Bu da hellim statükosu...

Yayın Tarihi: 19/03/21 11:32
okuma süresi: 8 dak.

AB aşı yollar, "Rum aşısı istemeyiz" derler.

AB, maddi kaynak yollar, "Rum'un parasını istemeyiz" derler.

Şimdi de AB, hellim için bağımsız denetçi yollayacağını söyler, "Rum'un denetçisini istemeyiz" derler.

Kim bunlar?

Kim olacak, adanın kuzeyindeki statükonun köşe başlarına çöreklenmiş olan kesimler… Genelde sağ kesimden olan ancak hatırı sayılır derecede çaptan düşüp sağa neşet etmiş solcuların da bulunduğu bu çevrelerin işi gücü manipülasyon, komplo teorisi ve 'tüm dünyanın kendilerine düşman olduğu' paranoyasını satmaktır.

Koskoca dünyanın hiçbir işi gücü yoktur, var gücüyle, adayı Yunanistan'a bağlamak için çeşitli faaliyetler içindedirler.

AB'si, BM'si, İngiliz'i, Arap'ı, işini gücünü bırakmış, Enosis hayali peşinde koşan Rumlara yardıma koşmuştur.

Dolayısıyla, yukarıdaki giriş cümlelerinde aktardığım çarpıtmalar, bu kesimlerin en çok sevdiği şeylerdir. Yanlış anlaşılmasın, kontrol etsen, hepsinin cebinde kırmızı renk AB pasaportu bulursunuz.

Güney'deki marketlere gitseniz, en ön sıralarda bunlara rastlarsınız.

Hakeza sağlık için şifa aramaya gitseniz, yine bu arkadaşları vizite kuyruğunda bulursunuz.

Haliyle yine aynı çevrelerin 5+1 konferansta "AB olmasın, onlar Rumcudur" şeklinde konuşmaları, işte bu kafaların eseridir.

Ama ben bunlara girmeyeceğim zira, bu yazının konusu, hellimdir.

26 Mart günü, 15 yıllık bir tartışmanın ardından, hellim Kıbrıs adası adına tescil edilecek. En azından belirtiler bunu göstermektedir.

Kıbrıs Türk üreticisinin Yeşil Hat Tüzüğü üzerinden AB pazarına girmesi için fırsat anlamına gelen bu gelişme, bizim statükocu çevrelerin tepkisini çekmektedir.

Neden?

Efendim, AB'nin bağımsız denetçisi olan Bureau Veritas isimli kuruluş "Rumlara hizmet edermiş" de ondan. Fransız bir şirket olan Bureau Veritas, diğer AB ülkelerinde yaptığı görevin aynısını, yani söz konusu ürünün standartlarda olup olmadığını kontrol edecek. İkinci bir şirket ise konunun hijyen ve sağlık kontrollerini yapacak.

Böylece kuzeyde üretilen hellim, gerekli standartları geçtikten sonra YHT üzerinden AB pazarına satılmaya başlanacak.

Ama hiç olur mu?

Olmaz tabii.

Neden?

24 Aralık 2020'de konuyla ilgili yazdığım makalede bu konudaki itirazların nedenini şöyle anlatmışım:

"Konuyla ilgili birçok haber yapan birisi olarak, 2015'in o ateşli günlerinde üretici birlikleri ile yaptığım konuşmalarda dikkat ettiğim hususlardan birisi, hellim tescili için gerekli ve AB standartı olan bir şarttı.

O şarta göre, hellim yapımında kullanılacak olan gerçek süt miktarı, hafızam beni yanıltmıyorsa, yüzde 52'ye denk gelmeliydi. Yani hellim yaparken gerçek süt kullanılması, bunun yerine süt tozu kullanılmaması istenmekteydi.

Bu noktada üreticilerden gelen itirazlardan bir tanesi adanın kuzeyinde bunun sağlanması için yeterli sütün bulunmaması olarak gösteriliyordu. Yani hellim yapımı için bu miktarlarda süt kullanılmaya kalkılırsa diğer ürünler, hatta bildiğimiz pastörize süt üretiminde bile sıkıntı yaşanabilirdi.

Bir ikinci sıkıntı ise, söz konusu hellim üreticilerinden resmi belge istenmesiydi. Bu noktada adanın birçok yerinde evlerde üretilen, oralardan direkt satılan hellimler için bunun istenmesi ya da denetim altına alınması çok zordu."

İkinci itirazı anlarım. Devlet olamamanın getirdiği komplikasyonlardan birisi olan 'denetim' özelliğinin olmaması, bu gibi üreticilerin uygun şekilde kayıt edilememesi beklenen bir durumdur.

Ancak ilk itiraza, yani süt yapımında 'gerçek süt' yerine 'süt tozu' kullanarak işi ucuza getirenleri anlamam, anlamak da istemem. Hele de 'hellim için istenilen süt miktarını kullanırsak adada süt kalmaz' denmesine, bu korkuyu yaymalarına hiç tahammülüm yoktur. Bu noktada dürüst üreticilerimizi tenzih ettiğimi buraya not düşüyorum. 

İnsanlarımıza süt tozundan maliyeti ucuz hellim yedirip, servetine servet katan diğer anlayışın ise, AB kriterine uymak istememesi, haliyle denetçi firmayı "Rumcu" diye lanse etmesi, pek tabii ki yine aynı statükocu çevrelerin üründür. 

Kıbrıs sorunu bir bakıma tam da budur. Ve bu anlayışın tam aynısı, adanın güneyinde de çöreklenmiştir.

Uzun yıllardır birbirlerinden beslenen, yeri geldiğinde kısa ve uzun paslarla birbirlerine yardım eden bu "düşman" arkadaşların amacı aynıdır: Adadaki bölünmenin devam etmesi.

Bu minvalde, hellim konusunda da bu iki cephenin söylemleri birbirlerini 'tersten' destekler niteliktedir. Adanın güneyinde statükocular, bırakın hellimi, YHT'ye tümden karşıdırlar. Onlara göre, adadaki işgal bitmeden, Kıbrıslı Türkler ölüme terk edilmeli, hiçbir şekilde yardım edilmemeli, sınır kapıları bile kapatılmalıdır. Dolayısıyla hellim güneye tescil edilmeli, kuzey bu işin dışında bırakılmalıdır.

Kuzeyindeki statükocular ise, kendi statükolarını tehlikeye atacak, oluşturdukları bağımlılığı ortadan kaldıracak her hangi bir gelişmeye karşıdırlar. Hatta bu gelişmeleri 'Rum'a yama olmak' şeklinde lanse etmektedirler. Haliyle hellim kuzeye ayrı şekilde tescil edilmeli, orada hüküm süren yapı normalleştirilmelidir.

Sürekli şekilde 'kapıdaki düşman' üzerinden beslenen bu anlayışların Kıbrıs'ı getirdikleri nokta, şu son bir yıllık 'Covid-19' günlerinde artık iyice ayyuka çıkmış bir durumdadır.

Nihayetinde, 2015 yılında zamanın AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker'in başını çektiği ve hellimi iki tarafa da, bir nevi federal çözüm felsefesi bünyesinde değerlendirmeye çalışan girişim, aradan geçen 6 yılın sonunda nihayetine varmak üzeredir ama belli ki bu, yeni bir kavganın başlangıç noktası olacak gibidir.

Bu noktada alınacak olan kararın iki devletli çözüm konusunda ısrarcı ama beyhude bir çaba içinde olan Türk tarafının bu tutumuna bir cevap olarak nitelendirilmesi de gayet mantıklıdır. Ancak bu ayrı bir makalenin konusudur.

Dolayısıyla AB, 26 Mart'ta biraz da almak zorunda kalacağı bu kararla birlikte, adanın güneyindeki statükocuları sevindirecektir. Çünkü tescil Kıbrıs Cumhuriyeti üzerine yapılacaktır. Onlara göre işgal rejimi yenilecek, zafer kendilerinin olacaktır.

Ama karar kuzeydeki statükocuları da sevindirecektir, çünkü Rumcu diye lanse edilen AB, bu yönde hellimi "Rum Cumhuriyetine" tescil edecek ve karar bu çevreler tarafından "beklenen oldu" tadında anlatılacaktır.

İşlerine gelince "1960 Ortaklık Cumhuriyeti" olarak anılan o cumhuriyet, böylesi durumlarda bir anda "Rum Cumhuriyeti" oluvermekte ve bu yaman çelişki karada, havada ve denizde sürmektedir.

Yapılması gereken şey, tüm ada halklarının bu statükocu anlayışlara karşı ortak mücadele etmesi, dayanışma içinde olmasıdır.

Yoksa halimiz dumandır...

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları