Şu 31 Mart’ı bir atlatalım da…
Gündemimiz sahte diploma skandalı ve onun dallanıp budaklandırdığı kirli işler içinde yüzerken, Kıbrıs sorunu konusunda da bir takım kritik gelişmeler yaşanıyor.
Mesela dün sabah uyandığımızda gördüğümüz Kıbrıs Gazetesinin manşet haberinde, Ersin Tatar’ın, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres tarafından New York’a davet edildiği yazıyordu.
Görüşmenin 5 Nisan tarihinde yapılacağı bilgisi de haberde yer alırken, haberin içeriğinde de Tatar’ın, New York’a “Federasyon öldü demeye gidiyor” şeklinde yorumlar da eklendi. Haber Cumhurbaşkanlığı kaynaklarına dayandırıldığı için muhtemelen onların verdiği bilgiler ve yönlendirmelerle yazıldı, orası kesin.
Peki işin aslı öyle mi? Yani Tatar sırf bunu tekrar etmek için mi davet aldı dersiniz?
Bir kere ben bu satırları yazarken, Tatar’ın ofisi konuyla ilgili sessizliğini koruyordu.
Yani bu sessiz kalma huyu ne zaman ve ne şekilde bu ülkenin makamları arasında moda oldu bilemiyorum ama hemen her olayda ilgili makamlar sessiz...
Polis sessiz, hükümet sessiz, Tatar’ın ofisi sessiz…
En çok konuşan kurum, gereksiz ziyaret ve kabul şampiyonu olan Zorlu Töre’nin ofisi, onun da bilgilendirmesini zaten hiç istemiyoruz.
Neyse, konuyu saptırmadan devam edecek olursam, Tatar’ın ofisinin son bir hafta içinde sessiz kaldığı ilk olay bu değil.
Rum lider Nikos Hristodulidis, geçtiğimiz günlerde bir araya geldiği Guterres toplantısına atıfla “Genel Sekreterin müzakerelerin yeniden başlatılması konusunda fikirleri var. Bu fikirleri bize sundu. Biz buna olumlu yaklaştık, Türk tarafının cevabını bekliyoruz” diye konuştu.
Hayda! Durduk yere bomba nitelikli bir haber. Tabii hemen telefona sarıldım ilgili makamlara sordum. Aldığım cevap “öyle bir şey yok, Hristodulidis algı operasyonu yapıyor” şeklinde oldu. Ama bu konuyla ilgili bir açıklama yapmadılar, reddetmediler, açıklamayı yok saydılar ve sessizliğe büründüler.
Aynı soruyu BM kaynaklarına da sordum. Onlar da ilgili görüşmenin tutanaklarını görmediklerini dolayısıyla haberleri olmadıklarını söylediler.
Şimdi, ‘daha bayram değil, seyran değil ama eniştem beni neden öptü’ konusuna, yani bu New York davetine değinelim.
Konuştuğum diplomatik bir kaynak bana dedi ki “Belki de Guterres, Hristodulidis’le görüştüğü için, mütekabiliyet esasında Tatar’la da görüşmek istedi.”
Yani koskoca BM Genel Sekreteri, kalkacak ve Tatar’ı 8000 km uzağa sırf çay-kahve için mütekabiliyet sağlasın diye mi çağıracak?
Böyle bir şey olabilir mi?
Ben bunun böyle olabileceğine en ufak bir ihtimal bile vermiyorum.
Ayrıca Tatar’ın, haberde yazdırdığı gibi, gidip de Guterres’e “Federasyon öldü be bay” diyebileceğini hiç düşünmüyorum.
Çünkü bu davet yapıldıysa işin içinde başta Türkiye olmak üzere uluslararası bir takım güçler vardır demektir.
Ve (bence) yine işin içinde son günlerde kulaktan kulağa yayılan yeni bir çözüm formülü meselesi vardır.
Adına federasyon denmeyecek, iki devletli de denmeyecek ama siyasi eşitlikle, garantilerin düzenleneceği, başka bir formata sokulacağı bir formülden bahsediyorum. Herkesi bir şekilde memnun edecek bir formül.
Bu formülün, Kıbrıs’ta tek bir egemenlik ama iki ayrı entite ya da devleti öngördüğü iddia ediliyor.
Biraz desentralize federasyon, biraz İskoç modeli ama illa ki NATO şemsiyesinde olacak olan bu formülün 31 Mart sonrası hızla dünyamıza girmesi muhtemeldir.
O yüzden Tatar’ın New York işi basit bir davetten öte, yeni sürecin bir çeşit işaret fişeği olabileceği şeklinde yorumlamak olasıdır.
Öte yandan son ziyaretinde Maria Holguin ile görüşen kesimlerin tümünün ortak görüşü, bir şeylerin pişirildiği yönünde oldu. Birçoğuyla sohbet ettiğim için bunu söylüyorum.
Deniliyor ki Maria Holguin, tüm tarafları dinledi, bir takım bilinçli sorular sordu ve bu kritik sorularının cevapları üzerinden kendi izlenimleri not aldı.
“Ben dinlemeye geldim” dediği şey belki de ortaya konulması muhtemel çözüm formülünün kritik ve nokta atışı sorularla muhataplarının cevaplarını almasından başka bir şey değildi.
İddia ediyorum, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda yeni bir döneme, yeni bir yola giriyoruz. Bu yolun sonunda ne olur onu bilemem ancak varılması muhtemel anlaşmanın bir referanduma sunulmayacağına neredeyse eminim.
Unutulmasın, İrlanda-İngiltere arasındaki Good Friday anlaşması referandumsuz bir şekilde yürürlüğe girdi.
Maria Holguin’in mimarlarından olduğu Kolombiya-Farc anlaşmasıysa referanduma rağmen yürürlüğe girdi. Hatırlanacağı üzere, Kolombiya’da varılan uzlaşı yüzde 1’den az bir farkla reddedilmiş ancak Başkan referandumdan 3 ay sonra anlaşmayı imza edip yürürlüğe sokmuştu.
Holguin’in referanduma sıcak bakmadığını yaptığı görüşmelerden de biliyoruz.
Uzatmayayım, Tatar’ın New York daveti çok kritik bir adımdır.
31 Mart, Türkiye seçimleri kritik bir tarihtir. Ardından tam 4 yıl boyunca seçimsiz bir Türkiye olması çok büyük bir şanstır. Sadece Kıbrıs sorunu için değil, Kürt sorunu açısından da büyük bir şanstır.
Dolayısıyla şu 31 Mart’ı bir atlatalım da önümüzdeki haftadan itibaren çok değişik olaylarla karşılaşabileceğimiz zamanlar yakındır diye düşünüyorum…
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Mete Baris30/03/24 12:01
Umarim soylediklerin dogru cikar ve bu karanlik berbat rezil gunlerde yeni bir umut dogar