Bilişsel çarpıtma ve Kıbrıs ‘konusu…’

Yayın Tarihi: 13/03/24 07:00
okuma süresi: 7 dak.

Maria Angela Holguin Cuellar, ikinci tur görüşmeler yapmak için Pazar günü adaya geldi. Pazartesi gün de her iki liderle bir araya gelerek görüşmeler yaptı, açıklamalarda bulundu.

Holguin, Ersin Tatar görüşmesi sonrası, “verimli bir görüşme yaptık” diye klasik lafları ederken, yine STÖ’ler, siyasi partiler, gazeteciler gibi topluluklarla da görüşmeler yapacağını bir kez daha dile getirdi. Ama benim dikkatimi çeken başka bir ifadesi oldu. O da “Kıbrıs sorununa sorun olarak değil, konu olarak bakalım” ifadesidir.

Doğrusunu söylemek gerekirse Holguin’in bu enteresan ifadesini oldukça dikkat çekici buldum.

Kimilerine göre 1955, kimilerine göre 1963, kimilerine göre 1974’te başlayan Kıbrıs sorunu bu kadar yıldır “sorun” olarak anlatıldı, kafamıza da öyle kazıldı.

Hatta daha da ileri gitmek gerekirse, Kıbrıs sorunu hem bizim hem de Rumlar için bir yaşam biçimi haline geldi.

Anne babalarımız gibi bizler ve artık çocuklarımız da bu sorunun içinde hayat törpülemeye devam edip durduk.

Ama buralara girmeyip, bu yeni tanımlamaya bakalım.

Kelime olarak “konu”, “konuşmada, yazıda, yapıtta ele alınan, işlenen düşünce, olay ya da durum; üzerinde konuşulan şey” anlamına gelir.

Öte yandan “sorun” kelimesi ise “üzerinde düşünülmeye değen ve çözüm getirilmesi, olumlu ya da olumsuz bir sonuca ulaştırılması gereken durum” anlamında kullanılır.

Şimdi Holguin’in bunu ifade etmesi ne anlama gelir?

Ortada bir sorun olduğuna şüphe yoktur. Ve bu sorunun bir şekilde çözülmesi gerektiğine de her iki tarafın statükocuları hariç herkes hemfikirdir.

Fakat bir soruna sürekli ‘sorun’ demek yerine, değişik bir retorik getirerek, ‘konu’ dediğimiz zaman bunun olumlu bir algı yaratması mümkün olur mu?

Acaba diyorum, Holguin, değişik bir yol mu denemek istiyor?

Mesela her iki tarafın da kemikleşmiş olan karşılıklı ön yargılarını kırmak mı istiyor?

Açıkçası bu konuyu kendimce araştırırken, ünlü psikolog/psikiyatr David Burns’ün “İyi Hissetmek” isimli kitabı üzerine yazılmış bir makaleye rasgeldim. Kitabı okumuş değilim, bu konularda uzman olduğumu da iddia edemem.

Ancak “kişinin kendisi, yaşadığı çevre ve dünya hakkında önyargılı düşüncelerini ifade eden” ve Bilişsel Davranışçı terapi ekolünün bir kavramı olan “Bilişsel Çarpıtma” sanırım Kıbrıs sorunu denen şeye çok sağlam bir yapı taşı olarak ortaya çıkmaktadır.

İlgili makalede, en temel 12 bilişsel çarpıtma listesi de verilmiş.

Onları okuyunca, Holguin’in ‘sorun değil de konu’ diyelim ifadesi beynimde şimşeklerin çarpmasına neden oldu.

Mesela bunlardan birincisi “ya hep ya da hiç” düşüncesi. Burada taraf ya da kişi her şeyi siyah ya da beyaz olarak görür ve çok gerekli olan gri alanı yani uzlaşı/tavizi düşünmez. Bu gri alan eksikliği tarafların adım atmamasına neden olur.

İkinci madde ‘aşırı genelleme’ de aslında bizi o çok bilindik “Rumların ya da Türklerin hepsi aynıdır” şeklindeki kısır yere götürür. Bu da tabii ki geçmişin olumsuzluklarını sürekli olacakmış gibi kabul etmekten geçmektedir ki bu da olumsuzluğu hayatımızın bir parçası haline getirir.

Haliyle üçüncü madde olan “olumsuz düşünceye odaklanmak” durumu kendiliğinden gelir ve bir nevi kadere dönüşür. Aynen bizim yaşadığımız durum gibi.

Tabii ki bu kadar olumsuzluğa odaklanmak, arada olan olumlu şeyleri (adımları) yok saymaya varır ki o da listedeki dördüncü madde olan “Olumluyu önemsiz sayma” durumu olarak ortaya çıkar.

Burns’ün Bilişsel Çarpıtma listesinin beşinci maddesi de bu ara adımların göz ardı edilmesi, başlangıçtan itibaren sonu okumak anlamında bir yere varır ve ‘Sonuçlara atlama’ kısmına geçilir. Halbuki daha konuyu bile konuşulmaya başlanılmamıştır. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

Sonra işin içine altıncı madde olan “Falcılık” girer ki bizim memlekette çok revaçta olan bir durumdur. Haliyle bu hal, Kıbrıs sorunu konusunda da kendini gösterir. “Ben dediydim” diye “kendi kehanetlerini gerçekleştirenlerin” anlamsız ego patlamalarını çokça sizde yaşamışsınızdır.

“Birisinin olumlu ya da olumsuz tepki verdiğine uyandırdığı duyguya göre karar verip doğruluğunu kontrol etme ihtiyacı dahi duymama” şeklinde tanımlanan ve bu listenin yedinci maddesi olan “Zihin okuma” işi de bu bağlamda bir çarpıtma olarak karşımıza çıkar.

Ve tabii ki “Büyütme.” Olayları, olguları, övgüleri ya da başarısızlıkları abartarak anlatma işi tam da Kıbrıslıların kumaşına uygun bir durum olduğunu söylememe herhalde kimseler itiraz etmeyecektir.

Yine bizleri duygularımızın düşmez, kalkmaz ve yenilmez olduğu sanrısına kaptıran ve listede sekizinci sırada bulunan ‘Duygusal açıklama’ maddesi de bizim yapımıza oldukça uyan bir durumdur. Hele de egosu şişik sayımızın çok fazla olduğunu düşünürsek, bunun fazlasıyla sorun yarattığını anlayabiliriz.

Ünlü İngiliz şair ve yazar Shakespeare’in tarihe mal olmuş ünlü repliği “Olmak ya da olmamak” bu çarpıtma listesinde de karşımıza çıkıyor. “Bu olmalı” veya “Bu olmamalı” mantığına hapsedilmiş düşünce şekli, kişiselden, toplumsala -pek tabii ki liderler vasıtasıyla- bir yolculuğa çıkar, nihayetinde ikisinden bir tanesine varır. Al sana uzlaşılmaz bir durum daha!

Haliyle “Etiketleme” durumu da -ki bu da 11.madde, duygusal sorumluluk ve incelemelerden kaçınmak için rahat bir alan sunar.

En nihayetinde iş bütün olup bitenlerden ve ortaya olumsuz durumlar çıkmasından sonra bir “Suçlu bulma” noktasına varır ki, Kıbrıs sorunu denilen şeyin belki de en kritik hususlarından bir tanesi olan “suçlama oyunu” buradan hayat bulur.

Biliyorum, biraz uzun anlattım belki ama şu yukarıda saydığım maddeleri bir düşünürsek ve bunların bize yarattığı çarpıtmalarıyla birlikte içinde yaşadığımız sorunu, yani Kıbrıs sorununu da temelden etkilediğini varsaymak hiç de yanlış olmaz.

O yüzden Holguin’in ‘sorun’ yerine ‘konu’ ifadesini kullanması, meseleye temelden bir değişik bakış manasına gelebilir. En azından ben öyle anlıyorum.

Ünlü Türkiyeli siyasetçi Süleyman Demirel belki de çok haklıydı: “meselelere mesele olarak bakmazsak, ortada mesele kalmaz!”

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları