Yettiniz artık...

Yayın Tarihi: 07/06/21 12:55
okuma süresi: 8 dak.

Demokrasisi baştan sorunlu, yönetimi güdümlü, tonla çelişki ve daha sayamayacağımız sıkıntılarla dolu olan bu küçük ve uluslararası hukuk dışı kara parçasının durumu 'yaşanılıp, öğrenilen çaresizliklerle' mustariptir.

Bunu biraz açmam gerekirse, demokrasicilik oynanan bu sistem içerisinde, normal bir yaşam sürdüğümüzü sanan ve ülkedeki kemikleşmiş sorunların asla çözülemediği bu adada, eldeki enstrümanlarla kimi sorunları çözmeye çalışanlar olur. Bu sorunları çözmeye çalışanların, onların bu girişimlerinin beyhude olduğunun tahlilini çoktan yapıp, kendilerine eleştiri yönelttiklerine söyledikleri kallavi bir de laf vardır: "Siz öğretilmiş çaresizlikten mustaripsiniz…"

Bu arkadaşlar, kuruluşu doğuştan sıkıntılı, düpedüz bir alt yönetim olan KKTC'yi eldeki derme çatma enstrümanlarla düzeltecekleri ve işleri yoluna koyacakları sanrısından bir türlü kurtulamadıkları için, iş dönüp dolaşıp yaşanan kötülükleri tekrar tekrar normalleştirmekten başka bir işe yaramaz. Yani aslında yaşanılan şeyin kendisi çaresizliktir ve esas mustarip olma hali tam da budur.

Kendi toprağında meydana gelen bir cinayet olayını bile soruşturmaktan aciz bir düzenin kendisi çaresiz değil de nedir?

İşte bu bağlamda son günlerin revaçta konusu olan 'Özel Hayatın Gizliliği' yasasına ve yaşanan tartışmalara bu gözle bakmak isterim. Ama bunu öyle derinlemesine değil, zaten ortada ayan beyan şekilde duran haline bakarak yapmak isterim.

Çünkü böylesi Norveçvari yasaların içinde yaşadığımız bu ceberrut düzende egemenlerin elinde nasıl da birer silaha dönüşebileceği yine ve yeniden yaşıyoruz.

Yanlış anlaşılmasın, Norveçvari yasa yapmak kötü bir şey değil, bilakis, modern bir devlet ve toplum olma yolunda tabiatıyla gereklidir.

Gereklidir gerekli olmasına ama ortada kendi seçimini bile yapamayan bir alt yönetim vardır. Kaldı ki bahse konu yasa dünyanın medeni ülkelerinde bile açık bir tartışma konusudur.

Peki nasıl olur da Norveçvari yasalar alt yönetim egemenlerinin elinde topluma karşı birer silaha dönüşür?

Aslında çok basit.

Bir kere, 2014 yılında başımıza bela edilen bu yasanın içinde büyük boşluklar vardır demek lazımdır. Bu boşluklar sadece teknik olarak değil, pratik olarak da vardır.

Konuyla ilgili o dönemde 'Yaptıktan sonra tufan" başlıklı çok sıkı bir eleştiri yazan Akademisyen Ali Bizden'in, yasanın mimarı olan Tufan Erhürman'a yönelttiği bir paragraflık soru durumu anlatma açısından çok kritiktir:

"Sizin ifadenizle ‘yalnızca özel hayatın gizliliğini ve haberleşmenin gizliliğini koruyan’ bu yasanın, basın mensuplarına birileri tarafından aktarılan ve kamuyu ilgilendiren haberlerin yapılmasının haberleşmenin gizliliği veya özel hayatın gizliliğiyle herhangi bir ilgisi yoksa, hatta yapılan haber yalan içeren bir haber olsa dahi, yapılan haberin bu yasa ile herhangi bir ilgisi olmayacaksa, yine atıfta bulunduğunuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, kamuya mal olmuş bir politikacının veya kamusal figürün bir fotoğraf, bir cd, bir banka hesabı vb. söz konusuysa, bunların yayınlanmaları demokratik bir toplumdaki tartışmalara katkıda bulunacak nitelikteyse ‘özel hayat kapsamında değerlendirilmeyecek’, dolayısıyla bir suç işlenmiş olmayacaksa, –yine sizin Meclis kürsüsünden ifade buyurduğunuz üzere- nasıl oluyor da yine bu yasaya göre “Eğer bir telefon dinlendiyse, bir bilgi ele geçirdi ve gazeteciye verildi. Gazeteci kamu yararına bir şey görüp servis ederse, bu suçtur ama en asgari ceza verilecektir”? (https://bizden.net/yaptiktan-sonra-tufan/)

Şimdi geldiğimiz durumda, memleketin iradesini parayla vatandaşlık satarak gasp edenlerin ifşa edildiği bir ses kaydının yayınlanması yüzünden gazeteci arkadaşlarımız 6 yıl ceza istemiyle yargılanmaktadır.

Bu noktada, ilgili ses kaydının nasıl ve ne şekilde çekildiğiyle ilgili bir takım yeni başka bulgular ortaya çıkmış olmasına rağmen, yine de yapılan haber kamu yararına bir iştir.

Kaldı ki, Bizden'in yazdığı gibi "yapılan haber, yalan haber içeren bir haber olsa dahi" bu geçirilen yasayla herhangi bir ilgisinin olmayacağı düşünüldüğüne göre, bahse konu Norveçvari yasamız, alt-yönetim egemenlerinin ülkedeki anti-demokratik uygulamalarını devam ettirme ve bunları gizlemesine hizmet etmez de başka nereye eder? Böylesi bir yasayı bu toplumun başına neden bela ettiniz? İktidar olabilme diyeti mi yoksa, nedir?

Gazeteci kamu yararına görüp yayınladığı haberle ilgili yargılanırken, habere konu suçu işleyenler ellerini kollarını sallaya salllaya gezmeye devam edecek ve buna demokrasi ya da adalet denecek, öyle mi?

Yine buna benzeyen Norveçvari bir yasa olan "Bilişim Yasası" denilen şeyle ilgili de tonla eleştiri yapabiliriz. Nihayetinde 'makul şüphe' denilen muğlak kavram üzerinden her türlü suçlamaya maruz kalabileceğiniz ve mahkemede ilgili paylaşımları yaptığınız sitelerin resmi yetkililerinin bile çağrılıp dinlenemeyeceği (yasanın eklerinde bu hususta 18 ay içinde konunun çözüleceği yazıyordu ama çözülmedi, KKTC de tanınmadı), alt yönetimin adaletinin garabet yüzüyle baş başa kalmanıza olanak veren ve düpedüz bir silaha dönüşen o yasanın hali de ortadadır.

Artık iyice tek adam rejimine dönen, neredeyse tüm kurumlarında demokrasi krizi yaşayan, bundan ötesi 'Anayasa Mahkemesi kapatılsın' diyebilecek üst düzey yöneticileri olacak kadar Anayasayı rafa kaldıran bir ülkenin yavrusu olan bu alt yönetimin de giderek anasına benzemesi kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Dolayısıyla Norveçvari yasalarla bu alt yönetimi güzellemeye çalışanların, -ki içlerinde gerçekten temiz kalarak sistemi içten düzeltmeye çalışanlar olduğunu biliyor ve tenzih ediyorum-  varacakları yer dediğim gibi 'kötülüğü normalleştirme' noktasıdır.

Bu noktada, içinde yaşadığımız düzeni ısrarla ve bitmeyen bir siyasi hırsla normal bir yermiş gibi göstermeye çalışmanın aslında burada kurulan düzenin üzerine çekilen bir nevi 'şal' niteliğinde olduğunu anlamamız için daha neler olması gerekmektedir?

Hepimizin toplanıp içeri atılması mı lazım?

Her defasında şen çocuklar gibi tonlarca vaat ile iktidar koltuklarına kurulup, sonrasında bu vaatlerin çarptığı o koca üst yönetim duvarının ardından yıkılan hükümetlerin enkazlarının arasında çıkıp, yine ve yeniden aynı tespitleri yapıp, yine ve yeniden düzeni düzelteceklerini sanıp, türlü türlü bahanelerle karşımıza dikilenlerin o insanı kendi benliğinden bile uzaklaştıran tekdüzeliğinden ne zaman kurtulacağız?

Bu kafalara inanıp demokrasicilik oynamaya devam ettiğimiz sürece asla kurtulamayacağız.

Bilakis, Alpay Durduran'ın o meşhur kurbağa hikayesindeki gibi, düzenin koltuklarının sıcaklığının buharında fokur fokur kaynayarak yok olacağız.

Onun için hayır sevgili arkadaşlar, hayır.

Bu düzene de, bu düzenin sandıklarına da, bu düzenin iş birlikçilerine de hayır…

Yettiniz artık…

 

 

 

 

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları