Hükümete gelip, iktidara gelememek...

Yayın Tarihi: 08/06/21 12:18
okuma süresi: 7 dak.

31 Ocak 1997'de dönemin KKTC Cumhuriyet Meclisinde yapılan oturumda, "St. Barnabas Manastırına Yapılan Silahlı Baskın” hakkında hazırlanan 'Meclis Araştırma Komitesinin' raporu okunur.

Okunan rapor, bir yandan gerek meclisin, gerekse de bünyesinde bulunduğu devletin diğer kurumlarının nasıl bir işleyişe sahip olduğu konusunda tarihi ve acı gerçeklerle dopdoluyken, bir yandan da üzerine yapılan konuşmalarda devlet olduğu iddiasında bulunan KKTC'nin aslında ne olup ne olmadığının net bir biçimde, hem de meclis kürsünden kayıtlara geçirilmesi açısından da kritiktir.

Öyle ki, böylesi bir çaresizliğin ifade edildiği bir meclisin o an kendini kadük etmesi, görevine devam etmemesi gerekirdi diye düşünüyorum ama bildiğiniz gibi bu ülkenin kaderi kötülüklerin normalleştirilmesiyle doludur. Nitekim rapor okunup, üzerine konuşmalar yapıldıktan sonra, gündelik rutin devam etmiştir.

Yoksa, rapora yansıdığı şekliyle, St Barnabas baskını hakkında, olaydan 5 gün sonra "bir askeri operasyon, tatbikattı, ciddi bir ihbar üzerine yapıldı" diyen dönemin Başbakanı gidip de ilgili komitede "ciddi ihbar nedir bilmiyorum" demezdi.

Yoksa, o gün orada bir konuşma yapan dönemin vekillerinden Ferdi Sabit Soyer'in de atıfta bulunduğu gibi 'bütçesi meclisten geçen' KKTC Başsavcılık makamında oturan dönemin Başsavcısı Akın Sait, bahse konu ciddi ihbarla ilgili yine aynı komitede "bilirim ama söylemem" diyemezdi.

Yoksa, konuyla ilgili komiteye çağrılan dönemin Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı, bırakın bu çağrıya icabet etmeyi, cevap bile vermezlik edemezdi.

Konuşmasının devamında Ferdi Sabit Soyer'in hem Başsavcı hem de GKK ile ilgili ifadeleri de dikkat çekicidir:

"…Bir Başsavcının ben bu olay olup bittikten sonra, sonuçlandıktan sonra bu Meclisin Komitesine ciddi ihbarın ne olduğunu söylemeyeceğini diyebilir, der ve bu Mecliste temsil edilen siyasal partiler bunu yutarsa memlekette demokrasi ve hukuk adına ileriye doğru gitme noktasında daha da yürüyecek çok yolumuz olacaktır. Sayın Başsavcı bunu yapmakla Meclise en büyük hakareti yapmıştır. Şimdi ben soruyorum. Bu bütçesi bu Meclisten geçen, bütçesi bu Meclisten onaylanan bu Sayın Başsavcı nereden bu hakkı bulmakta ve Meclis Komitesine bu bilgiyi veremeyeceğini söylemektedir? Sayın Başsavcının böyle bir iş yapmaya hakkı yoktur… Ne demek Güvenlik Kuvvetlerinin temsilcisi, ben gelmem komiteye? Hani bu devlet? Hani bu Hükümet?"

O gün hükümetin nerede olduğunu soran, yıllar sonra da hükümetin başında Başbakan olarak bulunan Soyer'in neden görev süresinde bu konularla ilgili adım atmadığının cevabını ise yine aynı oturumda söz alan bir başka tarihi kişilik verecektir.

Toprağı bol olsun, zamanın CTP Başkanı Özker Özgür'ün o toplantıda söylediklerinin bugün hâlâ daha aynen geçerli olduğunu görmek bir yandan hicap verirken, bir yandan da yaşanılan çaresizliğin bir başka ispatı olmaktadır.

Kıbrıs Türk tarihine mal olmuş onlarca tespit yapan Özker Hoca, kürsüden aynen şunları demiştir:

"Bu toplumda erk başkalarının elindedir. Bu toplumda erk parlamentonun, yürütmenin elinde değildir. Ama bu somut gerçekliğe karşın biz ne yazık ki kendi kendimize çeki düzen vermek istemiyoruz. Seçim zamanı gelir kendi aramızda yarışırız, parlamentoda şu parti bu parti çoğunluğu sağlar, hükümete gelir ama ben Başbakan Yardımcılığını yapmış birisi olarak gördüm ki, yaşadım ki bu ülkede partiler hükümete gelebilir fakat iktidara gelemezler. Olay budur, gerçeklik budur. Erk bizim elimizde değildir. Biz toplum olarak kendimizi yönetmiyoruz. Somut gerçeklik budur ve bunun üzerinde durmak lazımdır.”

Özker Hoca devamında da şunları kaydetmiştir:

"Toplum kendi kendini yönetmediği için yani demokrasimiz gerçek anlamda çoğulcu demokratik bir düzen olmadığı için ne yazık ki bu ülkenin organları yani yasaması, yürütmesi, yargısı, hukuk dairesi, vesairesi bu ciddi ihbarın ne olduğunu ortaya çıkaramadı. Çünkü toplum kendi kendini yönetememektedir. Toplum eğer kendini yönetseydi bu ciddi ihbarı çoktan ortaya çıkarabilirdi. Ülkede erk parlamentodaymış gibi görünür. Fakat ne yazık ki erk başkalarının elindedir ve bu olay bunu çok açık bir şekilde ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Demek oluyor ki sorun bir rejim sorunudur. Açık. Yani Başkanlık sistemi mi, parlamenter sistem mi, o tür bir tartışmaya girmeden bu tartışmayı sonuçlandırmamız lazımdır. Toplum kendi kendini yönetecek mi, yönetmeyecek mi? Önce buna yanıt aramalıyız. Çünkü sorun toplumun kendi kendini yönetip yönetmeyeceği sorundur."

Ülkede yaşanmakta olan çaresizliğin, oynanan tiyatronun çok açık göstergesi olan bu ifadeler aradan geçen 24 yılda geçerliliğini daha da kötüleşmiş bir şekilde sürdürmektedir. 

Artık kendi seçimini dahi yapamayacak hale gelen, iradesi yapılan binlerce vatandaşla iğdiş edilen Kıbrıs Türk halkının zaten sıkıntılı olan özne olma mücadelesi, artık iyice silikleşmiş, neredeyse kaybolmuş durumdadır.

Peki, o gün bu ifadeleri meclis kürsüsünde sarf eden, öncesinde DP-CTP hükümetinin Başbakan Yardımcılığından 11 Aralık 1995'te istifa ederken söylediği 'davul bizde, tokmak başkalarında' sözüyle sistemi bir kez daha deşifre eden Özker Hoca'ya ne oldu dersiniz?

Önce partiye karşı bayrak açtığı iddiasıyla itibarsızlaştırıldı, ardından da 20 yıl Genel Başkanlığını yaptığı partiden MYK kararıyla atıldı. Hocanın atılmasından sonra girdiği ilk seçimde (1998) tarihinin en başarısız sonuçlarından birisini alan partisi CTP ise, 2000'li yılların başında esen Annan Planı rüzgarını da arkasına alarak 2004-2009 yılları arasında ülkedeki en üst düzey makamlara oturdu.

O dönemde ne St. Barnabas baskını, ne de Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili en ufak bir adım dahi atılmadı. Konu hiçbir zaman gündeme gelmedi, getirilmedi.

Çünkü Özker Hoca haklıydı.

Ülkede partiler seçime girip, çoğunluğu sağlayıp, hükümete gelebilirdi fakat iktidara gelemezlerdi…

Hâlâ daha öyle...

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Mete Baris08/06/21 13:01
Guzel bir yazi. Bir sonraki yazinizda, "Kibrisli Turkler bu kendi kendini yonetememe durumundan sikayetci mi?" sorusunu irdeleyebilirmisiniz? Bu kadar acik acik irademize senelerdir mudahale edilmesine ragmen, ciddi bir muhalefet olmamasinin sebepleri nedir? Kibrisli Turkler olarak cok mu vurdumduymaz olduk yoksa o kadar mi azaldik kuzeyde, artik sesimiz mi cikmaz?

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları