Umutlar yeniden yeşerirken…

Yayın Tarihi: 10/07/20 15:05
okuma süresi: 8 dak.

Covid-19, Jetgiller, hükümet kavgası, mülteci olayı derken, esas mevzu olan Kıbrıs sorunu konusunda uzun süredir kalem oynatmıyorum.

Doğrusunu söylemek gerekirse kalem oynatacak ne bir olay ne de gelişme oldu, o da ayrı.

Ta ki bu haftaya kadar…

Bu haftanın başında Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi ve AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell ile yaptığı 'samimi' görünen görüşme sonrası dile getirdiği "Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konusunda bir tıkanma görüyoruz. Bunun da sebebi biz değiliz. Türkiye bir garantör ülke olarak Kıbrıs Türk halkının haklarını korumakla mükellef. Biz hep başından beri diyoruz ki Türkiye olarak ve Kıbrıs Türkleri olarak, KKTC olarak paylaşmaya varız, diyalog başlatmaya hazırız" açıklaması uzun süredir yaprak kımıldamayan Kıbrıs sorunu üzerinde hafif de olsa bir esinti yaratmadı değil diye düşünüyorum.

Ardından yine hafta içinde Türkiye Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'ın "Çağrımız hem burada hem Kıbrıs'ta, bütün Doğu Akdeniz'in doğal kaynaklarını herkesin, adil paylaşım ilkesi çerçevesinde sahiplenmesi, bölüşmesi, paylaşması ve bu zenginlikten herkesin istifade etmesi” şeklindeki açıklaması geldi.

İki açıklamanın birbirlerini tamamlayıcı olduğu, AB ile ilişkilerin normalleşmesi açısından önemli mesajlar içerdiği muhakkaktır.

Bugün ise Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın içinde önemli vurguların yapıldığı açıklaması geldi.

Gerek Doğu Akdeniz'de gerekse de Kıbrıs sorunu özelinde çıkış yolu konusunda "diyalog" mesajı veren Cumhurbaşkanının açıklamasında Josep Borrell’in hafta içinde Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı kritik konuşma önemli yer tutmuş.

"Doğu Akdeniz’deki gerginliğe ve AB-Türkiye ilişkilerindeki tıkanıklığa ancak diyalogla çözüm üretilebileceği yönünde yaptığı konuşmayı çok yerinde ve zamanlı olarak buluyorum" diyen Cumhurbaşkanının "Borrell’in bölgenin önemli bir aktörü olan Türkiye’yi dışlama siyasetine karşı Türkiye’nin öneminin idrakını sergileyen kapsayıcı tavrının olumlu sonuç vermesini diliyorum. Gerek Doğu Akdeniz’deki doğal gaz ve gerekse Kıbrıs sorunu bağlamında Sayın Borrell ile BM zemininde ve AB gözetiminde her türlü işbirliğini yapmaya hazır olduğumuzu ifade etmek isterim" ifadelerinin altını çizmek lazım.

Geçtiğimiz haftalarda Kıbrıs'a gelen ve Nikos Anastasiadis ile temas ettikten sonra Cumhurbaşkanı ile temas etmeden adadan ayrılan Borell, bu tavrı yüzünden tepki almış, can sıkmıştı.

Ancak Kıbrıslı Türklerin dünya nezdinde tanınan en önemli siyasi enstrümanı olan 'Toplum Liderliği' makamında oturan kişinin Borrell'in bu olumsuz tavrına açık tepki koyması meyvelerini vermiş ve Borrell bizzat telefon ederek Cumhurbaşkanı ile temasa geçerek durumdan duyduğu üzüntüyü dile getirmiştir.

Bu direkt teması, son zamanlarda sırf koltuk uğruna altı oyulmaya çalışılan, erozyona uğratılmak için hemen her fırsatın kollandığı Toplum Liderliği makamının nelere kadir olabileceği açısından altı çizilesi bir olay olarak bir yere kaydedelim.

Kaydedelim çünkü o makam bir şahsa değil tüm topluma aittir ve gün gelir, bugün onu kısır siyasi çıkarlarına alet edenlerin de o makama ihtiyacı olur diye düşünüyorum.

Bunun dışında Cumhurbaşkanı şu ifadeleri kullanmış: "Doğu Akdeniz’deki enerji denkleminden Türkiye ve KKTC’yi dışlayarak bir yere varılamayacağını öteden beri seslendiriyoruz. Diyalog ve uzlaşmanın olmadığı yerde tarafların kendi yollarında yürüyeceklerini, bunun da gerginliklere yol açacağını yıllardan beri vurgulamaktayız. Diyalog ve uzlaşı amacını güttüğümüz için doğal gaz konusunda gerçekçi bir öneriyi 13 Temmuz 2019 tarihinden beri masada tutmaktayız."

Aslına bakarsanız, Cumhurbaşkanının bu ifadeleri geçmiş 5 yıllık görev sürecinde yaptığı çağrılardan hiçbir farklılık göstermiyor.

Gerçi ısrarla Crans Montana'da tarihte hiç olmadığı kadar yaklaşılan çözüm fırsatını görmezden gelenler ve ardından geçen 3 yılda iyice raydan çıkan federal çözüm tezini tekrar rayına koyan Berlin Zirvesi'ni 'gezi' olarak görenler var ama işin gerçeğini hem tarih hem de insanların vicdanı çoktan yazmıştır diye düşünüyorum.

Dolayısıyla, gerek Sayın Çavuşoğlu'nun, gerek Sayın Kalın'ın gerekse de Sayın Akıncı'nın yaptığı açıklamalar birbirlerini tamamlayıcı olmakla birlikte, bölgede hem Türkiye'nin hem de Kıbrıslı Türklerin haklarını koruyucu yönde açıklamalardır, değerlidir. Dahası uzun zamandan sonra umutların hafiften de olsa yeniden yeşermesine vesile olmuştur.

Türkiye'nin gerek Doğu Akdeniz gerekse de AB ilişkilerinde çok kritik bir yer tutan Kıbrıs sorununun çözümü elbette ki hayati önemdedir. Daha da ileri gidecek olursak, son zamanlarda gerginliklere sahne olan Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin de Ege ile birlikte en önemli sorunlarından birisidir.

Nihayetinde adada ulaşılabilecek olan bir çözümün yukarıda işaret ettiğim bu sorunların tarih olmasına yapacağı faydalar saymakla bitmeyecek kadar çoktur.

Dolayısıyla, şüphe yok ki, araya Covid-19 girmese, kim bilir belki de içinde yaşadığımız bu Temmuz ayı çok kritik gelişmelere gebe olabilirdi.

Çünkü Berlin 'Gezisinde', BM Genel Sekreteri Guterres'in huzurunda kararlaştırılan şey, yaz ayında bir 'Gayrı Resmi Konferans' olmasıydı ama sağlık olsun diyoruz, geç olsun da güç olmasın...

Zira ortada iyi niyet olduktan sonra, başlayacak olan her diyaloğun çözüme gideceğini umut ediyorum.

Yeter ki tüm taraflar için ortaya bir 'kazan-kazan' durumu çıksın.

Umarım en kısa zamanda bu yönde çözüm odaklı ve barışçıl bir diyalog başlar…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları