O dünyadan göçtükten sonra aptallık ettiğimi anladım. Din duygularım ne kadar az olsa da değerli bir Kıbrıslı ile tanışma imkanını kaçırmışım. Şimdi kabrini ziyaret ediyorum. Yazık ki ne yazık.

Bumin beni Mazlum abilerin Karadağdaki evine ötürüyor. Pırıl pırıl esiyor oraları. Bir zamanlar hemen oralardaki bir tepeye gece yürüyüşü yapardık. Yıldız Tepesi ismini vermiştik oraya. Göz kamaştıran milyonlarca yıldızı oturup izler, rüya alemine dalardık çocukluğumuzda. Mazlum abilerin evden eski Ana Okulu görünüyor. Avlusunda kocaman bir oyuncak vardı. Çıngırak mı, döndürek mi derdik adına, anımsamıyorum.Etrafında upuzun zincirlerin sarktığı, bir bacağımızı büyük bir halkaya geçirip fır döndüğümüz garip bir şey. Başka yerde hiç rastlamadım. İstiklal İlkokulu avlusundan geçip oraya oyun oynamaya giderdik. Saatlerce çıngırakda dönerdik. Sırada bekleyen çocuklara yer vermek için çıngıraktan inince, sarhoş gibi yalpalayarak birbirimize çarpmamız çok eğlendirirdi bizi. Ta uzaklardan çocuk kahkahalarımızı duyar gibi oluyorum.

Mazlum abilerde şimdiye kadar tanışamadığım İnci yenge, Naziyet ve sevimli kızı İnci ile tanışıyrum. Mazlum abi ile anı tazeledikten sonra, ve tabii yengenin yaptığı nefis yemekleri taddıktan sonra Lefke'den istemeden ayrılıyorum.

Ah Lefke. İki gelişte en fazla üç saat kaldığım, ama iki haftalık köşe yazısı yazdıran çocukluğumun büyülü kenti. Bir hafta kalsaydım herhalde aylarca yazardım seni Lefke. Gelen hafta Mağusa, Karpaz ve Girne'yi anlatacağım.

Bir gün yolun düşerse çocukluğunun evine,

bir portakal yaprağını ezerek avucunda,

kokusunu uzun uzun içine

çekmeyi sakın unutma.

Gövden ve yüreğinle bir daha dolaş

artık geri gelmez çocukluğunu.

Mersinleri haşırdata haşırdata,

zeytinlerin serin kaba gölgesinde,

bir gövdeye sırt verip

çocukluğunu büyüten su seslerini

uzun uzun dinlemeyi unutma.

Fikret Demirağ

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ertanç HİDAYETTİN yazıları